Çok partili rejime geçildiğinden bu yana(1946 seçimlerinin tartışmalı sonuçları hariç) CHP hiç bir zaman tek başına iktidar olabilecek düzeyde oy alamadı. En yüksek oya, 1977 seçimlerinde Bülent Ecevit önderliğinde ulaşıldı. 1977’deki oy oranı, yüzde 41.8'di.
1990 sonrasında değişik dönemlerde koalisyonlara ortak olan SHP/CHP geleneği, sonuç olarak iktidarda olmak yerine çoğunlukla bir “ana muhalefet” kimliğiyle öne çıktı.
2002 yılından beri iktidarı AK Parti elinde tutuyor. İkinci parti de sürekli CHP oluyor. 2019 seçimlerine kadar geçecek süreyi de hesaba katarsak, 17 yıllık bir iktidar/ana muhalefet ilişkisinden söz edebiliriz.
İngiltere-Almanya örneği
Oturmuş parlamenter rejimlerde de zaman zaman uzun iktidar dönemleri görülür. Örneğin İngiltere Muhafazakar Partisi (büyük oranda Margaret Thatcher liderliğinde olmak üzere) 1979-1997 yılları arasında aralıksız 18 yıl iktidarda kaldı.
Aynı şekilde Almanya'da Hıristiyan Demokrat Birliği Partisi lideri olarak Helmut Kohl, tam 16 yıl(1982-1998) iktidarı tek başına elinde tuttu. Bu örnekleri artırabiliriz. Özellikle de sağ partilerin uzun yıllar iktidarı ellerinde tutmalarında sıradışı bir taraf yok.
Bu uzun iktidar yıllarına rağmen, muhalefetteki sosyal demokratlar, İngiltere ve Almanya'da “iktidar alternatifi olma” iddialarını hiç terk etmediler. Ciddi bir seçenek olarak varlıklarını sürdürdüler. Uzun muhalefet yıllarının ardından İngiltere'de Tony Blair, Almanya'da Gerhard Schröder, başarılı sol liderler olarak iktidara gelebildiler.
CHP'nin tarihsel yükleri
İngiltere'deki İşçi Partisi ve Almanya'daki Sosyal Demokrat Parti ile CHP’yi karşılaştırdığımızda, tarihsel arka planın ve ideolojik zeminin çok farklı olduğunu görebiliyoruz. CHP bu partilerle aynı ulusararası örgütlenme(Sosyalist Enternasyonal) içinde yer alsa da; kurucu parti olması, uzun yıllar ulus devlet ideolojisinin tek başına temsilciliğini yapması, çok partili rejim öncesi otoriter bir dönemin sorumlusu olması gibi yönleriyle, ciddi zorluklara sahip. Bu yükler, çok partili rejime alışılmasında ve toplumun çoğunluğunun güveninin kazanılmasında sıkıntılara sebep oluyor.
Bülent Ecevit denemesi
Bülent Ecevit'in İsmet İnönü'ye başkaldırdığı 1960'ların sonu ve 1970'lerin başında, bir sivilleşme çabası gösterildi. 12 Eylül 1980 askeri darbesi ve 28 Şubat 1997 müdahaleleriyle birlikte, parti yeniden başlangıç kodlarına döndü.
Ecevit dönemi, "birinci değişim dönemi" sayılırsa, Kılıçdaroğlu dönemi de "ikinci değişim çabası dönemi" olarak adlandırılabilir. Katı devletçi ve milliyetçi özellikler, Kılıçdaroğlu döneminde bir ölçüde törpülendi. “Sert ulusalcılık” eski gücünü yitirdi. Darbecilikle akrabalıktan uzaklaşıldı. Parti, daha çok sesli bir özellik kazandı.
Ciddiye alınması gereken bu değişimlere rağmen, Kılıçdaroğlu, iki genel seçimde, yerel seçimlerde, Cumhurbaşkanlığı seçiminde ve anayasa referandumunda, AK Parti’ye/Erdoğan'a yenildi.
Umut verecek lider
CHP'nin yeni bir enerjiye ihtiyacının olduğu ortada. Genç, dinamik, değişim ruhunu toplumda hissettirebilecek, insanlardaki değişimci enerjileri açığa çıkartabilecek bir lider ise gökten zembille inmiyor. Bir mücadele geçmişi, bir siyasi birikim veya en azından farklı bir yaşam kültürü, farklı bir dil, farklı bir gerçekçilik anlayışı gerekiyor.
Bütün bu açılardan baktığımızda, CHP'nin sorununun asıl olarak bir lider sorunu değil, bir “politika ve sosyoloji sorunu” olduğu söylenebilir.
Birçok Avrupa ülkesinde sol muhalefet, yeni, genç, dinamik, sempatik, renkli liderler çıkarıyor. Bunlar kitleleri peşlerinden sürüklüyor ve yeni bir hava, yeni bir ekol yaratıyorlar. CHP, ne yazık ki tarihsel bagajları, geleneksel devletçi ideolojik yükü nedeniyle, umut verecek reformcu çıkışlar yapamıyor, kalıpları kırabilecek bir rüzgar yaratamıyor.
Kılıçdaroğlu'nun muhtemel rakiplerine bakıyorum, hangi yeni siyaset projeleriyle ortaya çıktıklarını anlamıyorum. Geçmişteki söylemlerine baktığımızda da, bir yenilik vaadiyle karşılaşamıyoruz.
Türkiye'nin temel meseleleri konusunda, Kılıçdaroğlu'ndan daha ileri bir önerilerini göremiyorum. Örneğin Kürt meselesinde, daha özgürlükçü bir tezleri olduğunu, olabileceğini söylemek mümkün mü? “Yeni Anayasa” konusunda, en azından Kılıçdaroğlu kadar samimi olabilme ihtimalleri var mı? Milliyetçilikten, devletçilikten, sert “laiklik” vurgusundan öte ne gibi bir söylem veya hedefleri var?
Ülkenin temel meseleleri konusunda cesur çözümler önerebilecek, inandırıcı bir değişim projesine; toplumun gerisinde kalan değil, toplumun önünden gidebilen bir dile ihtiyaç var… "Yaptırmayız, ettirmeyiz, değiştirtmeyiz" diyen değil, yapıp etmeye odaklanabilen bir yenilik programıyla ortaya çıkabilecek bir seçenek ise, şimdilik ufukta gözükmüyor.