Çağdaş Üngör
Japonya’nın olmayan ordusu, Abe’nin bitmeyen kâbusu
Abe’nin ölümünden iki gün sonra büyük bir seçim başarısı yakalayan Liberal Demokrat Parti 1947’den beri barışseverlik normuna sahip çıkan Japon halkını bu sefer ikna edebilecek mi? Bir ülkenin ordu sahibi olup olmaması arasındaki tercihi belirleyen, bize laf-u güzaf gibi görünen ama aslında gücünü hukuktan ve kamuoyundan alan o ince çizgi Japonya’da yeniden çizilecek mi? Daha da önemlisi, sıklıkla “Yeni Soğuk Savaş” olarak adlandırılan bu dönemde Asya Pasifik bölgesindeki barışa silahlanmış bir Japonya mı, savunmada kalan bir Japonya mı daha fazla katkı sağlayacak?
Ukrayna krizinde Çin
Ukrayna krizi, Rusya ve Çin’e, aralarındaki tek gerçek bağ olan Amerikan/NATO karşıtlığını dosta düşmana yeniden ilan etme imkanı veriyor. Ancak bu kriz, haritaların silah zoruyla değişmesine karşı olan Çin’in diplomaside bir ip cambazı mahareti sergilemesini de gerektiriyor. Bu da Rusya’nın ilhak siyaseti, Putin’in tehditkar dış politika söylemi ve sınır komşularına dair emperyal emelleri gibi çetrefil alanlara hiç girmeden konuyu NATO genişlemesine bağlamak demek.
Tayvan’da savaş tamtamlarını kim çalıyor?
Çinli elitler, bugünkü Tayvan’ın vaktiyle milliyetçilerin kaçarak sığındığı ve tüm hayatları boyunca geride bıraktıkları şeyleri düşündüğü gönüllü sürgün yeri olmadığını görüyor. Soğuk Savaş yıllarında büyük bir kalkınma hamlesine sahne olan Tayvan, 2000’li yıllarda da demokratik ve çoğulcu bir rejime kavuşarak anakaradan uzaklaştı. Genç Tayvanlılar Çin anakarasında doğup büyümüş aile büyüklerinin aksine, kendi adalı kimliklerine daha fazla vurgu yapıyor.
Çin aşısı: Sürpriz final
Ortada karmaşık bilimsel veriler ve bunları ideolojik eğilimlerine göre bir o yana bir bu yana büken bir medya var. Ancak önümüzdeki sorunu medyadaki dezenformasyon ortamı değil, 3. Faz çalışmalarını yürüttüğü üç farklı ülkeden birbirinden tamamen farklı sonuçlar elde eden Sinovac yaratmış durumda.
Yükselen bir değer olarak ‘Çin aşısı’
Bugün itibariyle CoronaVac aşısının 3. faz sonuçları açıklanmış değil. Elimizde bu nihai veriler olmadan, aşının etkisiyle ilgili bir şey söylemek elbette zor. Ancak gidişat kötü görünmüyor. Sonuçların tek bir şirketten değil, farklı ülkelerden gelmesi; aşının etkilerinin her ülkede hekimlerin dahil olduğu bir süreçte incelenmesi avantaj olarak görülebilir.
Kuşak, yol ve aşı
Türkiye’de milliyetçi, muhafazakar ve sol kesimlerde farklı temalarla da olsa yerleşik olan Batı karşıtlığı, bazı alanlardaki (eğitim, teknoloji, eğlence vs.) tercihleri nasıl etkilemiyorsa, Çin karşıtlığı da aşı konusunda aynı şekilde hasır altı edilebilir. CoronaVac’a olan gönüllü arzu bu olasılığı güçlendiriyor. Türkiye, son birkaç yılda Kuşak ve Yol’u ekonomik gerekçelerle bağrına bastığı gibi, “Çin aşısı”na da sağlık gerekçesiyle sarılabilir.
Korona kötümserliği
Bir modern hayat kabusu olarak üzerimize çöken korona salgını, her gün evden dışarı çıkarak halının altına süpürdüğümüz pisliği de ortaya çıkardı. Yürümeyen evlilikler, başarılamayan işler, iç hesaplaşmalar, ümitsiz aşklar, şüpheler, endişeler pişip her akşam yemekte önümüze geliyor.
Ateş ölçen devletler
Bugün evde kalma çağrısının dünyada sadece orta-üst sınıflar tarafından yerine getirilebildiği, bu lükse sahip herkesin suratına her gün çarpan bir gerçeklik. Ama endüstrileşmiş bir ülkede hüküm süren sosyalist bir rejim, temel tüketim ve gıda ürünlerinin kıtlığı pahasına üretimi durdurur muydu? Benim sosyalizm tarihine bakışım büyük ölçüde Çin Halk Cumhuriyeti deneyimiyle kısıtlı ama bu soruya gönül rahatlığıyla “evet” diyemiyorum.
SARS’tan Corona’ya ‘gizemli’ Çin salgınları
Dünya medyasında bugün corona virüsü etrafında yaratılan panik ve endişe ortamı kısmen Çin’in tek parti rejimine olan güvensizliği yansıtsa da, zihinlerimizde bu ülkeyi sarmaladığımız egzotik, ırkçı, basmakalıp sıfatların rolünü de göz ardı etmemek gerek. Gizemli virüsler, genetik deneyler, kabus bilim-kurgu senaryoları sanki Çin’e daha çok yakıştırılıyor; öyle olunca sanki daha çok reyting alıyor.
Kötü gelişen bir aşk hikayesi olarak Çin-ABD ilişkisi
Bu uzun soluklu ilişkinin son kavgasında, ABD, kendi varlığını önemsemediğini düşündüğü Asyalı maşuğundan öç almayı kurmaktadır. Trump’ın vücudunda hayat bulan kestirip atmacı, savaşçı, boy ölçüşmeci uslüpla gümrük duvarlarını yükseltir; bir zamanlar kalbini tam orta yerinden vuran maşuğunu sınırlarının dışında bırakmak için harekete geçer. Çin de onuru kırılan her sevdalının yapacağı gibi karşı taaruza geçer. Oysa ABD ile bir ticaret savaşına girmek istediği son şeydir.
Nostalji siyaseti
Geçmiş hasretiyle yaşayanların tedavisinde en ideal çözüm, onları gerçekten de geçmişe döndürecek bir zaman makinesine bindirmek olurdu. Mao nostaljisi yapan bir Çinli ihtiyarı, İleri Doğru Atılım günlerine döndürüp yiyecek karnesine bağlamak. Brexit oyu veren İngiliz işçileri “üzerinde güneş batmayan imparatorluğun” 19. yüzyıl başkentindeki bir fabrikada, çoluk çocuk, yaşlı genç demeden ondört saat çalıştırmak. Trump’a oy veren Amerikan milliyetçilerini, kazanılamayacak bir Kore Savaşında binlerce Amerikan askerinin telef olmasına seyirci kılmak.
Brüksel-Şangay tramvayı
1990’lardan beri bu konu sadece Avrupa ve Amerika’da aradığımızı bulamadığımız zamanlarda dile geliyor. Asya üzerine çalışan az sayıda akademisyen iyi bilir; Türkiye’nin bu coğrafyaya olan ilgisi oldukça sınırlıdır ve bir süreklilik zeminine de oturmaz. Onun için belki unutuluyor: Türkiye’nin dış politika öncelikleri en son ne zaman ve hangi olaylarda Rusya ve Çin’le uyuştu? Bosna Hersek’te mi, Suriye’de mi, Kosova’da mı? “Batılı olmamak”tan kaynaklanan bir değer ortaklığı dahi, nereye kadar söz konusu?
Falun Gong ve FETÖ
Batı’nın darbeye kayıtsız kalmış, bize seçilmiş bir hükümeti değil askeri bir cuntayı reva görmüş olması, Türkiye’ye elbette ahlâkî bir üstünlük sağladı. Ama Cemaati yerel bağlamından koparıp sırf “CIA’nin üretip başımıza sardığı” bir örgüt olarak sunmak, onu “İslâm dışı… tuhaf… batıl” vs. olarak damgalamak, sınırdan bir adım dışarıda hiçbir ikna gücü olmayan argümanlar.
Apolitik sağduyu
Darbenin savuşturulması konusunda AKP tabanına büyük teşekkür borçlu olduğumuz kesin. Ancak bundan sonrasını bir toplum olarak yeniden inşa etmek için gerekli olan, belki “apolitik” diye küçümsediğimiz insanların yaptığı gibi, kulaklarımızı duymak istemediğimiz argümanlara açmak. Çünkü darbe tehdidini atlatmış olmak, son on beş yılda ülkenin geleceğiyle ilgili çok kesin öngörülerde bulunup birbirimize “oh olsun” ve “görelim bakalım”lar çektiğimiz gerçeğini değiştirmiyor.
Terörle yaşamaya alışma rehberi
Terörle yaşamaya alışan bir ülkede hayatta kalmak ciddi bir çaba gerektiriyor ama imkansız değil.
Batı-dışı anne ve alternatifler
Bebeklerin diş çıkartması, taytay durması, ilk kelimelerini söylemesi karşısında “Tebrikler, demek ki çocuğunuz 7 milyar insanın geçtiği aşamalardan teker teker geçiyor” demezsiniz ama içinizden bunların aslında sadece ebeveyni ve onların ailesini ilgilendirdiğini düşünürsünüz.