Yargıtay 3. Hukuk Dairesi, cemevlerine ilişkin olarak çok önemli bir karar verdi. (E: 2014/11238, K: 2015/9711) Önce dava konusu olaya bakalım. Boğaziçi Elektrik Dağıtım Anonim Şirketi (BEDAŞ), Cumhuriyetçi Eğitim ve Kültür Merkezi Vakfı’na (CEM Vakfı) karşı, vakıf tarafından kullanılan bir binaya ait on elektrik faturasının tahsili için icra takibi başlatır, ardından dava açar.
CEM Vakfı’nın avukatı mahkemeye verdiği savunmada özetle şu huşuların altını çizer: Söz konusu binada vakıf faaliyetlerinin yanı sıra ayrıca Alevi yurttaşların cem ibadetlerini yaptığı bir “cem salonu”, cenaze hizmetlerinin yürütüldüğü bir morg, yemek verilen büyük bir aşevi, kütüphane ve konferans salonları bulunur. Cemevi ve aşevi herkese açık olup buralara ücretsiz girilir. Binadaki ana faaliyet cem ibadetidir. Bu ibadet yüzyıllardan beri süre gelmektedir. Cemevleri de, Alevi-İslam anlayışındaki yurttaşların ibadet mekânıdır. İlgili mevzuata göre, toplumun ibadetine açılmış ve ücretsiz girilen yerlerin aydınlanma giderleri Diyanet İşleri Başkanlığı’nın (DİB) bütçesinden karşılanmaktadır. Bu itibarla, binadaki cemevinin elektrik borcunun da DİB bütçesinden karşılanması gerekir.
İbadethane olmanın hukuki sonucu
Yerel mahkeme bu savunmayı yerinde bulmaz ve CEM Vakfı’nın aleyhine bir karar verir. Cem Vakfı, davayı temyiz eder ve dava Yargıtay’a gelir. Yargıtay’a göre bu davada açıklığa kavuşturulması gereken ilk konu, cemevinin statüsünün ve ibadethane olarak kabul edilip edilemeyeceğinin belirlenmesidir. Çünkü ibadethane olarak nitelendirilmenin pek çok hukuki sonucu vardır. Mesela ibadethaneler birçok vergi ve harçtan muaf tutulurlar. Elektrik faturaları DİB ödeneğinden karşılanır. İmar planları yapılırken bazı yerler ibadethanelere tahsis edilir.
Türkiye’nin hukuk mevzuatında “ibadethane statüsünün nasıl kazanılacağına” dair özel bir düzenleme bulunmaz. Ancak ilgili metinlerde sadece camiler, kiliseler ve sinagoglar -sırasıyla- Müslümanlar, Hristiyanlar ve Museviler için ibadethane olarak kabul görür. Peki bu durumda cemevlerinin statüsü ne olacaktır?
Yargıtay, cemevinin hukuki statüsünü belirlemek için öncelikle Anayasanın 90. maddesine atıf yapar. Bu madde, usulüne göre yürürlüğe konulmuş olan temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası sözleşmeler ile ulusal kanunların çelişmesi halinde uluslararası sözleşme hükümlerinin esas alınacağı hükmünü içerir. Dolayısıyla iç mevzuatta cemevinin ibadethane olarak tanınmamış olması tek başına bir anlam ifade etmez, ayrıca Türkiye’yi bağlayan uluslararası sözleşmelerdeki normların da gözetilmesi gerekir.
AİHM’de din ve vicdan özgürlüğü
Bu noktada ilk bakılacak olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’dir (AİHS). Sözleşmenin 9. maddesi din ve vicdan hürriyetini düzenler. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), sözleşmenin bu hükmünü yorumlarken “din” ya da “inanç”ın ne olduğuna dair kesin bir tanım vermekten kaçınır. İki sebepten ötürü: Birincisi, somut olaylarda fiilen uygulanabilecek kadar belirli kriterler ortaya koymanın güçlülüğüdür. İkincisi ise, dünya üzerindeki sayısız inancı kapsayabilecek kadar esnek bir tanım bulmanın imkansızlığıdır. Bu sebeple AİHM, din ve inanca dair geniş bir yaklaşım sergiler.
Bununla birlikte belli bir inanışa sahip olduğunu söyleyen her grup bu haktan istifade edemez. AİHS'nin koruyucu şemsiyesinden istifade etmek için ilgili inancın belli bir ikna edicilik, ciddiyet ve önem seviyesine ulaşması gerekir. Tabi somut olaylarda bu kriterleri uygulamanın son derece güç olduğunu belirtmek gerekir.
Bununla birlikte maddenin devreye girmesi için ilgili inancın belli bir ikna edicilik, ciddiyet, uyum ve önem seviyesine ulaşması gerekir. Belli bir inanışa sahip olduğunu iddia eden her grup bu haktan istifade edemez. Uygulamada bunları ayırt etmek son derece güçtür. (AİHM kararlarında din ve vicdan özgürlüğünün nasıl yorumlandığına ilişkin geniş bir bilgi için bakınız: Durmuş Tezcan ve diğerleri; İnsan Hakları El Kitabı, Seçkin Yayınları, 2014, s.303-325.)
Ayrımcılık yasağı
AİHS'nin 14. maddesi "ayrımcılık yasağı" hükmünü içerir. Buna göre, Sözleşme'deki hak ve hürriyetlerden yararlanmada cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal ve diğer kanaatler, ulusal veya toplumsal köken, ulusal bir azınlığa aidiyet, servet, doğum başta olmak üzere herhangi durma bağlı olarak ayrımcılık yapılamaz.
Alevilerin taleplerini içeren davalar, daha önce birçok kez AİHM'in önüne gitti. Hasan ve Eylem Zengin zorunlu din derslerine, Sinan Işık nüfus cüzdanlarında din hanesinin yer almasına ve CEM Vakfı'da cemevlerinin ibadethane olarak kabul edilmemelerine karşı AİHM'ne başvurdular.
Konuşulan mevzu bağlamında CEM Vakfı'nın bir önceki başvurusu özellikle mühim. Çünkü konusu ve tarafları aynı olan bu davada AİHM, Türkiye'nin Sözleşme'nin 9 ve 14. maddelerini ihlal ettiğine hükmetti. Yargıtay da gerek bu karara ve gerek Anayasanın 10. (kanun önünde eşitlik) ve 24. (din ve vicdan hürriyeti) maddelerine atıfla, cemevinin ibadethane olarak değerlendirilmesine karar verdi.
Hukukun değeri
Atilla Yayla geçenlerde John M. Zane'nin bir kitabından hareketle hukukun değeri meselesini işledi. Zane, hukukun bir evrim süreci içinde ilerlediğini ve hukuk kurallarının toplumsal hallerin bir yansıması olduğunu ifade ediyor. Ona göre, hukuk düşünürleri ve uygulamacıları hukuk yoluyla toplumu daha hakkaniyetli ve daha uygar bir duruma taşıyabilir, mahkemeler ve yargıçlar bu doğrultuda topluma büyük hizmetlerde bulunabilirler. (Atilla Yayla; Dini inançlar arasında hukuki ve siyasi eşitlik, Yeni Şafak, 25.08.2015)
Hukuk için aksi tezler de ileri sürülebilir, baskı ve zorbalığın hukuk kuralları aracılığıyla kurumsallaştırıldığına dair örnekler de verilebilir. Ancak Yargıtay'ın bu kararı Zane'nin bahsettiği türde insanın hayatını iyileştiren kararlardan biri. Bir inanç grubunun meşru bir talebini karşılıyor ve hukuk devletini güçlendiriyor. Bu kararıyla Yargıtay, bir haksızlığın giderilmesine ve toplumsal barışın katkısına değerli bir katkıda bulunuyor. Umarım Yargıtay aynı özgürlükçü tavrı tekke ve zaviyelere dair talepler gündeme geldiğinde de gösterir ve böylesi özgürlükçü ve eşitlikçi kararların sayısı artar.