5 Nisan 2012 günü Hürriyet gazetesinde çıkan “Tablo” adlı yazısında Yılmaz Özdil 90’larda müzayedelerde iş adamları tarafından milyonlarca liraya kapışılan Evren tablolarının değerinin yıllar geçtikçe nasıl düştüğünü, hatta 2010’da 2011’de 5 liralık bir Evren resimleri müzayede kataloğunu satın alan bile çıkmadığını anlatmıştı.
12 Eylül’ün ve Kenan Evren’in kısa ve çarpıcı bir itibarsızlaşma tarihiydi bu yazı. 12 Eylül’ün ve Evren’in itibar kaybetmeye başladığı yıllarla, AK Parti’nin iktidar yıllarının denk gelmesi ise herhalde bir tesadüf olsa gerek!
Yazıdaki kronolojinin Sakıp Sabancı’nın kıyasıya çekişmeli geçen müzayede sonunda bir Evren tablosuna 50 milyon lira verdiği 1993 yılından başlayıp, neden Kenan Evren’in yaptığı ilk tablonun müzayedeyle satıldığı 1992’den başlatılmadığı sorusunun cevabını 3 Mart 1992 günkü Milliyet’ten okuyalım:
“Kenan Evren Lisesi Eğitim ve Kültür Vakfı yararına önceki akşam Fenerbahçe Orduevi’nde düzenlenen baloda 7. Cumhurbaşkanı ve Vakfın Onursal başkanı Kenan Evren’in Marmaris’teki evinde yaptığı ilk yağlıboya tablosu açık artırmaya çıkarıldı. Gazetemiz sahibi Aydın Doğan’ın 38 milyon lirayla katıldığı artırma, 50 milyon lira ile iş adamı Sakıp Sabancı’da kaldı. Sabancı, Sokak Manzarası adlı tabloyla birlikte Evren’in gümüş bastonunu da kazandı.”
Maalesef mesele patronun hatırı için hakikatin boyunu birazcık kısaltma kurnazlığından (hep işe yaramadığı açık) daha ciddi.
O yüzden havası kaçmış darbeciye efelenenlere, Evren’in gümüş bastonunu 12 milyon farkla kaçıran patronlarının 1995’de Evren’in kızının nikah şahidi olarak teselli edildiğini de hatırlatıp yeraltında korsan basılan bir direniş gazetesinde yazıyormuş edalarını bozmayalım.
Kenan Evren’e yetişememek bir nakısa değil.
Vehbi Koç gibi şöyle mektuplar yazma fırsatı yakalamamak da:
“Yakalanan anarşistlerin ve suçluların mahkemeleri uzatılmamalı ve cezaları süratle verilmelidir. Komünist Parti'nin, solcu örgütlerin, Kürtlerin, Ermenilerin, birtakım politikacıların kötü niyetli teşebbüslerini devam ettirecekleri muhakkaktır, bunlara karşı uyanık olunmalı ve teşebbüsleri mutlaka engellenmelidir.” (8 Ekim 1980)
Şöyle bir özgürlük ortamında gazetecilik yapmamış olmak da:
“Belgrad’dan Üsküp’e Tito’nun özel beyaz treniyle gidilecekti. Atatürk’ün tren penceresine kollarını dayamış güzel bir fotoğrafı vardır. İşte, Evren Paşa’nın böyle bir pozunu yakalama çabasındaydılar. Belgrad’dan trene gece binildiği için bu olanak yoktu…. Ben elimde iki şişe armut rakısı, omuzumda fotoğraf makinem, trene doğru ağır ağır yürüyordum. Bir baktım Hürriyet muhabiri o pozu yakalamış olmanın heyecanıyla durmaksızın çalışıyor, ha bire fotoğraf çekiyordu. Evren Paşa da pencerede kollarını dayamış, mütebessim poz veriyordu. Koşmaya başladım. Bir yandan da fotoğraf makinemi doğrultup ayarlamaya çalışıyordum. Elimdeki içki şişelerinin bulunduğu plastik torbayı peronda beton zemine bıraktım; fakat aynı anda ayağım takıldı, şangır şungur sesler.. Evren gülüyor. Pozu yakaladık, ama biraz zaman aldı; Evren sen de amma acemiymişsin, dedi pencereden…”(Hasan Cemal. Demokrasi Korkusu. S.71)
Tren penceresinde Atatürk pozunu yakalamak şart da değil. Önceki gün Evren için “Nasıl bilirdiniz” manşetiyle çıkan Cumhuriyet 13 Eylül 1980 günü soruya manşetten büyük bir Evren resmiyle şöyle cevap vermişti:
“Ana hedef Atatürkçülük”
Bunu nasıl tespit ettiklerini hikayesini yine bir hatıradan okuyalım:
“12 Eylül 1980'de, tam da bu satırları yazdığım saatlerde, Cumhuriyet gazetesinin o koca salonundaki yegâne televizyonun sesi sonuna kadar açılmıştı. Gazeteye gelebilenler televizyonun karşısına yığılmış, darbenin lideri Kenan Evren'in açıklamalarını dinliyordu.
İlhan Selçuk'u hatırlıyorum, TV'yi görebilmek için bir masanın üzerine çıkmıştı, dikkat kesilmiş izliyordu olan biteni. Kenan Evren, darbenin kimlere karşı yapıldığını anlatırken 'irtica'yı da sayınca belli bir rahatlama sezdim İlhan abinin yüzünde. 'İrtica da dedi' diyerek masanın üzerinden indi, yukarıya odasına çıkıp darbeli günlerin ilk yazısını yazmaya gitti.” (İsmet Berkan. http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=164016)
Gazetenin yazarlarının, Evren kürsülere çıkıp Kuran’dan ayetler okumaya başlayıp, din dersini zorunlu yapıp, 27 Mayıs’ı bayram olmaktan çıkarana kadar sürmüştü bu destekleri..
Darbeye, Meclis kapatıldığı, partiler yasaklandığı, demokrasi ve hukuk askıya alındığı için değil, darbeyi yapan askerin kim olduğu ve kime karşı darbe yaptığına göre pozisyon alma geleneğinden gelenlerin derin Evren hayal kırıklığını 12 Eylül’ün akıl hocalarından, darbenin solcu-Kemalist Maliye Bakanı Adnan Başer Kafaoğlu’nun sözlerinden okumayı sürdürelim:
“Aslında cuntaya son anda binen kişi işleri berbat etti. Evren. ‘A madem ki yapıyorsunuz ben de varım’ dedi. Komutanlar da, komutanımız filan diye, reddedemiyorlar ki? Her şeyi Evren berbat etti. Gitti ayet okudu kürsülerde. Bana diyor ki şimdi Üruğ Paşa, Evren hasta ziyarete git. Şeytan görsün yüzünü. Bir kere gördüm hâlâ onun ıstırabını çekiyorum.” (Radikal, Yurdagül Kocaer’in röportajı.1998)
Bu kadar ızdırab veren Kenan Evren halbuki, Umreye gidince tavafı ayakkabılarıyla yapmaktan zorlukla vazgeçirilmiş, heyete “Suudiler Vehhabi’dir, emrediyorum siz de sünneti kılmayacaksınız” diye farzlar koşmuş, eşinin Cuma namazını müteakiben kılınacak cenaze namazı için gittiği camide Cuma’nın farzı için saf tuttuğu anda, gelip kulağına bir şey fısıldayan bir bürokratla birlikte saftan “laiklik”çıkışı yapacak kadar rejime bağlı, Mehmet Keçeçiler’in eşinin başörtüsü bağlama yapma şeklinden modern türban modası geliştirmeye çalışan, başörtüsü yasağının banisi, Nü tabloların ressamı bir Kenan Evren’di.
Herhalde bu tutanaktan daha iyi hiçbir şey anlatamaz bunu.
17 Mart 1981. Milli Güvenlik Konseyi’nin ikinci oturumu. Saat:18.15. Milli ve dini bayramların yeniden düzenlenmesiyle ilgili taslağı hazırlayan İhtisas Komisyonu Başkanı Kurmay Albay Cumhur Evcil konuşuyor:
“Evcil: 19 Mayıs günü Atatürk’ü anma ve Gençlik ve Spor Bayramı olarak..
Başkan (Kenan Evren): Eskiden yalnız Gençlik ve Spor bayramı idi.
Evcil: Yalnız Gençlik ve Spor Bayramı idi. Bu Atatürk’ü Anma Günü olarak da ilave edilmiştir. 30 Ağustos günü eskiden olduğu gibi gene Zafer Bayramıdır.
Evren: Dini bayramlara bir değişiklik yok.
Evcil: Dini bayramlarda bir değişiklik yok…”
Simetri hastası bir albay ufkuyla memlekete nizam vermeye çalışan, ama her şeye çeki düzen verecek ne bir birikimi, ne de zekası olmadığı için bir anlığına dini bayramlarda değişiklik mevzusunu açabilecek kadar zihnen boş bulunabilen, “akşam olsa da eve gitsem, uğraştırmayın beni, üç kuruş para alıyoruz” diye söylenen işini sevmeyen bir memur motivasyonuyla, elindeki büyük kudreti kullanan ama beceriksizliğini, tankıyla, tüfeğiyle ya da ucundan göstererek örten, şeytani bir zekası olmayan, hatta naif, cahil ve lümpen bir askeri diktatör…
Bu tarif, Evren’in ölümünden sonra her yeri kaplayan “idam edilip gömülüp, mezarından çıkarılıp yeniden idam edilmeli”den aşağısının makbul bulunmadığı ceset tekmeleme ayinlerini kesmeyebilir.
Alper Görmüş, Kenan Evren üzerine yazdığı cesur portrede “Kenan Evren, bu toplumun nefret ettiği değil, nefret edermiş gibi yaptığı bir diktatör!” demişti.
Ölmüş Kenan Evren’den nefret etme yarışı belki bütün bu kötü hatıraları, gönül kaymaları, yeterince nefret ettirmeyen naiflikleri, şapşallıkları, belki de herkesin bir tarafından elinin değdiği suç ortaklığını silme telaşıdır.
Kenan Evren’e 1997’de “12 Eylül’den Önce ve Sonra Ne Demişlerdi? Ne Dediler? Ne Diyorlar?” adlı bir kitap yazdıracak büyük bir “vefasızlık” hikayesi bu.
(Evren bu kitabın İngilizcesini yazmaya kalksaydı ona yetecek kadar da çok malzeme bulurdu ki o da ayrı bir yazının konusudur)
Sıfır riskliyken bir darbecinin cesedini tekmeleyerek demokrasi karnelerine altın sayfalar yazdıklarını zannedenlerin, 12 Eylül karşısında kötü sınav vermiş sağdan sola, Kemalistinden İslamcısına hatta liberaline, hatta hızını alamayıp seçimler gelsin diye referandumda Evet demiş halkın yüzde 91’ine çakanların yaşları yetiyorsa 27 Mayıs, 12 Mart, 28 Şubat’taki diğer Kenan Evrenlere karşı nasıl bir sınav verdiklerine bakmak için birkaç arşiv karıştırmak yeterli. Gençlerin ise 27 Nisan 2007’de karşılarına çıkan ilk Kenan Evrenimsi Genelkurmay Başkanı karşısındaki eğilip büzülmeleri, 12 Eylülümsü 27 Nisan muhtırası için “Bundan sonraki adım tank olur”, “Muhtıra var diye susmam, hükümeti de eleştiririm arkadaş” halleri, Kenan Evren’le, yaşlı bir ressamken değil, kudretli bir paşayken karşılaştıklarında neler yapabilecekleri hakkında net bir fikir veriyor.
Ama Türkiye, çok geç de olsa Kenan Evren’i, 12 Eylül’ü aştı. 27 Mayıs’ı 28 Şubat’ı, 27 Nisan’ı da… Hepsinin aynı iktidar yıllarına denk gelmesi de çok büyük bir tesadüf olmalı.
Kenan Evren’in resimlerinin milyonlara satıldığı yere eski Türkiye diyoruz. Müzayede kataloğunun bile alıcı bulamadığı yere ise Yeni Türkiye.
Yeni Türkiye’de Kenan Evren, “Yargılanamaz, bizi enayi yerine koymayın” denilen bir referandumdan sonra yargılanıp er rütbesine düşürüldü.
Cenazesine Cumhurbaşkanı, Başbakan, kabineden hiçbir bakan, dört siyasi partiden hiçbir isim katılmıyor bugün. Cenaze için kimse taziye de yayınlamadı. Genelkurmay Başkanlığı’nın yayınladığı bilgi notunda bile Kenan Evren’in 1980 ile 1983 yılları arasında yaptıklarından bahsedilmedi, o tarihler arasında hiç yaşamamış gibi davranıldı.
Her fırsatta üzerinde tepindiğiniz yeni Türkiye bugün eski darbecisini hak ettiği şekilde uğurluyor…