Şunu bil; sıradan bir insansın…
İyisindir hoşsundur da… “Küçük gündelik işlerde” çoğu zaman dayanışmacı değil beleşçisindir mesela. Üstelik tembelsindir de… “Sıradan” bir işin ucundan tutulacaksa ortalarda pek gözükmezsin. Alışveriş yapılacak, yemek pişirilecek, ortalık toparlanacak, çamaşırlar asılacaksa sıvışıverirsin. Sonucundan yararlanılacağı zaman sessizce yerini alırsın ama.
Neşeli insansındır. Can yakmayı sevmezsin. Fakat küçük Kişisel stratejilerin de vardır doğrusu. Grupta çoğunluğu kollarsın. Yatılı okul talebeleri gibi; zayıf, naif bir elemanı çoğunluk tiye almaya başlayıp, eğlenceliğe dönüştürdüğünde senin “durun bakalım” dediğin pek görülmemiştir. Şen şakrak katılırsın sen de “ironik ezme seanslarına”… Bunlar, hayatın üzerinde durmaya değmez küçük eğlenceli oyunlarıdır. Sen bir büyük davanın adamısındır! İşçiler ezilirken, Kürtler öldürülürken, Müslümanlar aşağılanırken mazlumların yanındasındır nasılsa.
Titizsindir. Temizsindir. Ama arabanın camından çer çöp atmışlığın, fırsatını bulduğunda kırmızı ışıkta geçmişliğin de çok olmuştur. Önemli değil; nasılsa “büyük davada”; medeniyetten, yeşilden yanasındır şehir ahalisi gibi sen de…
Ayrımcılıktan nefret edersin bilirim. Pek haz etmediğin bir entelektüelden söz açıldığında hınzır bir gülücükle attığın “onun için gay diyorlar” kılçığının ayrımcılıkla ne ilgisi olabilir? Elimizde bir bu “ince mizah” kaldı, onu da mı alacaksınız? Political Correctness’ın modası geçeli çok olmadı mı hem? Cetvel gibi sıkıcı mı yaşayalım?
Küçük de olsa, yalanları sevmezsin. Kant bile su dökemez eline. Hayat bilgin seni uyanık tutar. Domates alırken pazarcıya arkanı dönmeyeceğini bilirsin. Ama tarafı olduğun “büyük davaların” büyük yalanları olabileceğini düşünmezsin. “Şüphe”, işine geldiğinde çöpe atılacak ilk duygudur.
Haklara saygın sonsuzdur. Ayrıcalıklardan nefret edersin. Fakat mesela çocuğuna bir öğrenci yurdunda verilen iki kişilik odayı tek kişilik odayla değiştirmek için torpil peşinde de koşarsın. O kadar da değil tabi. Çocuk bu. Elbette kollayacaksın. Hem sen yapmasan başkası torpil yapıp kapacak odayı. Bilmiyor muyuz?
Ehliyetini sınava girmeden aldığını nasıl da iş bitirici bir gururla anlatırsın. Haksız mısın? Bitirmişsin işi işte. Memleketin çivisi çıkmış düzeniyle alay etmeyeceksin de ne yapacaksın.
Kendini övmeyi sevmezsin. Ama bir yere kadar. Fazla tevazu da kibirden gelir. Zaman zaman kadrini bilmeyenlere “o meseleyi ilk ele alanın sen olduğunu” da hatırlatman kendine saygının gereğidir elbette.
Sana sorulsa, çoğunluk tartışmalarda adap usul bilmiyordur. Herkes çok konuşuyor, hiç dinlemiyordur. Haklısın. Sen hiç öyle değilsin…
Zor durumlarda arkadaşlarından aldığın destekleri kendinden gurur duyarak anlatmayı seversin. Birisi pasaport çıkartmana yardım etmiştir. Öteki, seni elinden tutup yüksek bir bürokratla tanıştırmış işini halletmiştir. Bir diğeri, çok sıkışıkken üç beş dirsek çıkmıştır. “Sağ olsunlar” dersin. Demesine dersin de… Gözlerinin ışığından, aslında kendi saygınlığına duyduğun hayranlık sızar. Sana yapılanlar, onların değil, senin değerinin kanıtlarıdır.
Gösterişi hiç sevmezsin. Arada bir, çok sıradan bir iş, anlatılmaya değmez bir insanlık görevi olarak “bir çocuk okuttuğunu” mırıldanırsın. O çocuğun sana kaça mal olduğunu ise duyan olmamıştır hiç. Ayda 100 mü, 150 mi? Ayıptır zaten rakam söylenmez.
Ünlü insanlara biraz düşkünlüğün vardır. Hangimizin yok ki? Şöhret zaten insanı kendine çeken bir şey değil mi?
Dedikoduyu ise hiç sevmezsin. Ben seveni görmedim zaten.
Hayatta en büyük yanlışın herkesi kendin gibi iyi niyetli zannetmen olmuştur. Gülme; başına ne geldiyse bundan geldi senin.
Bir de meşhur yemin meselesi vardır bilirsin… Yemin etmemiş olsan senden her isteyen dostuna gider, imzayı basar kefil olursun. Ama yemin etmiş bulundun bir kere işte.
Hayvan sevgini ise kimseyle yarıştıramayız. O güzelim köpekleri alıp sonra terk edenlere kızgınsındır. Tüyleri dökülmeyecek olsa, her gün dolaştırmak zorunluluğu bulunmasa alıp götürür bağrına basarsın. Bir de hayvan barınaklarının içler acısı hali tüketir bitirir seni…
Birisi sana derdini anlatıyorsa ilk sözün kendi derdini söylemek olur. “Ben de” diye başlarsın konuşmaya. Yarenlikte üstüne yoktur.
Eleştiriye tahammülün vardır… Genellikle, eleştirilmediğin zamanlarda…
Fazla mı kasvetli oldu? Galiba ölçüyü kaçırdım. Keseyim burada…
Bunları da gör istedim. Yoksa iyi tarafların çok tabi. Sıradan insan demek, iyiyle kötünün güreştiği bir iç dünya demek değil mi?
Buraya kadar yaptığım yetmezmiş gibi tüyleri iyice kaldıran bir bilgiçlikle; “Ahlak, kendi kötülüğümüze kendi elimizle açtığımız bir savaş değilse nedir ki” diye sorsam, hak vermez misin?
Kendi kötülüğüyle mücadele şuuru üretebilen varlıklar olarak iyiliğimizden kuşku duymaya hakkımız var mı?
Şili’deki madencileri biz kurtarmadık mı? Gölcük, Adapazarı yıkıldığında hiç tanımadıklarımız için yollara düşmedik mi? Kardeşlerine, arkadaşlarına böbreklerini bağışlayanlar bizden değil mi? Hrant vurulduğunda; Özgecan’a kıyıldığında ta içimizden bir şey kopmadı mı?
Başkaları için tuttuğumuz yaslar; duyduğumuz sevinçler hep maske miydi?
Sen de yaşamadın mı bütün bunları?
“Merhamet” insandan başka kimin lügatinde var doğada?
Evet, iyiyle kötünün kendine has bir karışımısın. Sıradan insansın…
Kim misin sen? Kimi mi anlattım?
Hepimizi…
Aynamızla konuşuyorum. Sen, ben, onlar… Hepimizin aynasına sesleniyorum.
Sıradan insanlar olarak kendimizden bir kolaj yapıyorum. Kendimin de bu paragraflardaki duraklardan bir kısmına (belki de her birine) çeşitli kıvamlarda uğrayıp geçerek; kim bilir bugün de bazılarını taşımaya devam ederek, içinde yer aldığım bir kolaj bu.
Şaşırdığım şey ise başka.
Bu kadar kusurlu ve çelişik varlıklar olarak biz insanlar, küçük hayatlarımızdan büyük davalara sıçradığımızda, nasıl oluyor da benzerliklerimizi unutarak bütün erdemleri kendimizde, şeytanlıkları da “ötekinde” görmeyi başarabiliyoruz?
Siyasette nasıl bir büyü var ki bizim sıradan hayatlarımızın bütün günahlarını yıkayıp, arındırıp kendimizi kusursuz kurtarıcılar olarak görmemizi sağlıyor…
Ve utanmadan boğaz boğaza geliyoruz?
Çok mu naif bir soru oldu bu?
Fakat unutmayın, gerçek soruları çocuklar sorarlar.