Ana SayfaYazarlarÖzerklik mi, özyönetim mi? Demirtaş mı, Kandil mi?

Özerklik mi, özyönetim mi? Demirtaş mı, Kandil mi?

HDP'nin en yüksek oy oranlarına ulaştığı kentlerde; KCK, "özyönetim" ilanında ısrarlı. İlan eden KCK… Hatta belki şöyle bir değerlendirme yapmak bile mümkün: HDP'li seçilmiş yöneticilerin, belediye başkanlarının,  "özyönetim" ilanından haberleri yok.

Cengiz Algan'ın serbestiyet.com'daki yazısında derlediği mahkeme ifadelerine göre; bu yörelerin yöneticileri, okudukları bildirilerden önceden haberdar olmadıklarını, ellerine tutuşturulduğunu söylüyorlar.

Algan'ın Cumhuriyet gazetesinin haberinden aktardığı ifadelere bir göz atalım. Haber şöyle başlıyor: “Diyarbakır’daki açıklamalar gerekçesiyle 5. Sulh Ceza Hâkimliği’nce tutuklanan DBP’li merkez Sur İlçe Belediyesi yöneticilerinin verdikleri ifadelere bakalım.”

Sur Belediyesi Eşbaşkanı Fatma Şık Barut: “Benim metinden herhangi bir bilgim yoktu. Basın açıklaması olduğundan haberim yoktu. Biz son 15 gün içinde meydana gelen olayları önlemek için kaymakamlık, emniyet, il yönetimimiz ve milletvekillerimizle çalışma içindeydik”

DBP Sur İlçe Eşbaşkanı Ali Rıza Çiçekçi: “Basın açıklamasının içeriğine ilişkin herhangi bir bilgim yoktur. Bildirinin kimler tarafından hazırlandığına ilişkin herhangi bir bilgim yoktur. Olayların yatışması için orada bulunmamız istendi.”

Sur Belediyesi Eşbaşkanı Seyid Narin: “Olay günü yatıştırmak amacıyla Kaymakam Bey’le görüşme yaptık. Elimden geleni yapacağıma dair beyanlarımı kaymakama bildirdikten sonra ayrıldım. Basın açıklamasının içeriğine dair herhangi bir bilgim yoktur. Hatta kazılan hendekler gerek emniyet, gerekse bizler tarafından kapatıldı. Hatta hendekleri kapattığımız için bazı kepçelerimize gençler tarafından el konuldu.”

Özgür Kadın Kongresi aktivisti (ve bildiriyi okuyan kişi) Güneş Ölmez: "Bildiri okunan yerde bulunan bayanlar süreçte yaşanan çatışmaların sona ermesi ve müzakere sürecinin tekrardan başlaması açısından toplanmışlardı. Ben de o esnada kalabalığa dâhil oldum. 35-40 yaşlarında bir teyze elindeki metni, bizden okumamızı istedi. Ben de bunun üzerine okudum. İçeriğini tam olarak bilmiyorum.” (Cumhuriyet, 27 Ağustos)

(Bu kadar açık bir siyasi çıkışın içindeki insanların ifadeleri, bir “savunma gerekçesi” olarak da gerekçelendirilebilir.)

 

HDP'yi mi hedef alıyor?

Kürt siyasi mücadelesinin deneyimli isimlerinden, aykırı konuşmaktan, bölgede PKK ve HDP'yi açıktan eleştirmekten geri durmayan, 68'li İbrahim Güçlü; "özyönetim" ilanının, HDP'yi hedef aldığı görüşünde: "HDP ve yöneticilerinin, öncelikle, kendi onurlarını, meşruiyetlerini, varlıklarını korumasi için özerklik ilanına karşı çıkmaları, demokratik olmayan bir şekilde, militarist yolla ve silahlı bir güç tarafından kendilerine karşı alternatif olarak ilan edilen özerkliğe, karşı çıkmaları gerekir. PKK’nin özerklik ilan ettiği (…)yerleşim alanları, Selahattin Demirtaş’ın eş başkanlığını yaptığı, HDP'nin’nin belediye, yani yerel anlamda yönetim yaptığı yerleşim alanlarıdır. PKK özerklik (!) ilan etmekle aynı zamanda diyor ki, 'HDP, ben senin de yerel yönetimini tanımıyorum. Senin yerel yönetiminin de benim için kıymeti harbiyesi yoktur. Bu nedenle senin yerel yönetimine alternatif bir yönetim oluşturuyorum.' "

 

Demirtaş ne diyor?

HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, son günlerde Avrupa’da yaptığı toplantılarda, özerklik talebini de ele aldı. Bu talebi, "devletin baskılarına karşı sivil bir isyan ve itaatsizlik" olarak değerlendirdi. Demirtaş’ın ayrıştığı nokta ise, silah kullanılarak özerklik ilan edilmesi: "Tabii ki kentlerde silah kullanılmasını, bazı yerlerde göstericilerin eline silah alarak 'özerklik ilan ettik' demesini doğru bulmuyorum. Bu bir sivil inisiyatiftir. Doğru olan tutum budur. Sivil alanda kalmasında her halükârda fayda görüyorum."

Demirtaş, yine bu konuşmalarında; "özerklik" ilan edilmesiyle ilgili gelişmeleri, "yerel yönetimlerin güçlendirilmesi" olarak anladıklarını, bunun da, tüm Türkiye için geçerli olduğunu; vurguluyor.

Peki gerçekten durum böyle mi? Öncelikle şunu belirtelim: Kürt kentlerinde ilan edilen; “özerklik” değil, "özyönetim."

Özyönetim bildirilerine baktığımızda, “yerel yönetimlerin güçlendirilmesinin ötesinde, bir yönetim bağımsızlaşmasının hedeflendiğini” görebiliyoruz. Bildiriler, "Burada devletin kurumlarını tanımıyoruz" diyor. HDP'li siyasetçiler, böylesine radikal bir çıkışın anlamsızlığının farkında oldukları için; "bunlar devleti tanımıyoruz anlamına gelmiyor" diyerek, durumu başka  türlü anlatmaya gayret etseler de; KCK'nın bakış açısını kavramak için, aslında çok da fazla çabaya gerek bulunmuyor.

 

Ayrışmaya zorlanmak

Türkiye'nin batısında, milliyetçi öfkenin yükseldiği koşullardayız. Dün, hükümete yakın bir gazete; "Komando timi Bolu'yu inletti" diye başlık attı. Tam anlamıyla militarizm kokan bir dilin, her geçen gün daha da somutlaştığı, görülebiliyor. Karşılıklı tırmanış sürüyor, milliyetçilik her iki tarafta da prim yapıyor.

KCK, Batı'da böyle bir dilin yükselebileceğini, herhalde öngörememiş olamaz. Bu sürecin, iki halkın arasına ekebileceği düşmanlık tohumları, hatta militarizmin körüklenmesinin kaçınılmazlığı; hesap edilememiş olamaz.

Manzarayı, herkes gibi, HDP'liler de görebiliyor, hissedebiliyor. Silahla ilan edilen "özyönetim"lere karşı, ılımlı da olsa, bir tutum geliştirilmeye çalışılıyor. "Özyönetim" ilanı süreci, HDP'yi daha da sıkıştıracak gibi görünüyor. Bu yöndeki gelişmelere karşı, yeterince hazırlıklı olunmadığı, anlaşılabiliyor. KCK'nın üstten konuşan dili karşısında, HDP’lilerin durumu anlatmakta zorlandıkları, açık.

KCK, bir deneme yapıyor. Faturasının ağır olduğunu gördüğümüz bir deneme. Hatırlayalım: Buna benzer bir “küçük deneme”, 2011 seçimlerinin hemen ardından da, yapılmıştı… Ancak, bu kez, "Türkiye partisi olma hedefine büyük oranda ulaşabilmiş, ülkenin batısından eskiye oranla çok daha kitlesel destek alan bir HDP gerçeği” var.

KCK gerçekliği ile bu gerçeklik arasındaki farklılaşma, giderek daha karmaşık boyutlara ulaşıyor. Halil Berktay, serbestiyet.com sitesindeki yazısında, şöyle bir saptamada bulunuyor:

"Kürt hareketinin aynı anda hem PKK hem HDP ile, ya da hem silahlı mücadele hem barışçı siyaset ile yürüyemeyeceği (daha doğrusu, bu objektif imkânsızlığın artık bilince yansıdığı) bir noktaya geliyoruz. Selâhattin Demirtaş, Cemil Bayık ve Duran Kalkan arasında alenen, kamuoyunun gözleri önünde cereyan eden kısmî zıtlaşma, bence bir kayıkçı dövüşü değil. Er ya da geç, işler kaçınılmaz bir yol ayırımına doğru gidiyor."

Göreceğiz…

- Advertisment -