Ermeni meselesi bugün Türkiye’de tartışılması en zor ve ihtilaflı ve tabu konulardan biri. Her 24 Nisan’da bu tabunun etkilerini görmek mümkün. Malum 24 Nisan 2015 yaklaşıyor. Türkiye’nin gözü bir kez daha Amerika’nın bu meseleyi nasıl adlandıracağına kilitlenmiş durumda. ABD’deki durumun geçen senelere göre belirgin bir farklılık arz etmediğini söylemek mümkün. Temsilciler Meclisi’nde geçen seneki gibi bir Ermeni soykırımı tasarısının geçebileceğini söyleyebiliriz. Şüphesiz, bu mesele Türkiye ve Amerika arasındaki ilişkilerin seyrini yakından ilgilendiriyor. Özellikle Ermenistan ile protokollerin imzalanmasından sonra ilişkilerin tıkanma noktasına gelmesi Obama’yı da mutlu etmedi. Açıkçası Türkiye’nin her yıl yaşadığı bu sendromdan kurtulması gerekiyor. Türkiye ve Ermenistan’ı ilgilendiren tarihsel bir meselede ABD Başkanı’nın 24 Nisan mesajını Godot’u bekler gibi korku içinde beklemek pek de anlamlı değil. Zira, Türkiye’nin 24 Nisan sıkıntısı ABD’nin tutumuna ilişkin değil; bizatihi kendisiyle ilgili bir durum. Zira sorunun artık bir de Suriye ayağı var.Suriye’deki Ermeni nüfusunun tamamını Esed yanlısı rejimin destekçisi olarak görmemek gerektiği notunu düşmekle birlikte; Suriye’de yaşayan Ermenilerin Esed sonrası kuvveden fiile çıkması oldukça yüksek olan Sünni ağırlıklı bir devlet yönetiminden de bir hayli endişelendiği aşikar. Yaklaşık iki yıla aşkın bir süredir devam eden Esed yanlıları ve muhalifler arasındaki çatışmaların belki hiç yaşanmadığı nadir yerleşim yerlerinden biri olan Halep de en sonunda çatışmalardan nasibini aldı. Halep kentinin tarihsel olarak nüfus yapısı göz önüne alındığında buradaki Ermeni nüfusunun her anlamda yerleşik ve kayda değer bir nüfus olduğunu gözden kaçırmamak gerekiyor. Bildiğimiz üzere buradaki çatışmalar Ermeni mahallelerine sıçradı. İlk çatışmaların sonunda muhaliflerin kontrolü ele geçirdiği bölgeye rejim güçlerince girildiğini gördük. Söz konusu mahallelerde Ermeni nüfusun yanısıra önemli tarihi yapıların da bulunduğun belirtelim. Ne yazık ki tarih ders alınmadığı için hakikaten tekerrürden ibaret. Zira, 1915 soykırımından güç bela kurtulan az sayıdaki Ermenilerin çocukları ve torunlarının akıbeti yine bir köksüzlük ve imha tehlikesiyle karşı karşıya kalmak.1915’de yaşadıkları felaket sonrası Osmanlı İmparatorluğu’nu o dönem yöneten siyasi karar alıcılar tarafından Suriye’ye sürülen ve burada ender de olsa hayatta kalabilen Ermeniler Suriye’deki Hıristiyan nüfusun yüzde 8-10’unu teşkil ediyor. Suriye’de yaşanmakta olan iç savaşın Ermeniler üzerinde yarattığı en önemli kaygı güvenlik. Ermeni toplumu belirsiz bir gelecekten doğan kaygıları taşımaktan dolayı tükenmiş durumda. Bütün bu güvenlik kaygılarının tarihsel olarak temelinde 1915’da Ermeni toplumunu büyük bir gadre uğratan olaylar silsilesinin varlığının altını çizmek gerekiyor. Ermeniler için Esed rejimi Sünni çoğunluk karşısında güvence altında yaşamanın kaynağı olan bir emniyet supabı işlevi görüyordu. Ancak iç savaş sonrası yaşanan gelişmeler, Suriye’deki muhalif güçlerin Esed’e karşı daha kuvvetli hale gelmesi Ermenilerin de Esed rejimine yönelik eski tutumlarını değiştirmelerine yol açmış durumda. Ülkedeki diğer azınlıklar gibi Ermenilerin de güvenlik ortamının bozulmasından zarar görecekleri endişesini taşıdıklarından dolayı bölgede her geçen gün dozajını artıran şiddet olaylarına rağmen Esed rejimine yönelik daha tarafsız bir tutum aldıklarını söyleyebiliriz.Bu karışık tabloda bulundukları konuma bakılmaksızın pekçok Suriye Ermenisi, Suriye’nin çıkarlarının yabancı hükümetlerce yeterince hesaba katılamayacağını düşünerek dış müdahale ihtimaline karşı endişeli bir tutum sergilemekteler. Özellikle Türkiye’nin muhaliflere verdiği destek Suriyeli birçok Ermeni’nin kaygılarını arttıran bir neden. Pekçok Suriye vatandaşının Türkiye’de eğitilip Suriye’deki muhaliflere katılmak üzere ülkelerine döndüğüne ve bunlardan bazılarının Suriye otoritelerince yakalandığına dair söylentiler bölgede ciddi anlamda konuşulan mevzuların başında geliyor. Ermenilerin en büyük korkusu Esed hükümetinin düşmesinden sonra daha otoriter bir yönetimin iş başına geleceğine ilişkin. Bilhassa Müslüman Kardeşler’in Suriye’nin örgüt ağı bakımında en güçlü muhalif unsuru olarak görüldüğü bir denklemde Ermeniler olası bir Sünni ağırlıklı yönetimi kendileri açısından ikinci bir felaket olarak görüyorlar.Her ne kadar Suriye Ulusal Konseyi ve Özgür Suriye Ordusu defaatle Hıristiyan halka dönük bir nefret dürtüsüyle hareket etmediklerini belirtse de söz konusu muhalefet blokunun homojen olmadığının altını çizelim. Bence hükümetin Suriye ile ilgili siyasetini biçimlendirirken muhalefetin bu parçalı yapısını göz önünde bulundurması gerekiyordu. Hüseyin Çelik’in daha önceki açıklamalarında Suriye toplumunun dini kimliklerine göre sınıflandıran yaklaşımının Suriye toplumun ve Esed’e dönük cari muhalefetin iç dinamikleri iyi tahlil etmediğinin bir tezahürüydü. Ancak burada önemli bir nokta daha var ki o da Esed rejimin Ermeniler başta olmak üzere diğer Hıristiyan grupları manipüle eden çıkışları. Açık bir biçimde Esed rejimi azınlıkların muhalefetten korkmasını istiyor. Bu bağlamda muhalefetin de Esed’in eline yeterince koz verdiğini belirtmek gerekiyor. Bilhassa Özgür Suriye Ordusu’na mensup muhalif grupların bir kesimi şiddet olaylarının katsayısını artırmak niyetinde ve bu durum en başta Ermeniler açısından büyük bir endişe ve korku kaynağı. Halep’te yaşanan gelişmeler bunun en önemli göstergesi oldu.Tam da bu noktada Türkiye’ye büyük iş düşüyor. Esed gibi kendi halkına katliam uygulayan ve bunu yaparken uhdesinde bulunan devletin bütün aygıtlarını bunun için seferber eden bir diktatöre karşı çıkmak her adil, hakkaniyetli ve vicdan sahibi ülkenin yapması gereken bir duruş. Hükümetin Esed’e karşı yürüttüğü koyu muhalefetin temelinde en azından söylem düzeyinde de olsa böyle bir parametre var. Bugünün Baas rejimlerinin özellikle Arap Baharı sonrası Ortadoğu coğrafyasında yaşanan gelişmeler ve “yeni düzen” çerçevesi göz önünde bulundurulduğunda hiçbir bir biçimde meşruiyetinin kalmadığı ve hayatta kalmasının imkânsız olduğu aynı ile vaki.Suriye özelinde tabloyu daha karmaşık hale getiren ise Hıristiyanlar. Ve pek tabii Esed’i kendi güvenliklerinin sigortası olarak gören Ermenilerin durumu. Evet, Ermeniler Türkiye’nin muhalif gruplara yönelik desteğinden—muhalif grupların etnik ve dini yapısı düşünüldüğünde—ziyadesiyle kaygı duyuyor. Zira bu insanların 1915 mağduru ailelerin çocukları ve torunları olduğunu akılda tutmak gerekiyor. Türkiye’nin 1915’e yönelik geliştirdiği olumsuz tavır Ermenilere İttihat ve Terakki mirasını hatırlatıyor. Ki bu mirasın Ermenilerin yanında Arapların muhayyilesinde de bir hayli negatif bir imaja haiz olduğunun altını çizmemiz lazım. Başta Ermeniler olmak üzere Hıristiyan nüfusun kahir ekseriyeti Esed rejimini İslami köktenciliğin panzehiri olarak görüyor.Bu bağlamda Türkiye’nin uzun vadede Suriye’nin dini, mezhep ve etnik yapısı bir hayli karmaşık yapısını dikkate alarak; her hangi bir etnik ve dini grubu ön plana çıkarmadan bu yapıya uygun bir demokratik sistemin kurulması için aktif rol alması gerekiyor. Bu politikayı realize etmek için ise siyaseten inandırıcı ve samimi olmak şart. Buradan kastım Türkiye’nin Suriye Ermenilerinin güvenin kazanmak adına 1915 ile ilgili bütün olayları cesurca tartışmaya açması ve kendi tarihiyle behemehal yüzleşmesi gerekiyor.Tabi burada Hıristiyan gruplara da önemli bir görev düşüyor. Denize düşen yılana sarılır kabilinden sırf güvenlik kaygısıyla Esed rejiminin katliam ve işkencelerine de bigâne kalmak bırakalım demokrasiyi ve insan ahlakını bizatihi bu grupların güvenliğine yönelik en büyük tehdit. Zira böyle bir rejimin aynı şiddeti Hıristiyanlara da gerektiğinde ve rejim sıkışma yaşadığında uygulamayacağının garantisini hiç kimse veremez. Şiddeti kendi halkına yönelik siyasi bir enstrüman olarak kullanan ve bu sayede gücünü konsolide etmeye çalışan rejimler açısından bu şiddetin muhatabı her dinden, dilden ve mezhepten kesimler olabilir. Dolayısıyla Ermeniler de olmak üzere Hıristiyan grupların Esed diktasına tereddütsüz karşı durması elzem. Öbür türlü kendileri de eninde sonunda yıkılacak olan; hiçbir hukuki meşruiyeti kalmamış bu rejimle özdeşleşme riski ile karşı karşıya kalırlar ki tam da bu durum bahsi geçen grupların güvenliklerine yönelik en büyük tehdidi oluşturur.Gelelim bu denklemde Türkiye’nin rolüne. Son tahlilde Suriye’deki durum kritik bir diplomatik eşiğe geldiğimizin bir göstergesi. Bu noktada Türkiye’nin artık sürdürülmesi anlamsız ve yararsız; dış politikada manevra alanını kısıtlayan sorunlarını bir biçimde çözmesi gerekiyor. Ermenistan ve Ermeniler ile ilgili problem bu sorunların tam da merkezinde duruyor. Buradan çıkacak hem Ermenileri hem de Türkleri memnun edecek bir uzlaşma Ankara’nın elini ciddi biçimde güçlendirecektir. Uluslararası ilişkilerde temel prensip ülkelerin çıkarlarını maksimalize etmesi üzerine kuruludur. Ancak Ermeni meselesinde Türk tarafına bir an bile olsa bu prensibi ön plana çıkarmak yerine; daha insani bir damardan hareket ederek Ermenilere bir vicdan borcu olduğunu hatırlatmamız gerekiyor. Zira adil olmak ve inançlarına sahip çıkmak böyle bir erdemi gerektiriyor.
- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik