Tahir'in ardından söyleyecek çok şey var.
Ailece tanıdığınız, oturup kalktığınız bir insanın acı haberini almışsınız. Keder ile öfke birleşince çok söz geliyor insanın diline.
Ama söyleyemiyorsunuz. Çünkü sizden önce, sizden fazla ses çıkaran birilerinin gürültüsü kaplıyor her yeri.
Bir an için bile olsa siyasi hesapları erteleyip, insani bir duyguyu, üzüntüyü yaşamaya bile fırsat vermeyen bir ahlâk anlayışı ve iğrenç bir siyasi kültür var bu ülkede. Akit gazetesi ile Ahmet Şık'ı birleştiren zemin bu.
Anlamaya ihtiyaç yok. Düşman belli ve hedef de o olmalı. Mobese kayıtlarının ötesine bakmak gerek Ezgi Başaran’a göre, bunu yaptığımızda, bu cinayetin bu ülkenin “en sahici düşmanı” tarafından işlenebileceğini göreceğiz. Tahir Elçi’nin eşinin “kocamın katili PKK’dir” diye ağladığına dair haberin önemi, hatta haber değeri yok elbette; tıpkı “devlettir” demiş olsaydı başkalarının önemsemeyeceği gibi.
Acı da acı gibi görünmüyor bu haliyle.
Yakılan içli ağıtları dikkatli dinlediğiniz zaman fark ediyorsunuz, duyduğunuzun aslında ağıt değil slogan olduğunu. O zaman anlıyorsunuz ki onlar için önemli olan, ardından feryat ettikleri insan değil; onun kendi siyasi hesapları içindeki kullanım değeri.
Sadece bazıları bunu çok kaba ve bayağı bir şekilde yapıyor, bazıları ince ve sofistike biçimde.
Bizim sorunumuz, bütün siyasi karşılıkları aşan bu ortak payda.
Onun ötesinde elbette ateş asıl düştüğü yeri yakıyor.
Biz ne kadar üzülürsek üzülelim, Tahir’in eşi ve babasız büyüyecek çocukları kadar hissedemeyeceğiz acıyı. Onun için hiç değilse onların muazzam acısı karşısında üç gün susabilsek ve devam edebilsek kaldığımız yerden.
Ama o bile olmuyor.
Kaynak:YeniYüzyıl