[24-25 Mart 2014] Şimdi bu noktada bir itirafta bulunayım: Ben iki üç gündür işlemekte olduğum olayı önce Cemil Koçak’tan öğrendim; ardından kendim biraz internette gezindim; üzerine bir arkadaşımın yolladığı o “İzmir’den A Ke Pe geçti” kolajı geldi (bkz 24 Mart: Karanlığın yüreği, karanlık kıta). İlk Cemil, AKP’nin 16 Mart İzmir mitingi hakkında sosyal medyada yazılıp çizilenleri, aynı “halka rağmen”ci CHP kafasının 1930’da Serbest Fırka ve 1946-50 arasında Demokrat Parti için söyledikleriyle ânında birleştirmiş ve 22 Mart Cumartesi günü Star’da yayınlanan aşağıdaki yazısını kafasında büyük ölçüde çatmış; galiba o haftanın Salı günü, yani 18 Mart’ta bana anlattığına göre, kendini solcu sayanların, bırakın halktan kopukluğu, artık düpedüz halk düşmanı kesilmesine katlanamayıp, aynen yazısının sonunda da yaptığı gibi, kendi facebook’undan onlara Nâzım’ı hatırlattığı ve sonra ünlü mısralarını “destanımızda yalnız Nişantaşlıların maceraları vardır” diye değiştirerek dalgasını geçtiğinde, “satılmış, seni kaça satın aldılar” türü hakaretlere de maruz kalmıştı.Zavallılar; ne diyebilirler ki başka? Artık iyiden iyiye malûmu ilâm kabilinden de olsa, insan sormadan geçemiyor elbet: Acaba Türkiye’nin sorunu daha çok bir iktidar sorunu mu, yoksa muhalefet sorunu mu? Nedir, bu Kemalist cumhuriyet seçkinciliğinin ve onun kuyruğuna takılmış giden sözüm ona solculuğun, ister milliyetçi-modernist ister sosyalist-modernist devrimcilik uğruna, muhafazakâr kültür değerleriyle, dinle ve dindar kitlelerle, dolayısıyla demokrasi ile alıp veremediği? 1946’daki masif sandık ve sayım sahtekârlığının ardından, solun hep ehven-i şer diye baka geldiği CHP (veya DSP), 67 yıl boyunca sadece dört genel seçimden biraz olsun önde çıkabilmiş, çoğunluk değilse de birinci parti olabilmiş: 1961, 1973, 1977, 1999. İlki henüz 27 Mayıs’ın gölgesinde (ve buna rağmen yüzde 36.7’ye yüzde 34.8; üstelik yüzde 14’ü Bölükbaşı ve yüzde 13.7’yi Ekrem Alican götürürken). İkinci ve üçüncüsü, Demirel 12 Mart rejimine mecliste suç ortaklığı yapmış olmasının kefaretini ödemeye devam ederken. Dördüncüsü, 90’ların kısır koalisyon denemelerinden bunalan kamuoyunun Ecevit’e son veda teveccühü. Gerisi? 1950, 1954, 1957, 1965, 1969, 1983, 1987, 1991, 1995, 2002, 2007, 2011? Siz daha karanlıkta ıslık çalmaya devam edin, “Erdoğan’ın sonu geldi” diye. Ben de hoşlanmıyorum ama, o veya halefleri daha sittin sene kazanmaya devam eder, AKP’nin alternatifi yepyeni yapıtaşlarıyla kurulmuş, gerçekten daha demokrat bir muhalefet olmadıkça. Eski Atatürkçüleriniz ve eski sosyalistlerinizle, size daha kaç bozgun lâzım, kendi aczinizi bağnazlık ve başkalarına küfürle telâfiye kalkmamanız; bir şeylerin temelden yanlış ve sakat olduğunu görmeniz; 21. yüzyıl henüz nisbeten tazeyken, ölmüş teoriler ve mevzilenmelerle daha fazla vakit kaybetmek yerine, bildiğinizi sandığınız her şeyi unutup yeniden başlamak gerektiğini küçük küçük de olsa düşünmeye koyulmanız için?Neyse, iyisi mi ben keseyim de herkesi Cemil Koçak’la baş başa bırakayım.YİNE ‘KARA KALABALIK’LAR ORTAYA ÇIKTI!“Sosyal medya” olarak adlandırılan yerde; seçim mitingleri için toplanan seçmenlerin birbirlerinden ne denli “farklı” olduğunu belirtmeye gayret eden, hayli “esprili bir dil”le yazılmış mesajları görünce, aklıma nedense aynı kalabalıklar için zamanında yazılanlar geldi.Serbest Cumhuriyet Fırkası da, 1930 senesinde daha kurulur kurulmaz, neredeyse ayağının tozuyla İzmir’de bir miting yapmıştı. Büyük kalabalıklar toplamayı başarmıştı. İktidar partisi olan CHP ise, kendi toplantısına gelmeyen, fakat bu muhalif partinin mitingine katılmak için İzmir’in çevresinden kopup gelmiş geniş yığınları görünce, hayli “farklı” bir değerlendirme yapmıştı. Aradan geçen seksen yılı aşkın bir süreden sonra günümüzdeki “yorum”ları görünce, aradaki “fark” insanı gerçekten de şaşırtıyor!‘Bulanık suda balık avlamak isteyenler’CHP Denizli milletvekili Haydar Rüştü Öktem’in sahipliğinde yayınlanan Anadolu gazetesi, Fethi Okyar’ın İzmir’de karşılanmasını “para ile tutulmuş sarhoşlar tarafından yapılan taşkınlıklar” olarak tanımlamıştı. Aynı kişi, SCF’nin genel başkanı olan Fethi Okyar’a da şöyle sesleniyordu: “Serbest [Cumhuriyet] Fırka[sı]’nı destekleyen basın arasında, işgalde Rumlarla işbirliği yapan, Millî Mücadele’den kaçan, kimisi Yunan işgalinde onların emrinde çalışan, kimi arkadaşları Millî Mücadele’ye katılırken yerlerinden kımıldamayıp düşman hâkimiyeti altında keyif ve safasına dalmış, kimisi Frenk mahallesinde Yunan zabitleri ile hemhâl olup gezip tozmuş insanlar vardır.” Yazar, SCF’yi destekleyenleri de “bulanık suda balık avlamak isteyenler” olarak tanımlıyordu.Serseri, komünist ve sabıkalıların partisiVakit gazetesinde yayınlanan “Fethi Beyi karşılayanlar arasında nedense zabıtaca maruf [ünlü] serseriler, komünistler, lekeli ve sabıkalılar ekseriyeti teşkil ediyorlardı [çoğunluğu oluşturuyorlardı]” şeklindeki haberleri de, Falih Rıfkı Atay’ın yazısı tamamlıyordu: Yazar, Okyar’ı İzmir’de karşılayanları “kara kalabalık”, “bulanık su sergüzeşt [maceraperesti] ve anarşi adamları” olarak tanımlıyordu. Atay, “Cumhuriyetçiler, aklınızı başınıza alınız! Bunlar şeriat istiyorlar, şeriat!” şeklinde muhalefeti itham ediyordu. Yazıda, SCF ile “büyük bir demagoji dalgası, tıpkı eski şeriat dalgası gibi, memleket havasını sarsmaya başlamış”tı deniliyordu. “Karşı fırkanın adamları daha şimdiden kara kalabalığın gerisinde kalmış”tı.Nâdir Nâdi de, Cumhuriyet gazetesinde, SCF’nin propagandasının “makul hudutları” aşmış olduğunu ve hattâ “yapılan inkılâpların ilga edileceği propagandası”na kadar vardığını ileri sürüyordu. Okyar’ı İzmir’de dinlemeye gelenlerin ancak üç yüz kadarının “meseleye inanan” insanlar olduğunu iddia ediyordu.Muhalefet yeterince ‘asil’ mi acaba?Yine CHP’nin resmî gazetesi olan Hâkimiyeti Millîye’de Mahmut Soydan, muhalefet partisinin kuruluşunun daha birinci haftası sona ermeden SCF’yi açıkça uyarıyordu: “Liderlerinin, müesseselerinin [kurumlarının], bütün samimiyet ve hüsnü niyetlerine [iyi niyetlerine] rağmen, Serbest Cumhuriyet Fırkası, hâlin zaruretlerine [gerekliliklerine], ihtiyaçlarına cevap verecek yolda asilane hareket edebilecek midir?” Soydan “Bu memlekette yalnız cumhuriyetçi partiler yaşayabilir. Cumhuriyetçilik fikri yaşayabilir. Bu hakikati, gerek dahilde, gerek hariçte hâlâ maziye bakan, irticaî politikalardan medet uman unsurların dikkatini tahrik için tekrara lüzum görüyoruz” şeklinde yazarken, muhalefeti uyarma ihtiyacını hissetmiş olmalıydı! CHP milletvekili Âsım Us da, “haddi zâtında çok yanlış olan birtakım fikir cereyanlarının hiç karşılıksız olarak sürüp gitmesi, efkârı umumîyede [kamuoyunda] memleket hesabına zararlı izler bırakabilir” diyordu.Atatürk’ün 1931 yılında yazdığı raporAtatürk, SCF macerasından sonra çıktığı yurt gezisinin ardından kaleme aldığı notlarda; Silifke için “halk cahil ve dejeneredir” diyordu. Adana’da SCF parayla tuttuğu kişilere menfî propaganda yaptırmıştı. Bu propaganda özellikle “ayak takımı’nın yoğun olarak bulunması muhtemel olan pazar yerinde, üstelik etnik kökeni Arap olan kimselere yönelik gerçekleştirilmişti. Muhalifler, “Kürt, amele, Boşnak ve dönmeler”di.CHP’lilerin gözünden SCF’lilerCHP tarafından hazırlanan raporlarda; SCF’ye kimlerin katıldığı da açıklanıyordu. Buna göre, muhalifler, “bir kısım amele ve cahil kimselerle ancak kendi taraftarlarından ve gayri memnunlardan ibaret bir zümre”ydi. SCF’liler avamdılar. CHP’nin önde gelenlerinden Hilmi Uran, anılarında, SCF’nin halk tarafından bu kadar geniş ölçüde desteklenmesinin nedenlerini analiz ederken, bunu; “halk kütlesi’nin “idraklari seviyesine göre” “aldatılmış” olmasına bağlıyordu. Muhalifler, “gece gündüz ve kapı kapı dolaşmak suretiyle” halkı “zehirlemişler”di. Kürtler bir yandan, Araplar diğer yandan saldırıya başlamışlardı. “Her çeşit serseri, kumarbaz, esrarkeş, kaçakçı ve hattâ komünizm fikri besleyenler”, bu arada “mutaassıp tabaka” muhaliflerin içinde yer almıştı.Uran’a göre, bu manzara “ayaklanmış kara kuvvet manzarası” idi. SCF’nin seçimdeki başarısını izah etmek için Uran, şu açıklamayı yapmıştı: “Kamyon kamyon, kendilerinden ceza alınacağı korkusu ile rey vermeye gelen her çeşit hal ve kıyafetteki en izbe mahalle kadınlarına” SCF’ye oy verilmezse ceza ödenmeyeceği haber verilince, “zavallılar” geniş bir nefes almışlardı.‘Para ile tutulmuş külhanbeyler’ Bir başka CHP açıklamasında da, İzmir’deki seçimler için şunlar söylenmişti: “Her yerde olduğu gibi, bu muhitte de bir takım para ile tutulmuş külhanbeyler ve sabıkalılar tarafından nümayişçiler” boy göstermişti. İzmir valisi Kâzım Dirik, bizzat İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’ya, bütün bunların nedeninin “bir kısım amele ve cahil kimseler” olduğunu yazıyordu. Aydın’da da vaziyet daha farklı değildi: Burada da para ile tutulmuş kimseler propagandalarını tâ “köyler”e kadar yaymışlardı. Konya’da SCF’liler “kabadayılar”dan oluşuyordu.Gelelim 1946 yılına: DP kurulunca ne oldu?Aradan geçen on beş yıldan sonra DP kurulunca da CHP açısından benzer “analiz”ler ve değerlendirmeler hiç değişmeden sürdü. DP, kara kalabalıkların partisi olarak damgalandı. Aşağı sınıfların bu partiyi desteklemesi, zaten DP’nin niteliğini çok açık bir şekilde gösteriyordu. Halk cahil ve şuursuzdu. Bu bakımdan DP’yi desteklemesi gayet anlaşılabilirdi. Memlekette “oy avcılığı” başlamıştı ve bunun sonucu bir felâket olacaktı. İşin bu noktasında, herkesin aklına belki de Recep Peker gelecektir. Fakat bir dakika… Peker, aslında bu fikri açıkça dile getiren tutarlı bir politikacıydı. Pek çok politikacı ise, düşündüğünün aksine bir maske takmayı tercih etmişti.Günümüzde değişen ne?AKP’nin son İzmir mitinginden sonra “sosyal medya”da paylaşılan “espriler”den biri de, mitinge katılanların hayatlarında ilk kez denizi gördüklerine ilişkindi. O kadar ki, dayanamamış fotoğraf bile çekmişlerdi. Buna hayret etmemek mümkün değildir; çünkü bu insanların fotoğraf makinası olması bile hayli şaşırtıcıydı! Ama dahası da var: Bu insanlar öyle cahildi ki, midye yemesini bile bilmiyorlardı. Midyeyi kabuklarıyla yemişlerdi (ve tabiî hastanelik olmuşlardı)! (Elbette burada bir gülme efekti oluyor). Ben de bütün bunların, hattâ “solcu”larımızın facebook sayfalarında paylaşılmasına karşılık; aşağıdaki satırları karaladım. Artık anlayana tabiî…Bir zamanlar sosyalist bir şair şöyle yazmıştı:“Onlar ki, toprakta karınca, suda balık, havada kuş kadar çokturlar; korkak, cesur, cahil, hâkim ve çocukturlar; ve kahreden, yaratan ki onlardır, destanımızda yalnız onların maceraları vardır” (Nâzım Hikmet)Bugünlerde bizim “solcular” mısraları biraz değiştirmişler; şöyle yapmışlar:“Onlar ki, daha midye yemesini bile bilmezler; destanımızda yalnız Nişantaşı’nın, Kadıköy’ün, Alsancak’ın maceraları vardır.”
İzmir mitingi, Cemil Koçak ve ‘kara kalabalıklar’
- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik