Geçtiğimiz ay medya “Boko Haram” adlı silahlı örgütün Nijerya’da 200’den fazla kız öğrenciyi kaçırdığı ve onları köle olarak satacağı haberleriyle çalkalandı. Kaçırılan öğrenci ailelerinin ısrarlı çabaları sonucunda dünya gündemine giren bu konu, sosyal medya sayesinde büyük bir kampanyaya dönüştü. Michelle Obama’nın “kızları geri getirin” pankartı da bu çabaların bir parçasıydı ve internette hızla yaygınlaştı. Elbette dünyanın çeşitli yerlerindeki müzmin Amerikan-karşıtları, First Lady’e haddini bildirmekte gecikmedi: Amerika’nın Boko Haram’ın öldürebileceğinden çok daha fazla çocuğu pilotsuz hava araçlarıyla bombaladığını biliyor muyduk?Farklı ideolojik yönelimlerden gelip Batı-karşıtlığında karar kılanlar için, olayların arkasındaki “büyük resmi” görmek önemlidir. O resim çoğu zaman o kadar büyüktür ki, daha küçük çerçevede esas öldürenin, kıyanın, zulmedenin 3. dünyalı olduğunu es geçer. Fail Batılı değilse, hafifletici bir neden aranır (El-Kaide’yi Amerika beslemiştir); kafalar karıştırılır (İslamofobiyi kışkırtmak için bir araç olabilir mi?); ölümler göreceli hale getirilir (Boko Haram NATO’dan daha mı tehlikelidir mesela?). Türkiye’deki geniş siyasi yelpaze içinde, yerel öznelere, kişisel ya da toplumsal taleplere önem veren fazla kimseyi bulamayız; istihbarat örgütü, büyük güç, kukla oynatan el arayanlar ise her yerdedir. Komplocu yüzeysellik, seküler ve mütedeyyin kesimleri birbirine bağlar. Afrika gibi az bildiğimiz –dolayısıyla bol bol tahmin yürütüp ahkâm kesebileceğimiz –yerler söz konusu olduğunda bu eğilim daha da ağırlık kazanır.Geçtiğimiz ay Boko Haram’ın Türkiye’de nasıl tartışıldığını şöyle bir hatırlayalım. Konu, laik kesimin gündemine Nijerya’ya silah sevkıyatı yapan THY uçakları aracılığıyla girmişti. Kız kaçırma olayının kısa ve kestirme sonucu da, tahmin edilebileceği üzere, Boko Haram’ı destekleyen dış gücün AKP olduğuydu. Laik kesim bu teoriye bütün kalbiyle inanırken, dünya medyasına “haber atlatan” muhafazakâr Türk basını kendi argümanlarını geliştirdi. Yeni Şafak, Boko Haram vesilesiyle “hak mücadeleleri terörizm olarak yaftalanan” Müslümanların durumuna dikkat çekti ve ABD’nin bu örgütü “bahane ederek” Nijerya’yı işgal edeceğini iddia etti. Anadolu Ajansı ise Nijerya’da, komplo teorilerine gönül vermiş bir dizi yerli yorumcuyla konuşarak derlediği habere “Boko Haram’ın arkasında Batı mı var?” başlığını uygun gördü.Görüldüğü üzere, bizim Türkiye’de çok doğal addettiğimiz, üzerine binlerce köşe yazısı döktürülmüş olan “Kemalist-ulusalcı-Beyaz Türk” ile “muhafazakâr-mütedeyyin-halk” ayrımı, dünyaya bakışımızı öyle derinden etkilemiyor. Teoriler farklı da olsa “yüzeysel komploculuk” bu iki kesimi birleştiren kültürel bir zamk. Boko Haram konusu bir kez daha gösterdi ki, Afrika’yla ilgili bilgi ve uzman yokluğundan kaynaklanan spekülasyon rahatlığı, iki tarafa da kendi fikirsel gettolarında ferah ferah yaşama imkânı veriyor. Türkiye’nin dış dünyadan kopukluğu konusunda, ülkenin doğusuna ve güneyine karşı hiçbir entelektüel merak duymamış, Ortadoğu ve Afrika’yı yok saymış Cumhuriyet elitlerini suçlayabiliriz tabii. Ancak bu ilgisizliğin bir asır sonraki panzehiri Afrika’ya Osmanlı nostaljisi/İslam mirası üzerinden bakmak mı olmalıydı? Birinci grubun “Somali’de ne işimiz var?” sorusuyla hortlattığı bu ilgisizliğe cevap, aynı derecede yüzeysel bir “Ecdadımızın müşfik elleri” mi olmalı?Laiklerin Afrika’sı Türkiye’nin gündemine neredeyse her zaman somut bir “geri kalmışlık” nişanesi olarak girdi. 90’lı yıllarda gazeteler bir şeyi beğenmediği zaman “burası Mozambik değil” başlıkları atardı. Bugün de sokakta gördüğümüz Afrikalı göçmenlere çok iyi gözle baktığımız söylenemez. Onları uyuşturucu satıcılığıyla, fuhuşla ilişkili görmeyenlerimiz, arkalarından –sempatik bir jest olduğunu sanarak- ünlü siyah atletlerin ya da şarkıcıların adlarını bağırıyor. Sahalarda siyah futbolculara muz gösteren taraftarlar da, eminim kendilerinin “ırkçı” olmadığını; ırkçı olmak için önce Batılı olmak gerektiğini düşünüyorlardır. Osmanlı’nın da Afrika’dan köle getirdiği hatırlatıldığında bunun “Batı’dan çok farklı olduğunu” dile getiren mütedeyyin tarihçiler de benzer bir anlayışta: Biliyorsunuz, Osmanlı’da köleler daha ziyade ev işlerinde kullanmıştır ve çoğu da azat edilmiştir. Yani ülkesinden zorla ayrılan bir Afrikalı kadının İstanbul’da “hizmetçi” olarak çalışmayı büyük bir lütuf saydığına inanmamız bekleniyor. Çünkü biz şefkatliyiz; Batılı değiliz…Gerçek şu ki, iki kesimin de Afrika’ya bakışı empatik ya da eşitlikçi değil. Kıtlık zamanlarında ya da doğal afetlerde (o da büyük oranda Müslüman coğrafyalar için) toplanan yardımların “empati”den çok “acıma” duygusuyla ilgili olduğunu teslim edelim. Elbette “empati” geliştirmek için uzun süreli iletişim, etkileşim gerektiği söylenebilir. Ancak yıllardır Afrika’da okulları olan Hizmet Hareketi gönüllüleri de bu konuda çok ilerlemişe benzemiyor. Aksi halde, Samanyolu TV’de Ayna adlı gezi programını yapan sunucu, Afrika’da kendisine teklif edilen yemekleri tadına bile bakmadan bir başkasına uzatmazdı. Yine geçtiğimiz aylarda, Gülen hareketine gönül vermiş bir savcının Afrika’daki faaliyetler için “adını bile duymadığımız yaban ellerde yamyamlara medeniyet öğreten insanlar” ifadesini kullanmış olması da düşündürücü…Beyaz ve siyah Türkler olarak, bir dahaki sefere Afrika’daki gerçeklikle ilgisi olmayan ama iç kamuoyunda işimize yarayan yüzeysel bir komplo teorisi uydurmadan önce bu konuları gözden geçirelim derim.
- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik