Ana SayfaYazarlarNeleri geri almaya hazırım…

Neleri geri almaya hazırım…

[7 Ağustos 2015] Dün gelen olumlu-olumsuz tepkiler karşısında, tekrar sormak ihtiyacını duyuyorum: PKK’nın bu aşamada tam ne istediğini, ne için savaştığını bilen kaç Allahın kulu var, doğrudan doğruya PKK ve HDP’nin destekçileri, taraftarları, gönül verenleri, ya da bu son çatışma sürecinde kabahati hükümete bulan ve bu doğrultuda özellikle Erdoğan’ı suçlayan aydınlar arasında?

 

Ben ve benim gibi insanlar konuşmayalım bir süre. PKK’ya kendimizce herhangi bir amaç, bir strateji, bir hedefler dizisi yakıştırıp bunun yanlış, haksız ve imkânsız olduğunu öne sürmeyelim. Buyurun, siz konuşun. Tek ricam, genel ve âfâkî değil de somut, spesifik, gerçekten konuya ilişkin, soruya cevap teşkil eder nitelikte olması. Bu koşulla, sizler bize, PKK’nın şimdi hangi amaç ve hedefler için savaşmakta olduğunu anlatın.

 

Örneğin ben, gerek 2010-2011’de, henüz tamamen Cemaatin eline geçmemiş olan, Ahmet Altan ve Yasemin Çongar’ın yönettiği eski Taraf gazetesinde, gerekse şu geçtiğimiz birkaç hafta boyunca Serbestiyet’te, kendi fikirlerimi dile getirdim bu konuda. Herşeyden önce, araç ile amacın orantılı olması gerektiğini söyledim. Savaş ya da silâhlı mücadele, olabilecek mücadele biçimlerinin en serti, en aşırısı, en acımasızı. Hele daha 2010-11’de gelinmiş, bugün ise daha da ilerisine geçilmiş bulunan noktada, kapısı ancak silâhlı mücadeleyle zorlanabilecek kadar toptan inkâr edilen bir Kürt kimliği ya da Kürt siyasî ve kültürel hakları diye bir şey kalmadı. Aynı şekilde, Türkiye içinde demokratik özerklik de tekrar şiddete sarılmayı gerektiren bir şey değil (bu satırlar yazıldığında Kürt hareketi parlamentoda 36 sandalye kazanmıştı). Öyleyse? İşin içinde, açıkça telâffuz edilmeyen başka bir şey olması gerekir. 2011’de bu, bana göre, ayrı bir devlet hedefiydi. PKK geçmişte güya bu hedeften vazgeçtiğini ilân etmişti, diyordum, ama şimdi rücu ettikleri silâhlı mücadele çizgisine bakılırsa, aslında vazgeçmemişler gibi. 36 milletvekili çıkarmalarının yansıttığı güç artışını da, “Türkiyeli” çözümler için barışçı mücadeleye değil, bu diğer patikaya, ayrı devlet hedefiyle savaşma mecrasına taşımak istiyorlar.

 

Dört yıl sonra 2015’te, 7 Haziran seçimlerinden bu yana ise hedef, daha da “Kürdistanî” bir şekle bürünmüş gibi. Irak ve Suriye’de merkezî devlet otoritesinin çöküp dağılması ortamında PKK, bir, kuzey Suriye’de, Rojava’da bir devletleşme çekirdeği ve teritoryalitesi yaratmaya girişti. İki, bunu IŞİD’e karşı da savundu ve dolayısıyla, ABD ve Batı nezdinde belirli bir müttefik konumu, en azından prestiji kazandı. Üç, “AKP = IŞİD” iddiasının baş imalâtçılarından oldu; bu dezenformasyonu sürdürürken, hükümeti sadece içeride değil, özellikle dışarıda, Batı’dan izole etmeye çalıştı. Dört, seçimlerde HDP 80 milletvekili çıkarırken, PKK-HDP de doğu-güneydoğu bölgesinde eskisinden çok daha koyu bir hegemonya kurdu. Bu temelde, devletleşme vizyonu bu sefer Türkiye’yi aşan boyutlarla tekrar canlandı. Onlara göre, kuzey ve güney Kürdistan’ı, ya da Türkiye Kürdistanı ile Suriye ve belki Irak Kürdistanlarını birleştirme olasılığı belirdi. Dış koşullar olgun, ABD bizi destekler diye de düşündüler. Şimdiki yeni “devrimci halk savaşı” bu projeyi gerçekleştirmeyi amaçlıyor. Bu da potansiyel olarak son derece yıkıcı bir durumdur, çünkü Türkiye’nin karşılayamayacağı ve Türkiye içinde karşılanamayacak — kimin, nasıl karşılayacağı da zerrece belli olmayan — uluslararası, sınır ötesi talepleri içeriyor. Bu imkânsızlık karşısında, bir yandan çevresini yakıp kavururken diğer yandan kangrenleşerek sonuçsuz kalması pekâlâ mümkündür, hattâ galip ihtimaldir denebilir.

 

Bu ve benzeri tahlilleri son haftalarda ben de geliştirdim, başka birçok Serbestiyet yazarı da defalarca ifade etti (daha dün, bkz Gürbüz Özaltınlı, Toprak bütünlüğü sorunu ve şiddet, 6 Temmuz 2015). Sadece kendi adıma konuşayım. Hepsini geri almaya, yanılmışım demeye hazırım. Günah da çıkarırım, özeleştiri de yaparım (ne olacak; baksanıza Demha Agit için ne kadar basit bir mesele, “yanlışlıkla” adam öldürmüşlerse bir “özeleştiri” yapıvermek). Daha neler kabul edebilirim, onları da sayayım bir bir. Evet, Kürtler yüz yıldır hep mazlum ve mağdurdurlar, dolayısıyla hep haklıdırlar bir bakıma. Cumhurbaşkanı Erdoğan da diktatörlük heveslisidir, en son Etyen Mahcupyan’ın bulup çıkardığı deyimle “kötü sultan”dır, bütün meselesi Kürt düşmanı bir komplo olarak erken seçime gitmektir.  Ben ise kuşkusuz bir Beyaz Türküm son tahlilde. Ayrıca, genel ve teorik planda devrimcilikten, Marksizmden, Maoculuktan dönmüş biriyim. Başka ve çok daha özgül, özgün alçaklıklarım da var. Ermeni soykırımı deyip, ortak Kemalist-sosyalist anti-emperyalizmine; 1 Mayıs 1977’de “devlet katliamı” solun kendini kurtarmak için icat ettiği bir efsanedir deyip, o arkaik sol enkazın biricik duygusal sığınağına; Gezi eylemlerinin en aazından bir yerden sonra bitirilmemesine karşı çıkıp, sol ayaklanmacılık ve devirmecilik ruhuna; derken Torosyan’ın anıları uydurmadır deyip, bu sefer Ermeni sorununun solculaştırılmak istenmesine, ya da isterseniz solcu Armenofilliğin aradığı ve fetişleştirmek istediği bir diğer duygusal sığınağa, hep tekrar tekrar ihanet ettim. Velhasıl, Bertold Brecht’in kendine dair söylediği gibi (Von der armen BB / Zavallı BB’ye dair), ben de “sözüne güvenilmez herifin biriyim.”  

 

Görüyorsunuz, hakkımda yapılabilecek bütün kişisel, ad hominem suçlamaları dahi başından teslim ve itiraf etmeye hazırım. Tutun ki hepsi doğrudur ve dolayısıyla, düşüncelerimin içeriğinin de ayrıca tartışılması gerekmez; bu memleketin siyasal kültürünün büyük bölümünde, ne söylendiği değil kimin söylediği önemli olduğundan, hepsi derhal silinip atılabilir.

 

Kendimi bu kadar çıplak ve savunmasız kıldım. Ömer Seyfeddin’in “Kasım Voyvoda”sı gibi (bkz Teke Tek), zırhımı çıkardım, kılıcımı attım, atımı kovaladım. Dev bir Jan Hobordanski çıkarın karşıma, kalın siyah zırhları içinde. Bakın, neler neler kazanacaksınız. Yeter ki, yeter ki, dün de sorduğum veçhile, PKK’nın savaş hedeflerinin neden benim öne sürdüklerim değil de bambaşka şeyler olduğunu; bunların neden makul ve rasyonel talepler sayılması gerektiğini; buna karşılık niçin savaşmadan elde edilemeyeceklerini ama savaşarak (ve sadece savaşarak) elde edilebileceklerini, bana ve herkese, bütün kamuoyuna tane tane anlatıversin.

 

Meydanda dikilip beklemeye devam ediyorum. 

         

- Advertisment -