Dicle Toplumsal Araştırmalar Merkezi (DİTAM) ve Demokratik Gelişim Enstitüsü’nün (DPI) çevrimiçi toplantılarında, katılımcıların Ahmet Davutoğlu’ndan en çok değerlendirmesini istediği konulardan biri Kürt meselesiydi. Çünkü büyük umutlar bağlanan Çözüm Süreci, hükümeti o yönetirken sona ermişti. Şehirler savaş alanına dönmüş, Cizre ve Sur gibi medeniyet merkezleri yerle bir edilmiş, ağır insan hakları ihlalleri yaşanmıştı. Bedeli her açıdan ağır olan bu dönemde Başbakanlık yapması, Kürtlerin bir bölümünün hafızasında Davutoğlu’na ilişkin yaygın bir menfi algının yerleşmesine neden olmuştu.
Peki, Davutoğlu bu menfi algıyla başa çıkabilecek miydi? Halkı inandırabilecek miydi? Geçmişten nasıl bir netice çıkarmıştı? Bir özeleştiri yapmış mıydı? Geleceğe dair nasıl bir tasavvura sahipti? Kendisi ve partisi Kürt meselesine temelde nasıl yaklaşıyorlardı? Zihnindeki çözümün ana hatları nelerdi? Kısa, orta ve uzun vadede atılması lazım gelen adımlar nelerdi?
“Halkı ikna ederim”
Her iki toplantıda da Davutoğlu bu meseleye kapsamlı bir yer ayırdı, tafsilatlı bir muhasebe yaptı. Hakkındaki önyargıların, büyük bir oranda yanlış bilgiden ve bilinçli manipülasyonlardan kaynaklandığını belirtti. Çok yönlü çarpıtmalara rağmen, bazı çevrelerin sandığı gibi, Kürtlerin büyük kısmının kendisine kötü bir nazarla bakmadığını, aksine kendisi ile Kürtler arasında bir muhabbet ilişkisinin olduğunu söyledi. Buna kanıt olarak da, partisinin en hızlı Kürt illerinde örgütlenmiş olmasını gösterdi.
Özgüvenli bir duruşu vardı Davutoğlu’nun. Ona göre, dünyanın her yerinde elitleri ikna etmek güçtü. Dolayısıyla kendisinin de elitlerin fikirlerini müspet yönde değiştirmekte zorlanması normaldi. Ancak halkla ilişkilerinde bir sıkıntının olmasını beklemiyordu. Herkesin ayağına gidecek, her grupla bağlarını güçlendirecek, onlarla diyalog kuracak, dertleriyle hemhal olacak, partisini ve gerçekleri anlatacaktı. Halkın bu çabayı karşılıksız bırakmayacağına da, kendisinin halkı ikna edebileceğine de güveni tamdı.
Limitleri görmek
Çözüm Süreci ve arkasından yaşananlardan sonra herkesin limitlerini gördüğünü söyleyen Davutoğlu, bu meyanda üç hususa dikkat çekti:
• Kürtler, Türkiye’den ayrılmaz; Kürtleri Türkiye’den ayırmanın imkânı yoktur. Ne sosyolojik ne psikolojik ne de tarihi olarak böyle bir olasılık söz konusudur.
• Kürtleri yok sayarak Türkiye’de birlik sağlanamaz.
• Kürtlerin talepleri var, bu taleplere kulak kapatılamaz.
Davutoğlu bu tahlile dayanarak da Kürt meselesi için üç ayaklı bir çözüm stratejisi önerdi:
İlk ayak, Türkiye için çok kapsamlı bir demokratikleşme programı içeriyor. Davutoğlu’na göre, Türkiye’nin demokrasi sahasında karşı karşıya bulunduğu devasa sorunlar var. Temel hak ve hürriyetlerde, merkez-yerel dengesinde, yargı bağımsızlığında, şeffaflıkta, güvenlik-özgürlük dengesinde, vb. konularda baş gösteren problemler, herkesin derdidir. Bunlar herkesin hayatına tesir eder ve herkes gibi Kürtler de bu sorunların acısını çeker.
Aynı şekilde, demokrasinin rayına sokulması da herkese fayda sağlar. Bütün vatandaşların özgürlük alanları genişler, herkes daha rahat nefes alır ve kendini daha fazla güvende hisseder. Dolayısıyla Türkiye’nin demokrasi eksikliğini tamamlayacak kuvvetli bir demokratik reform rüzgârı, Kürtlerin üzerindeki kara bulutların da daha hızlı dağılmasını ve yaşadıkları sorunların önemli bir kısmının hal yoluna koyulmasını sağlar. Türkiye asla tek bir kimliğe ya da gruba ait olamaz, herkese/hepimize aittir. Kuvvetli bir ortak demokratik vatandaşlık bağı, herkes için en büyük teminatı oluşturur.
Gerçekçi alternatif projeler
İkinci ayak, Kürtlerin taleplerinin değerlendirilmesidir. Kürtlerin üzerindeki her türlü sınırlandırma kaldırılmalıdır. Bunun için öncelikle her şeyin rahatlıkla konuşulabileceği bir zemin oluşturulmalıdır. Kürtlerin yerel yönetimlerin yapısı, anadilin kullanılması, vb. gibi talepleri olabilir. Bu talepler ince eleyip sık dokuyarak, getirilerini-götürülerini hesaba katarak ele alınmalıdır.
İki hususun altı çizilebilir burada: Biri, Kürtlerin taleplerinde muhatabın PKK değil bütün bir halk olduğudur. Bütün Kürtlerle her mevzu konuşulmalı, kimsenin hassasiyeti göz ardı edilmemeli, bunun için gerekli yöntem ve mekanizmalar üretilmelidir.
Diğeri ise, taleplerin karşılanması için serinkanlı ve gerçekçi alternatif projeler geliştirilmesidir. Demokratik müzakereler içinde herkes en uç önerileri de ortaya koyabilir ama çözüme varmak için bu önerilerin uygulanabilir olmasını gözetmekte fayda vardır. Bu çerçevede Davutoğlu, örneğin yerel yönetimlerin yetkilerinin artırılmasına taraftar olduğunu, ama federasyon ve benzeri yapıların Türkiye gerçekliğine uygun düştüğünü düşünmediğini belirtti.
“Bu ayıp bize yeter”
Üçüncü ayak ise, Türkiye dışındaki Kürtlerle mümkün olan en sıkı bağların kurulmasıdır. Kürt meselesinin salt Türkiye’nin iç meselesi olarak görülmemesi ve bölgesel denklem içinde etüt edilmesi gerektiğini belirten Davutoğlu, bilhassa Suriye ve Irak Kürtleri ile ilişkilerin en üst seviyeye çıkarılmasının önemini vurguladı. Ona göre, yakın geçmişte Suriye ve Irak Kürtleri ile Ankara arasındaki yoğun teşrik-i mesai, büyük bir fırsat kapısı açmıştı. Şimdilerde bu dinamik ilişkinin yitirilmiş olması büyük bir kayıp anlamına geliyordu. Bu bölümde şöyle konuştu Davutoğlu:
“Suriye Kürtleri ile çok daha yakın ve çok daha rahat irtibat kurabilecek iken, bugün Suriye’de bize karşı Kürtlerin hamiliğinin bazı yerlerde Rusya, bazı yerlerde ise ABD tarafından üstlenilmiş olması en büyük ayıbımızdır. Bu ayıp bize yeter!”
Davutoğlu’na göre, birbiriyle bağlantılı bu ayaklar arasında bir zaman sıralaması yapılmasına gerek yok. “Önce bir adım atılsın ancak daha sonra diğerine geçilir” diye düşünmemek gerekir. Hepsinde eş zamanlı ve koordineli olarak hareket edilebilir. Böylece daha çabuk mesafe alınır.
Ezcümle Davutoğlu’na göre “Kürtler Türkiye’den, Türkiye de Kürtlerden soyutlanamaz.” Binaenaleyh çözüm; ancak, hem içi hem de dışı gözeten bütünlükçü bir perspektifle inşa edilebilir. Bu da ciddi bir hazırlığı, güçlü bir siyasi iradeyi ve çok sayıdaki bozucu unsura karşı durabilecek bir cesareti gerektirir.