AKP Kongre’sinin seçim öncesine alınmasının tek bir anlamı vardı: Erdoğan parti içinde bir yönetim tartışması istemiyor ve ağırlığını Davutoğlu’ndan yana koyuyordu. Ancak tam da Kongre öncesinde Binali Yıldırım’ın parti başkanlığına aday olması için imza toplandığı ve gerekli imza sayısının bulunduğu anlaşıldı. O noktada Erdoğan müdahale etti ve tarafların kabul edebileceği bir uzlaşma üretti. Sonuçta ortaya çıkan MKYK’da esas olarak Cumhurbaşkanı’nın damgası olsa da, büyük kısım ‘kimsenin itiraz edemeyeceği isimlerden’ oluşuyor. Buna karşılık partinin birçok ‘ağır topu’ bu dönem parti yönetiminde olmayacak. Diğer taraftan seçim sonrasında bu heyetin içinden bakanların çıkabileceği ve yerlerine başkalarının seçilebileceği de akılda tutulmalı.
Kongre’nin siyasi anlamını özetlemek gerekirse ilk olarak Erdoğan’ın parti üzerindeki açık gücünün ve ‘hakemlik’ konumunun altını çizmek lazım… Görünen o ki artık Erdoğan AKP içinde siyaset üstü bir özellik kazanmış ve bunu partinin yönetimi açısından işlevsel kılmış durumda. Yakın gelecekte parti içi her türlü gerilimin Erdoğan’ın önüne getirilme ihtimali böylece artarken, bunun zaman içinde ‘kurumsallaşması’ da şaşırtıcı olmaz. Ancak Kongre’nin işaret ettiği ikinci sonuç Erdoğan’ın bu büyük gücünü dikkatli kullanma eğiliminde olabileceğini söylüyor: Davutoğlu AKP’yi geleceğe taşıyacak alternatifsiz bir lider olarak ortaya çıktı ve Erdoğan’ın parti içi hareket alanının genişliği de önemli ölçüde bu tercihten kaynaklanıyor. Nitekim Davutoğlu’na rakip olabilecek kişiler ve onların etrafındaki gruplar, bazı MKYK üyelikleri karşılığında yarıştan çekildiler. Üçüncü sonuç partinin gelenek ile gelecek, eski ile yeni, sağcılık ile yenilikçilik arasında bir koalisyon yapısına doğru kaymış olduğunun bu Kongre’de tescil edilmesi. MKYK’nın eklektik oluşumu bu durumu üst yönetime taşımış durumda. Buna bağlı olarak dördüncü nokta partinin teşkilat yapısında ihtiyaç duyulan restorasyonun bir süre için yavaş gideceği, parti içi bütünlük kaygısının özellikle seçime giderken öne çıkacağı. Eğer seçimde bir AKP başarısı ile karşılaşırsak, teşkilatın göreceli başarısı nedeniyle söz konusu restorasyonun bir süre daha erteleneceğini öngörebiliriz. Buna karşılık AKP seçimde başarısız olursa Davutoğlu’nun eli zayıflayacağı için, restorasyon yine ileri bir safhaya kalacaktır.
Sonuçta Erdoğan’ın müdahalesi ile oluşan bu ‘denge’ yönetimi kısa vadede çıkabilecek sorunları ortadan kaldırarak AKP’nin seçime bütün gücüyle ağırlık koymasını sağlayabilir. Oysa on üç yılın sonunda kaçınılmaz olarak yorgunluk belirtileri gösteren parti, iyi hesaplanmış bir ‘sıçrama’ ile hem bir kopuş yaratma, hem de kuruluş ilkelerini hayata geçirme ihtiyacı içinde. Ne var ki Kongre’deki MKYK listesi sürekliliğin korunmasını ve bu parçalı birliktelikten yeni bir işbirliği enerjisi üretilmesini zorluyor.
Dolayısıyla önümüzdeki kısa süreçte AKP sadece bir seçim sınavı vermeyecek. Parti içi bütünlüğün de bu haliyle ve bu kadroyla ne denli taşınabilir olduğu ortaya çıkacak. Öte yandan bu sınavın sadece Başbakan’ı ilgilendirdiği de söylenemez. Erdoğan da aynı sınavla karşı karşıya ve bu durum söz konusu iki siyasetçinin daha yakın ve sağlam bir işbirliği üretmesini gerektiriyor. Yani bir üçüncü sınav daha var: Erdoğan ile Davutoğlu arasındaki ilişkinin parti ve ülke yönetimi açısından sinerji yaratıp yaratamayacağı, ya da aksine bir dezavantaja dönüşüp dönüşmeyeceği. Sınavların sonucu birbirine bağlı ve her şey Kasım seçimine kitlenmiş gibi gözüküyor.