Güzide laik/sol aydınlarımızın Cumhurbaşkanı Erdoğan yüzünden yaşadıkları sıkıntı gerçekten empatiyi hak ediyor. Bir yandan barışın esas sahibi olarak Çözüm Süreci’nin devam etmesini istemek durumundalar, öte yandan da bu süreci başlatanın da, durduranın da Erdoğan olduğunu iddia ederken AKP’nin ‘gerçekte’ barış istemediğini vurgulamak zorundalar. Çünkü aksi halde maazallah AKP ve Erdoğan ‘normalleşebilir’… Ne var ki bu ‘muhakeme’ insanı garip bir konumda bırakıyor: Eğer Erdoğan Çözüm Süreci üzerindeki tek etkin unsursa, laik/sol aydınların bu dinamiğin dışında oldukları tescil edilmiş oluyor. Diğer bir deyişle Erdoğan olmasa zaten süreç de olmayacak… O zaman söz konusu aydınların barıştan yana olduğunu gösteren ne?
Anlaşılan o ki bu sorunun cevabı sadece ve sadece “Erdoğan’a karşı” olmaları. Erdoğan tanımı gereği barış yanlısı olamayacağına göre, ona kategorik muhalefet edenlerin barış yanlısı olması gerekiyor. Bu denklem laik/sol aydınların niçin giderek ahmaklığı bir ideolojik duruşa dönüştürdüğünü de açıklıyor. Kabul etmek gerek ki, her Erdoğan karşıtı barış yanlısı değil. Örneğin Bahçeli… Ne var ki Bahçeli’nin karşıtlığı konjonktürel. Nitekim Meclis Başkanlığı’na bir AKP’linin seçilmesini sağlayarak dolaylı yoldan Erdoğan’ı güçlendirmiş oldu. Dolayısıyla ‘gerçek’ barış yanlılarının Erdoğan’a konjonktürel değil kategorik olarak karşı olmaları gerekiyor. Yani ne yaparsa yapsın… Çünkü her yaptığının kötücül bir amaçla yapılmış olduğu kaçınılmaz bir ‘gerçek’…
Ancak bu aydınlarımızı çok da hor görmemek lazım… Görecelilik diye bir kavramın tabii ki farkındalar. Kimsenin salt iyi veya kötü olmadığını öğrenmelerinden bu yana çok zaman geçti. Bu durumda Erdoğan’a istedikleri gibi karşıt olmak nasıl mümkün olabilir? Eğer göreceliliği kişilik çerçevesinde değil de, o kişiliğin ifadesi ve tezahürü olarak ele alırsanız sorun kalmayabilir. Yani Erdoğan dün ve bugün hem iyi hem kötü yönleri olabilen biri olarak değil de, dün iyi bugün kötü biri olarak resmedilirse… Böylece şimdi esas ‘fıtratına’ döndü denebilir ve kategorik olarak karşı olmak da garipsenmez…
Bütün bunların hoş bir ironi oluşturduğunu atlamayalım. Geleneksel olarak ‘sağcılar’ gerçekliği ve geçmişi kişi üzerinden anlamaya eğilimlidir. Örneğin Osmanlı dönemi onlar için sultanların fütuhatlarını ima eder. Akıllı ve iyi sultanlar imparatorluğu yüceltmiş, diğerleri batırmıştır. ‘Solcular’ ise aksine sosyal kuramların ve beşeri yasaların takipçisidir. Kişilere saplanıp kalmazlar… Ardındaki bilimsel eğilimleri önemserler. Ama şimdi işler tersine dönmeye başlamış gibi. Yeni nesil muhafazakârlar gerçekliğe ‘solcu’ gibi bakarken, kendilerine solcu diyenler iyice sağcılaşmış durumda. Gerçeklikle aralarında artık sadece hamasetle örülen kırılgan bir bağ kalmış gözüküyor. Bir kötü sultana muhtaç haldeler. Çünkü ona nesnel bakmaya kalksalar kendilerine de hiç olmazsa biraz nesnel bakmak zorunda kalabilirler ve görecekleri resimden hiç hoşlanmayacaklarını (fıtraten mi demeli) biliyorlar.