Konya-Kulu’dayız. Ortada bir “aşiret” lâfı, almış başını gidiyor. Misafiri olduğumuz bir yönetici, yardımcılarını “Biri Türkmen’dir, diğeri ise aşirettendir” şeklinde tanıtıyor. Lokantada yemek yiyoruz, sohbet ettiğimiz bir amca “Biz burada hepimiz; Türkmenler, Tatarlar ve aşiretten olanlar kardeş gibiyiz” diyor.
Anlıyoruz tabii. “Aşiret” Kürt yerine kullanılıyor burada. Kürtleri yaralamak gibi bir niyetle kullandıklarını söylersek haksızlık etmiş oluruz; sık kullandıkları ve alıştıkları bir ifade bu. Kürtlerin de bunu kabullendiklerini ve bundan rahatsızlık duymadıklarını sanıyor olmalılar.
“Aşiret değil, Kürdüz”
Halkla toplantıya geçiyoruz. Salon hınca hınç dolu. “Aşiret” lâfı çok duyuluyor yine, mikrofonu eline alan “aşiretten olanları” ne kadar çok sevdiğini anlatıyor. Ön sıralardan bir el kalkıyor, salona dönüyor ve sitemkâr bir dille konuşmaya başlıyor:
“Türk kardeşlerim bize hâlâ ‘aşiret’ diyor. Ne aşireti kardeşim! Yüzyıllardır burada birlikte yaşıyoruz, siz halen bizim kimliğimizi bilmiyorsunuz, tanımıyorsunuz. Bakın, benim bir aşiretim yok, tek başına bir ferdim ben ve Kürdüm. Lütfen bundan böyle bize aşiret falan demeyin. Kardeşliğin gereğini yerine getirin, hakkımızı tanıyın.”
Aşiret diyenlerin yüzlerine bakıyorum. Bu denli net bir karşı çıkış karşısında, ne hissettiklerini anlamaya çalışıyorum. Biraz şaşkınlık, biraz da mahcubiyet beliriyor yüzlerinde.
“Aramızda bir sorun yok!”
Konya-Cihanbeyli’deyiz. Belediye Kültür Merkezi’nin iki katlı salonu, tıklım tıklım. Sadece ilçeden değil, köylerden ve beldelerden de çok sayıda kişi sohbete katılmaya gelmiş. Tüm belde belediye başkanları da yerlerini almış. Sürece destek çok yüksek; ortak temenni, gençlerin kanının akmaması ve bunun için herkesin üstüne düşenleri yapması.
Orta yaşlı bir bey söz alıyor, kendisinin Türk olduğunu ve süreci yürekten desteklediğini belirterek sözlerine başlıyor ve “Zaten bizim aramızda herhangi bir sorun yok” diyerek devam ediyor:
‘Biz bu ilçede uzun yıllardan beri kardeşçe yaşıyoruz ve yaşamaya devam edeceğiz. Birbirimizden kız aldık, kız verdik; birbirimizin dostu, akrabası olduk. Bu nedenle barışın bir an önce gelmesini, kardeşliğimizin büyümesini istiyorum.’
“Kürtçe anlamıyoruz, Türkçe konuş”
Aynı minval üzerinden birçok konuşma yapılıyor. Ana teması, kardeş olduğumuz ve aramızda herhangi bir sorunun bulunmadığı olan konuşmalar bitince sıra, bize sorulan soruları yanıtlamaya geliyor. Salonda yoğun bir Kürt nüfusu var. Ben de konuşmaya Kürtçe başlıyorum. Salonu Kürtçe selamlıyorum, konuşmam takriben 3-4 dakika sürüyor. Bunun üzerine, demin Kürtlerle hiçbir probleminin olmadığını söyleyen bey ayağa kalkıp itiraz ediyor. “Biz Kürtçe anlamıyoruz, niye Türkçe konuşmuyorsun? Unutma, burası Türkiye!”
Alışık olmadığım bir tepki değildi bu. Çoğu yerde samimi bir şekilde Türk-Kürt kardeşliğinden söz edenlerin, Kürtçe konuştuğunuzda tavırlarının değiştiğine tanık oldum. Büyükşehirlerde otobüste, vapurda, trende, metroda, Batılı bir dilde konuşanların normal karşılandığını, ama Kürtçe konuşanların suçlayıcı bakışlara maruz kaldığını gördüm.
Bunları salondakilerle de paylaşıyorum. Kürt meselesi üzerinde saatler süren tartışmalar yapabileceğimizi ama meselenin özünün bu tepkilerde saklı olduğunu belirtiyorum:
“Kürt meselesi, bir akademisyenin İngilizce konuşmasından rahatsızlık duymayacak olanların, aynı akademisyenin Kürtçe konuşmasından rahatsızlık duymasıdır. İngilizce konuşmayı takdirle karşılayanların, Kürtçe konuşanlara tepki göstermesidir.”
Kürdü kriminalize etmek
Bu satırların üzerinde altı yılı aşkın bir süre geçti. Çözüm süreci günleriydi. Akil İnsanlar İç Anadolu Heyeti’nin bir üyesi olarak Konya’daki gözlemlerimi yazmıştım. Yıllarca konuşulması yasaklanmış bir sorunu geniş kitlelerle açık bir şekilde konuşmanın, ne denli önemli olduğunu görüyorduk. Tartıştıkça ezberlerimiz kırılıyor; tanıştıkça bazı davranışlarımız, ifadelerimiz hakkında yeni baştan düşünme mecburiyeti duyuyorduk. Konuşmak, hepimize iyi geliyordu. Ümidimiz yüksekti; huzura her geçen gün daha fazla yaklaştığımızı düşünüyorduk.
Sonra, süreç bitti. Barış ile aramızdaki mesafeyi kısaltan bütün adımlar bıçak gibi kesildi. Normalleşmemizi sağlayacak bütün hamleler rafa kaldırıldı. Eski alışkanlıklar bütün haşmetiyle geri döndü. Kürdün ve Kürde ait bütün değerlerin kriminalize edilmesine hız verildi.
Kürdistan’ı sansürlemek
Son bir haftadır üzerimize yağan haberlere bakıyorum. Irak Kürdistanı’ndan Uzungöl’e tatile gelen Kürtler, üzerinde Kürdistan yazılı atkı taşıdıkları için linçe uğruyorlar. Vazifeleri mağdurları korumak ve saldırganları adalete teslim etmek olan Trabzon Valiliği ve Başsavcılığı, tam tersini yapıyor. Saldırganları “sâkinleştiriyorlar”; saldırıya maruz kalanları ise gözaltına alıp 26 saat karakolda tutuyorlar. Ve akabinde, yaptıkları pek matahmış gibi skandal bir açıklamayla bunu kamuoyuna duyuruyorlar.
Can Yayınları, Paulo Coelho’nun “11 Dakika” adlı kitabında geçen Kürdistan sözünü sansürlüyor. Yapı Kredi Yayınları, Evliya Çelebi için ekmek kadar su kadar doğal olan Kürdistan kelimesinden rahatsızlık duyuyor, onun yerine “Kürt diyarı” diyor. Resmi Kürdistan bayrağı, Türkiye’deki haber kanalları ve haber ajansları tarafından buzlanarak veriliyor. Utanılacak işler!
Velhasıl Kürt fobisi ayaklanmış yine! Kürtten, Kürdistan’dan, Kürtçeden korkuluyor, rahatsızlık duyuluyor; onların görülmesi, duyulması, bilinmesi istenmiyor. Yasaklarla, kaba kuvvetle, üzerini örtmekle tarihi ve sosyolojik bir gerçeklik ortadan kaldırılmaya çalışılıyor. Beyhude bir uğraş!
Kürtçe’den zarar gelmez
Tekrar altı yıl öncesine döneyim. Kürtçe konuşmamdan rahatsız olan beyefendiye iki öneride bulundum. Önce, sürekli Kürtlerle kardeş olduğunun altını çizdiğine göre, şu anda yanında muhtemelen bir Kürt kardeşinin bulunduğunu ve benim ne dediğimi onunla hasbıhal ederek daha iyi anlayabileceğini söyledim. Sonra da, eğer kendisini daha iyi hissetmek istiyorsa ona Kürtçe öğrenmesini tavsiye ettim:
“Burada asırlardır berabersiniz. Aynı camiye gidiyor; aynı bayramları kutluyorsunuz. Sevinci ve hüznü paylaşıyorsunuz. Kürt kardeşleriniz sürekli Türkçe konuşuyor; siz de Kürtçe öğrenseniz, onların halini hatırını Kürtçe sorsanız fena mı olur? İnanın Kürtçenin size bir zararı dokunmaz.”
Türkiye’de devlete, oradan da toplumun bir kesimine derinlemesine nüfuz etmiş bir Kürt fobisi var. Bundan kurtulmak kolay olmayacak. İmtihan uzun sürecek. Lâkin bu fobiden kurtulmadıkça da Türkiye’nin iki yakası bir araya gelmeyecek.
(*) Kürdistan 24, 24.07.2019
https://www.kurdistan24.net/tr/opinion/b3d74a78-453a-48cf-999a-e0f97bd7243a