Bir kere daha, “tacize uğradım” diyen bir kadın, ölçü tanımaz, kıran kırana bir kavgada araçsallaştırıldı; günün sonunda nefret ve aşağılama nesnesine dönüştürüldü. Yine kazanan o tanıdık lanet erkek dili oldu. Başta başbakan olmak üzere bu operasyonda emeği geçen herkese, kıyıcı, lümpen erkek dünyası şükran borçludur…Evet, başta başbakan atladı olayın üzerine. İddiaları, ayrım yapmadan bütün göstericilere mal eden bir üslupla kürsülere taşıdı. Cinsel ayrımcılığı, taciz ve şiddeti gerçekten önemseyen bir akıl böyle davranmaz. Muhalif cephede ayrım yapar; karşısında yer alanları da tepki vermeye çağırır. Tacizci tutumları teşhir ederken, onları marjinalleştirmeye, muhalefet içinde de barınamayacak bir konuma itmeye çabalar.Biliyorum; siyasetin acımasız pragmatizmi karşısında bu sözler çok naif kalıyor. Peki, başbakanın bu araçsallaştırıcı tutumu karşısında, Gezi eylemlerini eleştiren, iktidarın yanında yer alan aydınlara; özellikle kadınlara düşen bir itiraz sorumluluğu yok mu? Neden kuvvetli bir ses duymadık?Öte yandan aynı araçsallaştırma, Gezi dünyasının da hâkim dili oldu. Sosyal medyaya yağmur gibi akan nefret mesajları, tacizi yalanlamaktan çok hak veren bir psikolojiyi ele veriyordu. Gezi’yi yeni kuşağın özgürlükçü protestosu olarak tanımlamayı sevenler, bu saldırgan tutumu “azgın azınlık” olarak önemsizleştiriyorlar. Bunun objektif bir değerlendirme olduğunu sanmıyorum. Elimizde, Gezi katılımcılarının sosyolojik ve politik özelliklerine göre dağılımını yansıtan araştırmalar yok. Kısmi gözlemler, eylemlerin yaygınlığı ve sürekliliği, özgürlükçü kızgın amatörlerin çoğunlukta olduğu tezini desteklemiyor kanısındayım. Tam tersine, “yeni kuşağın” sosyolojik ve düşünsel gücünün çok çok üstünde bir imaj katkısında bulunduğunu düşünüyorum. Eylemleri başlatanlarla, sürekliliği ve yaygınlığı sağlayanlar aynı çevreler değildi. Tam da bu nedenle Kabataş olayı, bir tacizin yaratması beklenen etkiyi yaratmadı Gezi dünyasında. Feministler ve cılız bir çevrenin itirazını boğan, galiz küfürler eşliğinde yükselen İslamofobik bir kampanyayı tetikledi. Taciz iddiasında bulunan kadın ışık hızıyla nefret nesnesine dönüştürüldü. Gezi, büyük gövdesiyle iddianın ahlaksız bir yalan olduğuna karar vermiş, Zehra da Erdoğan nefretinden payına düşeni almıştı.Şimdi ortaya sürülen görüntülerden sonra yeniden başlayan tartışmalar da bu araçsallaştırmayı iyice görünür kıldı bence.Başbakan tutturduğu yolda devam ediyor. Ona göre bütün Geziciler tacizcidir.Asıl ilginç olan Gezi cephesindeki genel durum. Buradan yayılan aşağılayıcı, alay edici, hakaret sesi aynı tonda, hatta daha da güçlenerek sürüyor. Çünkü zaten inanılmayan iddiaları hemen inanılan bir görüntü kaydı “yalanlıyor”… mu acaba? Evet, görüntülerin hilesiz olduğunu kabul edersek- ki edelim- olayın Zehra’nın ifadesinde belirtildiği ayrıntılarla yaşanmadığı anlaşılıyor. Peki, aynı görüntüler ortada bir taciz olmadığını kanıtlıyor mu? Tersine, kısa süren bir taciz olduğu fikrini güçlendiriyor.Bugün, siyasal angajmanlarına mesafe koyan, bir kadının “taciz edildim” iddiasını yeterince önemseyen, olayı dürüstçe anlamaya çalışan herhangi bir insan, o görüntülere baktıktan sonra şöyle düşünür zannediyorum: “Evet o topluluk kadını taciz etmiş, fakat olay ifadelere yansıtıldığı kadar vahşi değil.” Eğer bu kanıya varıyorsak tepki göstermemiz gereken iki durumla karşı karşıyayız demektir. Birincisi taciz. İkincisi, kadının ifadelerinin aslında olmayan bir vahşet tablosu çiziyor olması. Peki, görüntülerden sonra kuvvetli bir ihtimal olarak belirmesine rağmen, muhalif çevrelerden gelen mesajlarda kadının anlattığı gibi olmasa da bir tacizin varlığına dair bir kabullenmenin, kınamanın en küçük izini biz neden görmüyoruz? Neden hiçbir taciz yokmuş, sanki görüntüler bunu kanıtlamış gibi sadece Zehra’nın “yalanına” ve Erdoğan’ın araçsallaştırmasına odaklanmış bir nefret ve hakaret dilinin yükselen dozuyla karşı karşıyayız?Fehmi Koru’nun seslendirdiği olasılıktan gidelim. Maruz kaldığı taciz, kadının rahatsızlığıyla birleşerek olmadık algılar yaratmış olabilir. Ortaya çıkan “malzemeyi” Erdoğan’ın kürsülere taşımış olması bizim Zehra’nın uğradığı tacizi küçümsememizi, yok saymamızı, onu aşağılamamızı, hakaretler yağdırmamızı haklı çıkartır mı?Daha da kötü senaryodan yol alalım. Ortada hastalık gibi masum bir faktör de olmasın. Zehra polis manipülasyonuyla ifadesini hayal ürünü olaylarla genişletsin. Biz orada bir taciz olduğunu kabul ettiğimiz sürece Zehra kurban olmaktan çıkar mı?Başladığım gibi bitireyim. Siyasetin eril dili son sözü söyledi. El birliğiyle Zehra’nın ipi çekildi.En acısı da kaslı kadınlarımızdan gelen ya da gelmeyen sesler.Hâlâ feminizmi bastıracak kadar çoklar.
- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik