Diyelim ki Ahmet Hakan’a yapılan saldırı tamamen o dört saldırganın anlattığı gibi gerçekleşmiş olsun. Bütün o kamera görüntülerini hafızamızdan silelim. Ahmet Hakan’ın takip edildiğini unutalım. Saldırganların önceden Hakan’ın evinin önünde dolanıp keşif yaptıklarını bilmeyelim. Onların olaya dair anlattıkları hikâyenin aslıyla vaki olduğuna gönülden inanalım. Olayın önünde arkasında karanlık bir sebep ve karmaşık bir ilişkiyi hatırımıza getirmeyelim. Dört magandanın sinirlerine bir an hâkim olamadıklarını düşünelim. Hukuktan nasibinin almamış bir grup serserinin aklına ilk gelene –kaba gücüne- başvurduğuna Her gün onlarcasına rastladığımız basit bir trafik kavgasıyla karşı karşıya olduğumuza iman edelim.
Yetinmeyelim, incelikli bir araştırma yapalım ve sağlam delillerle olayın sıradan bir kaza olduğunu da ortaya koyalım. Tüm bunları yapalım ve sonra da dönüp bir de halka bakalım. Acaba halkın kanaati ne? O da bir yazarın tesadüfen bir kazaya karıştığını ve dört lümpenin darbelerine maruz kaldığını mı düşünüyor? Yoksa perde gerisinde alengirli işlerin döndüğünü mü düşünüyor? Siyasi durumla mı irtibatlandırıyor? Ve en önemlisi bunun faturasını kime çıkarıyor?
Siyasi iklim
Gözlemlerimden çıkartabildiğim sonuç şu: Halkın ağırlık bir kısmı saldırının arkasında siyasi bir saik arıyor, saldırının siyasi bir aktör tarafından yönlendirildiğini/azmettirildiğini düşünüyor ve hesabı da iktidar partisine kesiyor. Bunun nedeni, saldırganlardan üçünün AKP’ye üye olması değil. Nihayetinde AKP bir kitle partisi ve üyeleri içinde hukuk dışına çıkanlar olabilir. Bu normaldir ve her partinin başına gelebilir. Dolayısıyla saldırganların parti üyelikleri saldırıyı AKP’nin kurumsal kimliğine bağlamaz ve onun itham edilmesini meşru kılmaz.
Sorun, orada değil. Sorun, hemen her olumsuzluğun AKP’nin hanesine yazılmasını mümkün kılan bir iklimin varlığındadır. Kötü bir hadise meydana geliyor ve tez bir vakitte bu hadiseyi AKP ile irtibatlandıran kanı yaygınlaşıyor. AKP için asıl tehlike –kendisinin de oluşumuna çokça kakı sunduğu- bu iklimdir. Bu meyanda üzerinde durulması icap eden iki faktörden bahsedilebilir:
Racon kesen yazarlar
İlki, hükümete yakın medyada sağı solu tehdit eden yazarların türemesidir. Bu yazarlar hemen her gün bazı isimleri “hain” olarak yaftalıyorlar. Onları “teröre yardım ve yataklık etmek” ile suçluyorlar. Mafyatik bir dilleri var bu yazarların. Yeraltı dünyasını anlatan kötü dizilerden aparılmış cümlelerle racon kesiyorlar. Muhataplarının “tırnaklarını sökmekten” ve onları “sinek gibi ezmekten” bahsediyorlar.
Şirazeden tamamen çıkanlar var aralarında. Onlar kendilerini devletin -derin olanının- yerine koyuyorlar. Bir zamanların Emin Çölaşan’ını hatırlatan ve hatta bazen Çölaşan’a bile nal toplatan bir üslupla konuşuyorlar. Ağızlarından “devlet” düşmüyor, muhalif gördükleri herkese –kendi adlarına değil- devlet adına hesap soruyorlar. Devletin kendini koruma refleksini harekete geçiren irade havasındalar. Uygun gördüklerine “devlet düşmanı” sıfatını yapıştırıyor, Allah’ın her günü onların tasfiye edileceğinin haberini veriyorlar.
Yalnızca “muhalif” olarak tesmiye edilenler değil, AKP’li kimliğiyle maruf ama meselelere eleştirel yaklaşanlar da bu nev-zuhûr yazarların hedefindeler. Onların üzerine de kin ve nefret boca ediliyor. İçerden eleştiri getirenler akıllara durgunluk veren suçlamalara uğruyorlar. Onlar hemen “kripto düşman” olarak damgalanıyor ve haklarında görünen düşmanlardan daha tehlikeli olduklarına dair yoğun bir tezvirat başlıyor. Böylelikle belirlenen hattın dışına kimsenin çıkmasına müsaade edilmeyeceği belirtiliyor. İyi niyetle dahi olsa hattı ihlal edenlerin kesinkes affedilmeyeceği, surda gedik açılmasına sebebiyet verenlerin en ağır cezaya çarptırılacağı dosta düşmana gösteriliyor.
Safları sıkı tutmak
İkincisi, AKP’li bazı aktörlerin imza attığı son eylemlerdir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Aydın Doğan ile doğrudan bir polemiğe giriyor. AKP ile Doğan Grubu arasında adeta bir kan davası yaşandığı görüntüsü oluşuyor. Öyle ki iktidara yakın medya, bir vakitler Erdoğan’a karşı en ağır hakaretleri dile getirmekten kaçınmayan Cem Uzan’dan bile medet umuyor. Böyle bir ortamda Doğan Grubu’na yönelik olarak yapılacak her saldırı AKP’den bilinir. Bırakın fiili bir saldırıyı, devlet bu gruba karşı hukuki bir işlem yapsa veya hukuki bir tedbir alsa, bu da AKP’nin siyasi hesaplarıyla ilişkilendirilir, yapılanlar AKP’nin intikam hırsıyla açıklanır.
Diğer taraftan bilhassa son dönemde yöneticilik sıfatını bazı haiz isimlerin medyaya karşı tavırları da rahatsızlığı büyütüyor. Mesela hem milletvekili, hem de gençlik kolları etiketini üstünde taşıyan bir şahıs, taşkın bir grupla gidip gazete basıyor. Hukuku ve anayasayı takmayacağını ima eden sözler sarf ediyor. Bunlar onu kesmiyor olsa gerek, bir külhanbeyi edasıyla en büyük hatasının bugüne kadar gazetecileri dövmemek olduğunu söyleyebiliyor. Eğer AKP’nin gençler için öngördüğü rol model bu ise, yandı gülüm keten helva!
Siyasi ortamın sertleşmesine bağlı olarak safları sıkı tutmak bugün her şeyin önüne geçmiş durumda. Bu nedenle AKP içinde de medya mevzuunda yapılan yanlışları ya açıktan savunan, ya tevil eden, ya da küçümseyip geçiştiren bir duruş hâkim oluyor. Bu da bahsi edilen iklimi kalıcılaştırıyor. Hata yapanları sahiplenmekten AKP’ye bir fayda çıkmaz. Mevcut iklimin değişmesi gerekiyor. Bunun yolu da, öncelikle bu tür işleri yapan yazar ve siyasetçilere karşı net bir tavır almaktan geçiyor.