Bütün o birikim ve düşüncelerimin etkisiyle olacak; aşağıdaki yazıyı, bir zamanlar pek çoğumuzun gönül verdiği eski Taraf’ın daha ilk aylarında, 30 Haziran 2008’de yazmıştım ve 5 Temmuz 2008’da yayınlanmıştı. Devam edemeyen derlemelerimin ikinci ve son cildi olarak çıkan “Özgürlük Dersleri”ne de almıştım (Kitap Yayınevi, 2020; s. 17-18). Göreceğiniz gibi, sonlarına doğru “kâh Atatürkçü kâh Solcu yasakçılar”dan söz etmişim. Şimdi, yaşamakta olduğumuz yeni milliyetçi tırmanışın getirdiği değişik yasakçılıklar ortamında, nasıl denir, “görülen lüzum üzerine” tozlarını üflüyor, kolumla siliyor ve tekrar sunuyorum.
Birden aklıma takıldı : orta öğretimde, demokrasi ve insan hakları gibi konularda liberal düşüncenin klasik metinleri okutuluyor mu acaba ?
Danıştığım eğitimci arkadaşlarım, güldüler ister istemez. 7.-8. sınıflarda Vatandaşlık dersi varmış ama kaldırılmış. Liselerde Demokrasi ve İnsan Hakları, seçimlik, haftada bir saatmiş. İçeriği öyle basmakalıp, sırf ezbere dayalıymış ki, ütopik hayallerim karşısında bir öğretmen sadece “tövbe, tövbe” diyebildi.
Her şeyin dogma ve mevzuata indirgendiği bu ülkede, şaşmadım tabii. Oysa bir düşünün : (a) Ortaçağdan bu yana, insanlığın trajik tecrübeleri ile (b) demokratik ve bu arada liberal düşüncenin de temel metinlerinin birlikte, iç içe işlendiği bir ders, ne dolu ve canlı geçerdi kimbilir ! 301. maddeye takılmamak için (c) Türkiye’nin kendi serüvenine doğrudan değinilmese bile, şimdiki ulusal güvenlik ideolojisinin damardan zerk ettiği sığ ve süflî oportünizm yerine, evrensel değerleri biraz daha içselleştirmiş, hukuk ve ahlâk normlarına biraz daha saygılı nesiller yetişmez miydi ?
Böyle bir dersin, öğretmenin takdirine göre kullanılacak temel metinler, birincil kaynaklar seçkisinde, John Stuart Mill’in Özgürlük Üzerine denemesi (On Liberty, 1859) en başlarda yer alırdı kuşkusuz. Burada Mill, toplumun birey üzerinde uygulayabileceği iktidarın sınırlarına eğilir. Başka bir deyişle, öncelikle bireyin toplum/devlet karşısındaki görevlerine değil, haklarına bakar. Kişi özgürlüğü, ancak başkalarına zarar vermemesi için kısıtlanabilir; asla “kendi iyiliği için” kısıtlanamaz. Herkes kendisi için neyin iyi ve doğru olduğuna karar verme hakkına sahiptir. Birey kendi kafası ve bedeninin tek hâkimidir. Bu çerçevede Mill, özellikle düşünce ve ifade özgürlüğünü tutkuyla, coşkuyla savunur. İnsanların diledikleri gibi konuşup yazabilmesi, düşünsel ve toplumsal gelişmenin zorunlu şartlarındandır. Susturulmuş bir fikrin de bir gerçek payı taşımadığına asla emin olamayız. Diyelim ki bazıları yanlış şeyler söyleyecek — bu dahi iki açıdan yararlıdır. Birincisi, açık ve serbest tartışma hatâlı fikirlerden vazgeçmeyi kolaylaştırır. İkincisi, tartışma sırasında insanların görüşlerini habire sınamaya, gözden geçirmeye zorlanması, bu görüşlerin dogmalaşmasını önleyici bir rol oynar. Mill (Tanrının yanılmazlığı dahil) her türlü yanılmazlık iddiasına şüpheyle bakar. Kimse kendi mutlak doğrularını başkasına dayatamaz. Eğer karşındakinin görüşlerini savunmasını engelliyorsan, kendini yanılmaz farzediyorsun demektir. Hele bunu, muhatabını dinsizlik veya ahlâksızlıkla [veya şeriatçılık, hainlik, liberallik, Sorosçulukla] suçlayarak yapıyorsan, özgürlük için daha ölümcül bir durum tasavvur olunamaz.
(Not 1 : Mill’den yaklaşık doksan yıl önce, Voltaire’in (1694-1778) Helvétius’a hitaben, bir varyantında, “Söylediklerinize katılmıyorum, ama bunları söyleme hakkınızı hayatım pahasına savunacağım,” bir başka varyantında ise “Yazdıklarınızdan nefret ediyorum, ama yazmayı sürdürmenizi mümkün kılmak uğruna canımı veririm” dediği rivayet edilir.)
Geçenlerde bir web sitesinde komik bir şey okudum. Biri, Ankara’da Cumhuriyet’çi bir gazete bayiinin israrla kendisine Taraf vermediğinden, “yok” deyip geçiştirdiğinden yakınıyor. Diğeri, Yargıtay Başsavcısının sokak (veya mühendis) uzantısı. “Gayet doğru, ne var bunda, akıl ve bilimin emrettiği tek doğrunun icabını yapmış” diye, ciddi ciddi o bayii savunuyor !
Bu Türkiye’nin, çok yüksek dozda bir Voltaire-Mill tedavisine ihtiyacı var, hem de âcilen. Dahası, gayet net söylüyorum, şu anda Marx’tan fazla Voltaire ve Mill’e ihtiyacı var. Zira Marx’ın “burjuva” diye sırt çevirdiği, geliştirmekle ilgilenmediği, devrimle aşılacağını sandığı olağan demokrasi ve özgürlük standartlarına, o horlanan liberal-demokratik düşünce çok daha fazla ışık tutuyor. Kâh Atatürkçü kâh Solcu yasakçılara, çoğulculuk ve tolerans adına, Marx’tan hareketle söylenecek çok şey yok, ama Voltaire ve Mill’den hareketle söylenecek çok şey var. En azından şu örnekte, John Stuart Mill zamanın sınavına Karl Marx’tan daha iyi dayanıyor.