Bir yazar-düşün insanının karakterini, eğer kendisini bizzat tanımıyorsak, yazılarına bakarak anlıyorduk geçmişte.
Sonra televizyon ve tartışma programları geldi ve şimdi de bu ikisine sosyal medya eklendi.
İlginçtir, bu üçünde birden izlediğimiz kişilerin ayrı mecralarda izlenen karakter yapıları, düşüncelerinde doğal olarak fark aksettirmese de üsluba oldukça farklı yansıyabiliyor.
Kadri Gürsel de bunlardan biri. Yazıları (fikirlerinden bağımsız olarak) oldukça ölçülü ve derli toplu değerlendirmeler sayılabilirler. Fakat bu niyeyse, Kadri Beyin televizyondaki imajıyla uyuşan bir yargı değil.
Sayın Gürsel, yazılarındaki üslubun aksine televizyonda, yani spesifik olarak uzun sure sürdürdüğü “Dört Bir Taraf” programında snop, fazlasıyla üstten tavırlı ve tabiri caiz ise ukala bir kimlik yansıtıyor izleyiciye.
Gürsel, Milliyet gazetesindeki son yazısında, programdaki bir tartışmaya değinmiş.
Konu, Türkiye’de çoğunlukla AK Parti’ye oy veren kesimlerin İç Anadolu’da ve aksine muhalefete verenlerin ise kıyılarda yoğunlaşması.
“Denize dökülecek miyiz bu gidişle?” başlığını attığı yazısında Kadri Gürsel,
http://www.milliyet.com.tr/denize-dokulecek-miyiz-bu-gidisle-/dunya/ydetay/2046265/default.htm
program ortaklarından biriyle (tahminen Abdülkadir Selvi) ile girdiği bir polemiği anlatıyor:
“Sizin bu (kıyı) kompleksiniz nedir, yüzme mi bilmiyorsunuz? (Sahillerle) Derdiniz nedir?” diye soruyor muhatabına ve yazısında da ekliyor;
“Kabul ederim; oyunun kuralları içinde kışkırtıcı bir soruydu…”
Ve böylece de, yukarıdaki yazısına konu edindiği kaygılara onu savuran cevabı alıyor; “Siz de yüzerek denize döküleceksiniz bu gidişle…”
Gürsel’e göre bu; “Osmanlı ve Cumhuriyet modernleşmesine “tarihin bir kazası” olarak bakan, bu modernleşme hareketi sonucu ortaya çıkan önemli bir toplum kesimini de o kazanın peydahladığı yabancılarmış gibi algılama eğiliminde olan, faşizan bir siyasi kültür.
Ayrıştırıyor, kutuplaştırıyor ve sürekli düşman üreterek ülkenin iç barışını tehdit ediyor.”
Tabii hemen arkasından, “denize dökme” söyleminin, Kurtuluş Savaşı anlatılarındaki karşılığı hatırlatılarak siyasi rakibi düşmanlaştırma hatasındaki AK Parti zihniyeti eleştirileri (Belki eleştiri yerine alarm daha yerinde bir sözcük) ve kıyıların aslında ilerlemenin, gelişmenin, aydınlanmanın kapıları olduğu hatırlatması geliyor.
Ne de olsa Gürsel’den söz ediyoruz. Bir yerlerde o içinde yazılarında daha iyi kamufle ettiği ama televizyonda bastıramadığı kibir ortaya çıkıveriyor; “Kıyılar ilericidir, aydındır, gelişmiştir, hoşgörülü ve demokrattır, peki ya siz? Hayır siz öyle değilsiniz…”
(Bidonlar, kafalar, kısa bacaklar, cahiller, vs vs vs…)
Haklı bir tesbiti de var Gürsel’in.
Farklılıklar, bilgi, yenilikler hep kıyılardan, deniz ticaretinin kapıları olan limanlardan giriyor anakaraya, bu doğru.
Ve bu durum hoşgörüyü, birlikte yaşama kültürünü geliştiriyor. Elbette bu da doğru.
Fakat kendisi de gayet iyi bilmekte ki bu geçen yüzyılın bir gerçeği.
Çoktandır “bilgi” havada hareket ediyor. Ticaretle gelen yenilikler Türkiye’nin her tarafındaki havaalanlarına inen uçakların kargo bölümlerinde taşınıyor.
Köprünün altından çok sular aktı.
100 yıl önce yenilen bir İmparatorluğun ve halkının kültürel mirası baskılanarak Anadolu’nun içlerine sürüldü, orada kuytulara saklandı ve gününün gelmesini bekledi. Beklerken de kendisini kapatan, sindiren modernitenin yeteneklerini öğrendi, onlarla donandı.
Yapay, dayatma bir kültür, silah zoruyla, sansürle, yalanla ayakta zor duran bir cumhuriyet, nihayetinde sürdürülemez hale geldi ve onu gerektikçe devrildiği yerden kaldırıp insanların kafasına diken darbelerin dönemi de kapandı.
İşte o zaman, yok olduğu sanılan bir kadim varlık, Ortadoğu’nun 10 bin yıllık aklı, saklandığı kuytulardan çıktı ve hakkı olan topraklarda yayılmaya başladı.
Doğal olarak ilk kabul gördüğü yerler kıyılar olmadı.
“Yaşam biçimine müdahale” heyulasıyla ürkütülmüş insanlar, eskisinden çok daha demokrat, çok daha hoş görülü ve kapsayıcı, ayrıca bir o kadar da barışçı bu yeni (ama aslında çok eski) varlıktan ürktüler ve Kadri Gürsel gibilerin tezviratları etkisinde, (giderek azalsa da) ürkmeye devam ediyorlar.
Oysa Kadri Gürsel ve onun gibiler de gayet iyi biliyorlar; kimsenin denize döküleceği filan yok.
En azından 2 milyon mülteciyi misafir edenlerin böyle bir şey yapacağını beklemek haksızlıktır ve illa ki bir “denize döken”den söz edeceksek onu, bir mülteci mezarlığına dönen Akdeniz’in kıyılarında bulabiliriz belki ama tabii Kadri Gürsel o tarafa bakmayacaktır.
Eskinin modernist-despotik cumhuriyetinde horlanan, kovulan, soykırımdan geçirilen azınlıkların haklarını bugün, o azınlıklarla birlikte yaşama kültürünün asıl yaratıcısı ve uygulayıcısı 10 bin yıllık bu zihniyet verirken, denize dökülecek tek şey, sayın Gürsel’de kişilik bulmuş, o kibirli, elitist-modernist, gelip geçen modasıyla kadim olanın karşısında duramayan, devamlı “Ama ya benim yaşam biçimim? Ona ne olacak?” yersiz korkularında kıvranan garabettir olsa olsa, diye de belirtmek gerekiyor…
Tabii ki bu korkudan, bir sure daha çok ekmekler yenecek…
Tabii ki seçim meydanlarına boca edilen boş vaatlerin yanında, bunlar da sos olarak servis edilecek…
Tabii ki “ama bizi kutuplaştırıyorsunuz” kaygıları bizzat kutuplaştıranlar ve bundan kaotik faydalar umanlarca dillendirilecek…
Ama gün gelecek, artık bu yalanları yutacak kimse kalmayacak ve evet o zaman denize bakıp arkasından el salladığımız bir şeyler olacak.