Batı'nın yüz yıl önce Ortadoğu için kurguladığı siyasal sistem büyük sarsıntı geçiriyor. Yanı başımızda büyük bir kargaşa hüküm sürüyor. Hakimiyetini kaybeden Batı'nın en büyük silahı ise kaos ve çatışma. Batı önce kaosu bölgeye saldı, sonra da düzen kurucu olarak inisiyatif aldı. Afganistan, Irak ve Suriye örneği ortada. El-Kaide, Taliban ve IŞİD gibi örgütler, bugüne kadar hep Batı'nın müdahaleci varlığını meşrulaştırıcı bir işlev gördü. Önce gözü dönmüş şiddet grupları sahada beliriyor, ardından Batılı devletler. Batı'nın elinin altında hep hazır tuttuğu bir Pandora kutusu var.
Batı'nın Türkiye için tutumu da farklı olmadı. Seçilmiş hükümetle arası bozulduğunda yıllardır elinin altında hazır tuttuğu Pandora'nın kutusunu açıverdi. Bütün kötülükleri AK Parti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın üzerine saldı. Gezi ayaklanması ve paralel darbe girişimiyle önce gözdağı verdi. AK Parti'yi teslim alamayınca da yüz yıl önce kurulmuş bir saatli bombayı, Kürt kartını devreye koydu. IŞİD üzerinden PKK, PYD ve HDP'yi aktörleştirdi. Türkiye'deki destekçilerini AK Parti'ye karşı bir araya getirdi. AK Parti ya teslim olacak ya da Türkiye kaosa ve çatışmaya terk edilerek bölünmeye sürüklenecek! Batı, Türkiye'yi bu tehlikeli seçenekle karşı karşıya getirmeyi başardı.
Kuşkusuz Türkiye, karşı karşıya kaldığı tehlikenin farkında. Bu tehlikeyi gördüğü için devlet barış sürecine yöneldi. PKK'yla çözüm süreci başlatıldı. Suriye ve Irak yangın yerine dönmüşken Türkiye, çözüm süreci sayesinde barış adası gibi kalmayı başardı. Fakat maalesef bunun da sonuna gelindi. Batı'nın desteklemediği bir barış sürecinin başarıya ulaşma şansı çok zordur. Başarı için iki tarafın da dış aktörlerin etkisine kapalı olması gerekir. Ne var ki ilk günden bu yana PKK ve HDP, "üçüncü göz" dayatmasında bulunmaya başladı. Dış aktörleri çözüm sürecinin tarafı haline getirmeye çalıştı. Dış güçlerden bağımsız hareket edemeyen bir aktörle barış süreci de anca buraya kadar getirilebilirdi.
7 Haziran'dan sonra ortaya çıkan tablo çözüm sürecinin akıbetini belirsizleştirdi. Süreci başlatan siyasi iradeye kumpas kuran, onu arkadan vuran ve en önemlisi de çözüm sürecinden farklı bir ajandaya bağlı olarak hareket eden PKK ve HDP ile masada kalmak artık çok güç görünüyor. Masada kalmak da zor, kalkmak da aslında. Bu CHP için de, AK Parti için de böyle. Türkiye, zorlu bir ikilimin içine sıkıştırıldı. Buradan çıkış için AK Parti-HDP koalisyonu önerenler de var. Suriye'de Batı destekli bir Kürt devleti kurulurken, Türkiye'de çatışmaların önünü almak ve bin yıllık kardeşliği korumaya çalışmak gerekiyor. Bu ihtimali zorlamak şart. Ancak HDP ve PKK'nın dışa bağımlılığı AK Parti'yi tereddüte itiyor. Üstelik PKK ve HDP, MHP'ye sıcak bakarken AK Parti'yi düşman gibi görüyor. PKK'nın en tepesindeki isim olan Cemil Bayık, dün yayımlanan söyleşisinde Başbakan Davutoğlu için "Siyasetçi değil, lümpen bir adam" deme cüretini bile gösterdi. Bu üslubun kasıtlı kullanıldığı açık. PKK'nın yeni dönemde nasıl hareket edeceğini bu üsluptan çıkarabiliriz. PKK kaostan, çatışmadan ve bölünmeden yana.
Pandora’nın kutusundan Türkiye'nin payına çıkan kötülük bu. Bin yıllık kardeşlik çözülüyor. Tüm partilerin öncelikli görevi bin yıllık kardeşliği koruma olmalı. Kardeşliği koruyamazsak ülkenin bütünlüğünü hiç koruyamayız.