Hükümet ile HDP arasında varılan bir anlaşmanın da ürünü olan "Akil İnsanlar Heyeti"nin kurulması, barış için bir adımdı. Taraflar, barışın kitlelere anlatılması ve benimsetilmesi için, bir grup aydını da devreye sokuyor; yeni bir dönemi başlatmaya çalışıyorlardı.
73 kişilik "Akil İnsanlar Heyeti"nin kurulması(2013); nasıl bir etki yapacağı önceden çok kestirilemeyen, yeni bir başlangıçtı. Bu projede yer alan bir insan olarak, izlenimlerimi defalarca dile getirdim. Toplumun barışı benimsemesi, beklenenden daha hızlı ve olumluydu. Heyetler, iki ayı aşkın bir süre boyunca, Türkiye'yi dolaştılar. Destek yüzdesi; toplantı ve temasların sonucunda, daha da yükseldi. Ülkede bir ivme oluşuyordu.
Çözüm süreci karşıtları
Ancak… Bu olumlu havadan hoşlanmayanlar da vardı elbette. Gittiğimiz bir çok yerde; MHP'lilerle birlikte, CHP'liler de, aleyhte gösterilerde yer alıyorlardı. İlginç olansa şuydu: O güne kadar Kürtlerin özgürlük talepleri konusunda duyarlı davranan, kendini "özgürlükçü" diye tanımlamayı tercih eden, bazı kesimlerde de, bir telaş hissediliyordu.
Daha önce Öcalan'a ve HDP'ye sıcak yaklaşan bu kesimlerin; "Öcalan Erdoğan'la anlaşıyor" psikozu içinde, "Erdoğan'la barış olmaz", "Basın özgürlüğü olmadan barış olmaz" değerlendirmeleriyle; Kürt hareketi üzerinde psikolojik bir hegemonya kurdular. HDP yöneticileri, kendilerini, bu kesime karşı savunmakta zorlandılar. Kürtlerin kendi içlerindeki uzlaşma karşıtı eğilim de bu durumdan güç aldı. Bu kesimlerin HDP yöneticilerine yönelik, "Siz bu sürece sarılarak, Erdoğan'ı yedirtmeyiz demek istiyorsunuz" sözlerinin bizzat tanığıyım.
Gezi, 17-25 Aralık
Gezi olayları(Haziran 2013), 17-25 Aralık operasyonları(2013); HDP'liler üzerindeki manevi baskıların arttığı dönemlerdir. Onlardan “iç kamplaşma”nın bir parçası olmaları beklendi. Buna rağmen, Öcalan'ın da etkisiyle; HDP ve Kürt hareketi, çatışmasızlığa ve çözüm sürecine bağlı kalmayı sürdürdü.
Suriye Kürdistanı’nda başlayan çatışmalar, ufak ufak Türkiye'ye sıçramaya başladığında ise; hava değişti. PKK için, böylece, daha geniş bir alan ortaya çıkmıştı. Çözüm sürecinin başındakinden farklı koşullar vardı artık. Kandil, bölgede daha etkili bir aktör olabilmek için, daha geniş bir askeri güce gerek duyuyordu. Suriye'de savaşacak gençlere ihtiyaç artıyordu. Öcalan'ın silahları bırakma çağrısı geçmişte kalmıştı.
Kobani kırılması
Kobani kuşatması, çözüm süreci için bir kırılma noktası oldu. AK Parti hükümeti, (Türkiye'deki Kürtlerle artık iyice kader birliği içine girmiş bulunan) “Suriye Kürtleri”ne, nasıl davranacağını, bilemedi. Süreci yönetemedi, çelişmeli kararlar aldı. Türkiye'nin güneyinde PKK'ye paralel bir özerk yapının ortaya çıkması, "kırmızı çizgi" olarak ilan edildi. Öte yandan sınırlar PYD'ye açıldı.
Kobani'de, AK Parti hükümetinin tutumunu protesto amacıyla, HDP'nin çağrısıyla Diyarbakır ve çevresinde örgütlenen gösterilerde, 50 civarında insan yaşamını yitirdiğinde; hükümet kendini farklı bir noktada bulmuştu. Çözüm sürecinin de etkisiyle, Türkiye'nin bölgedeki askeri varlığı hafiflerken; bölgede daha rahat hareket etme imkanına kavuşan PKK'nin alan hakimiyeti artmıştı.
7 Haziran seçimleri
Bu manzara, seçim kampanyasının da belirleyici temalarından oldu. Seçimler öncesi oluştuğunu sandığımız mutabakat (Dolmabahçe, 28 Şubat 2015), özellikle Erdoğan'ın etkisiyle rafa kaldırıldı. Seçimler, “Erdoğan/Erdoğan karşıtı cepheleşmesi” üzerinden şekillendi. HDP de bu cepheleşmenin kritik unsuru olarak, seçimlerde etkin bir rol oynadı.
HDP'nin 80 milletvekiliyle Meclise girmesi ve AK Parti'nin çoğunluğu kaybetmesi ile birlikte, yeni bir paradigma oluştu. AK Parti ile HDP arasındaki gerilim, tırmanışa geçti. Suruç katliamı, bir dönüm noktası oldu.
PKK harekete geçti
PKK, seçim döneminde de, seçimlerden sonra da, çatışmasızlığı bitirmeye yönelik sinyaller de verdi. Defalarca "çözüm süreci bitmiştir" açıklamaları yapıldı. Seçimlerin hemen ardından, "barajlar, kalekollar" üzerinden, yeni bir saldırı kampanyası yükseldi. Mühendisler kaçırıldı, TIR'lar yakıldı.
Suruç katliamıyla birlikte iki polisin gece yatağında öldürülmesi, sonun başlangıcıydı. PKK, savaş bayrağını kaldırmıştı. AK Parti hükümetinin de, böyle bir işareti beklediği, söylenebilirdi.
Kim haklı?
Şimdi, “kim haklı” tartışmaları yapılıyor. Herkes, durduğu yere göre, bir değerlendirme yapıyor. Erdoğan karşıtı cephe, bütün suçun "tek adam olmak isteyen" Cumhurbaşkanında olduğu analizini yaymaya/kanıtlamaya uğraşıyor. PKK'nin, 2013 Mart'ından sonra Öcalan'ın çağrısıyla çekilme sözü verdiği; hatırlanmak bile istenmiyor. Mayıs 2013'e kadar çekilmesi beklenen PKK; çekilmediği gibi, daha çok unsuru Türkiye'ye yolladığını, defalarca açıkladı. Bunlara gerekçe olarak, Türkiye'nin mutabakata uygun adımlar atmadığı söylendi.
Hükümet tarafının da, "PKK çekilmedi, o zaman çekilinceye kadar onlara devletin gücünü gösteririz" değerlendirmesi üzerinden yeni bir saldırı başlatması sorunluydu. Çünkü çözüm süreci, “PKK'nin silahları bırakması ve bunun yerine masa başına oturulması” amacıyla başlatılmıştı. PKK'nin silahlı bir örgüt olarak masada oturduğu, bir olguydu. Zaten, normali budur: Barış görüşmeleri; asıl olarak, “silahlı gücün nasıl ve hangi koşullarda silahı bırakacağı”nın belirlenmesi için yapılır.
2.5 yıl boyunca, bir çatışmasızlık dönemi yaşandı. Kürt kimliğinin tanınması yönünde olumlu (yasal) adımlar atıldı.
"PKK yakında silah bırakacak" değerlendirmeleri yaygınlaştı. Ancak, beklenen olmadı, yeniden çatışma günlerine döndük.
Ne olursa olsun; geçmişin kazançları, bir günde silinip atılamaz. Barış; Kürtlere ve Türklere, bir rahatlık getirmişti. Yeni bir iklim oluşuyordu.
Masaya dönmek
Şimdi, çılgınlık ve ölüm günleri yaşıyoruz. “Savaş popülizmi” yükseliyor, mantık geri plana atılıyor. Kimse savaştan ve çatışmadan bir kar elde edemez, edemeyecektir. Geçmişte bunları defalarca yaşadık. Çözüm süreci, bir denemeydi… Türkiye'nin önünde; bugün de, o gün olduğu gibi; iki seçenek var: Ya çözüm süreci, ya savaş…
Her iki taraf da biliyor ki, bunun galibi yok. Yaşanmış onca tecrübe böyle diyor. Çözüm sürecine, eninde sonunda, dönülecek. Umarız, daha fazla gencimizi yitirmeden, demokrasimizi daha fazla hırpalayıp, sakatlamadan; yeniden makule döneriz.