Ana SayfaYazarlarPasaportsuz Kıbrıs yolculuğu

Pasaportsuz Kıbrıs yolculuğu

Havaalanında yurt dışı çıkış pulu alıp pasaportunuzla bankoya gittiğinizde görevliler, ne pulu gidip paranızı geri alın, sadece nüfus kâğıdınız yeterli diyor. Öyle ya neyin yurt dışı diye kafanız karışıyor. Bizim Kıbrıs’ımız değil mi sahi?Uçsuz bucaksız adanın üstünde uçarken haritadaki kara parçasının bütün kıvrımlarını görebilmek heyecan verici. Issız metruk yalnız ve kimsesiz bir hali var. Sonsuz bir tatil hissiyatı veriyor başta. Birazdan bir kez daha adaya inip iki halkın nasıl olup da barış içinde yaşayamadığına şahit olacağız. Ölüm kalım müzelerini gezeceğiz ve milliyetçiliğin hangi noktadan sonra ölüm makinesine dönüşebildiği sorusu bizi hiç terk etmeyecek.MÖ. 8.000 yılından itibaren avcılık, bakır, tunç devirleri, Hitit, Mısır egemenliği, Helenistik yönetim, Bizans, Roma dönemleri, İngiliz, Venedik, Osmanlı deneyimlerinden sonra bu birikimle artık geniş bir yürek yan yana yaşamaya yetecek olgunluk oluşmuştur ada sakinlerinde diye düşünüyor insan. Bu kadar kavimler, insanlar, kültürler gelip geçtikten sonra. Ama kimsenin tecrübesi kimseye yaramıyor, bir de biz batalım bakalım neymiş duygusu hiç geçip gitmeyecek insanın başından.Ercan Havaalanı’nda bizi karşılayan Evrensel Sevgi ve Kardeşlik Derneği (ESKAD) yöneticilerinden ilahiyat öğrencisi Rabia Yazıcı ve ada başkanı Selime Güntaş’la Lefkoşa’daki bir öğrenci evine geldik. Yol boyunca deniz görünmese de doğal güzelliklerin eli üzerimizdeydi. Yıllar sonra sadece okumaya öğrenmeye odaklı bir evde soluk almak olağanüstü. Etraf sakin ve uçsuz bir yeşil alanla çevrili.kıbrıs var mı 3Evde sadece kendisine hizmet edilecek, can alıcı bir işlevi olmayan hiçbir nesne olmayınca nasıl da aklın sesi, asıl ihtiyacı duyulmaya başlıyor. Nesnelerin uzaklaşmasıyla zaman genişliyor ve önünüzde hakiki şeyler için mucizevi bir alan açılıyor. Sanki bunu yıldız kayması gibi kısa bir zaman için de olsa müşahedeye gelmişiz.Ertesi sabah derneğin Girne’deki merkezine geldik. Gençlerle Suriyeli mülteciler hakkında başlayan sohbet, elbette her yöne kaydı, Emine Uçak’ın barışı edebiyatla arayan konuşmasıyla olgunlaştı.Bu dünyada Güzelyurt diye bir şehir var ve hızla giden arabanın içinde yavaşlamaya çalışıyoruz kokusunu duyabilmek için. Sonunda dayanamayıp indik ve hurma, nar ve portakalın birbirine sarıldığı bahçelerden geçtik. Kime selam versek evine davet ediyor, bu da cennetin bir parçası. Kış ya da sonbahar hiç uğramamış gibi yemyeşil yapraklar. Yıl on iki ay kalorifer yanmayan Kıbrıs şehirleri.Eskad’ın salonu kuruluş yılı olan 1996 ruhu ile müsemma. Sade, yalın masa ve sandalyeler. İslam’ın vaat ettiklerinin, Batı’yla karşılaşmaların, değerlerimizi nasıl korumamız gerektiğinin konuşulduğu yıllar. Kitaplar da raflarda, hep feragata, tevazuya, namaza teşvik eden klasikler. İnsan bilemiyor, bu kütüphane yenilense mi, yoksa böyle kalsa mı bazı ilavelerle. Bana ilk Milli Görüş günlerini hatırlattı. Bir hareket vardı ve herkes hiçbir şey beklemeden koştururdu. Aynı hava var gençlerin yüzünde, o günlerden esen safiyet ve duruluk. Öğrencilerde Türkiye’den uzakta üniversite okumanın getirdiği gündemi sıkı takipten uzaklık belirgin. Bu, işlerinde derinleşmek için avantaj olabilir, zamanın nasıl değerlendirildiğine bağlı olarak. Fakat yavaşlamanın insana daima iyilik getirdiği çok açık.Lefke’yi yürüyerek portakal kokuları içinde iki katlı küçük, büyülü evlerin arasından geçerek baştan sona dolaşmak lazım.kıbrıs var mı 4Buradaki buluşma da sade ve içten. Yollarda şoförlüğümüzü Kıbrıs’ın yerli kızı ikinci üniversiteyi okuyan Medine yaptı. Bütün organizasyonu baştan sona kız öğrencilerin yürütmesi, adayı avuçlarının içi gibi bilmeleri hoşumuza gitmedi değil.Şehirlerin ortasından geçen yeşil hattın sebebi Rumların Türklerle eşitlendikleri hakların teslim edildiği bir anayasayı kabul etmemeleri. Bu bahis ayrı bir yazı konusu ki uzun süreçlere bir çırpıda nüfuz etmek kolay değil. Kıbrıslı Rum akademisyen Harry Anastasiou’nun Kırık Zeytin Dalı adlı çalışması, sorunu Avrupa’da ortaya çıkan etnik milliyetçilikten yola çıkarak ele almış. Rum ve Yunan tarafının adayı ele geçirme ve Türkleri sindirme emellerinin yol açtığı bölünmeyi analiz etmiş.Kıbrıslı şair Filiz Naldöven Sınır Yürüyüşü şiirinde açık ediyor yaşananları ve artık bir araya gelmenin zorluklarını :“Gazi elbisende asılı duran o kâğıt mühür…Metruk evlere bakmadan yürü…                                                                                                 Kalan duvarların üstündedir göz…                                                                                                  ……geçmişten gelen kanlı bakış…                                                                                                       Kaçsan da peşinden gelir kuyusu…Bu, sezdirmeden ölüme geçecek bir kış uykusu” Akşam Lefkoşa’da Yakın Doğu Üniversitesi’nde “Mülteciyim O Halde Vurun” başlığıyla dünyadaki genel durumu ve bağrımıza bastığımız Suriyelileri, Kobanilileri, Ezidileri konuşuyoruz birçok cephesiyle. Karaoğlanoğlu Şehitliği bize konuşma yerine çatışma kültürüne teslim olmanın felaketini bir kez daha öğretiyor. Paslanmış savaş araçları farklılıklardan şiddet üretmenin, karşıdakini yok etme isteğinin dur durak bilmediğini gözler önüne sermekte. Burada yaşanan şiddeti de din farklılığı yüzünden sanıyor birçok insan ama Türkler ve Kürtler aynı dinden oldukları halde Türkiye’de neler gelmedi mi başımıza. Buradaki gençler dönmeden önce mutlaka Kıbrıs’ı her yönüyle bütün siyasal kültürel paradigmalarıyla anlamaya çalışmalı ki hasret ve gurbet işe yarasın. Meslek nasıl olsa kazanılır, yeter ki çatışmaları çözecek insani birikimle gelsinler. Kütüphanenin zenginliği dikkat çekici. Türkiye’den çok önemli süreli yayınlar ulaşıyor buraya. İlgilenildiği takdirde İslami kesimin çıkardığı akademik ve edebi dergiler de zenginleştirecektir ortamı, buna ihtiyaç olduğu çok açık. Yerleri boş ne yazık ki.Üniversitelerin özelliği öğrencilerin hesaplı bir eğitim alabilmeleri ve denklik sorununun olmaması. Böyle açıklıyor gençler geliş sebeplerini. 28 Şubat sürecinde başlarına gelenlerden sonra son durak niyetiyle gelen başörtülü öğrencilere burada da zulmü reva görenler olmuştu. Artık her eğilimden gençler, Türkler, Kürtler, Araplar, Ruslar, Afrikalılar hatta İngilizler bir arada. Kıbrıs’a yakışan bir durum. Arapahmet Mahallesi’nde biraz dolaşınca iç içe geçmiş insanlık hallerini, birbirini takip eden kültürleri, izleri hissedebiliyor insan. İyilikle güzellikle konuşan, tartışan, kantinde çaylarını içen sayısız gencin yarattığı ortam, kendi öğrenciliğimizden nice hüzünlü hatıralara götürüyor bizi.Adada kalacak bir yanımız, insan mutlaka geri dönmek ister birgün, Sarayönü camiini, Salamis Harabelerini, Bellapais Manastırı’nı, Hz. Ömer camiine vuran dalgaları ve daha nice mekânları, bahçeleri, köyleri tekrar görebilmek için. Ada halkı kumarla kötülüklerle anılmayı reddediyor, tertemiz bir varoluşla bilinmek en doğal hakları.Arapahmet Mahallesi’nden sınıra doğru ilerlerken yol bir çocuk parkında sona erdi. Parkta tel örgü, arkasında Barış Gücü askerleri sonra Rumlar hayal meyal. Hayat başkalarını da hissetmekle, anlamakla, bilmekle anlamlı. Kalp tel örgüyü reddediyor aslında dünyanın her yerinde ama kalpleri dinleyecek yürekler lazım.

- Advertisment -