“AK Parti’nin fabrika ayarlarına dönmesi” ifadesi, son zamanlarda birçok kişi tarafından sıkça kullanılıyor. İlginçtir; bu ifade hem AK Parti’de baş gösteren hastalıklara karşı bir reçete olarak ileri sürülüyor. Hem de yeni siyasal hareketler tarafından takip edilmesi icap eden bir yol haritası olarak takdim ediliyor. Yani bir yandan AK Parti’ye “Dertlerinden kurtulmanın anahtarı fabrika ayarlarında” deniliyor. Diğer yandan muhtemel partilere de “Başarı için AK Parti’nin kuruluş dönemindeki gibi davranmalısın” tavsiyesi veriliyor.
Oysa Herakleitos’un dediği gibi “aynı nehirlere girenlerin üzerinden farklı sular akar.”
Ne 2002’ye geri dönmek mümkün, ne de AK Parti’nin fabrika ayarlarına uygun bir parti kurmak. Dünya da çok değişti, Türkiye de. Yepyeni bir sosyoloji var karşımızda. 2002 Türkiyesinde siyasetin odağında yer alan konular ile 2019 Türkiyesinde siyasete yön veren konular aynı değil. Sorunlar değişti, talepler farklılaştı. Misal: 2002’de başörtüsü Türkiye’nin kanayan yarasıydı ve bilhassa 28 Şubat uygulamalarıyla bu yara daha da derine inmişti. Askeri vesayet bütün ağırlığıyla topumun üzerine çökmüştü. Siyasi karar merkezlerinin her kademesine bürokrasinin hâkimiyeti sinmişti.
Lâkin aradan geçen sürede tablo tamamen değişti. Başörtüsü sorunu aşıldı. Başörtülerini kimliklerinin bir parçası olarak gören kadınlar, artık kamusal alanda başörtüleriyle varlar. Asker — demokratik bir ülkede olması gerektiği gibi — bir vesayet makamı olmaktan çıktı. Bugün siyasete müdahale eden ve istikamet belirleyen bir askeri yapıdan söz edilemez. Keza bürokrasi baştan aşağı yeniden tanzim edildi ve bürokratik vesayetin yerini de partizanlaşmış bir bürokrasi aldı.
“Tek adam”
Hâsılı köprünün altından çok sular aktı. Dolayısıyla 2002’yi temel alarak yeni bir yola çıkılamaz, çıkılsa da bir yere varılamaz. Bu meyanda, “yeni” olmak iddiasındaki bir siyasi hareketin yapabileceği en büyük hatâ, sırf eski AK Partililerden müteşekkil bir görünüm arz etmesi olur. Zira herhangi bir vesileyle AK Parti’den ayrı düşmüş isimlerin yanyana gelmesinden ibaret kalacak bir hareket, siyasete ne heyecan katabilir ne de bir dalga yaratabilir.
Yeni hareketlerin siyasette dengeleri sarsacak düzeyde bir etki uyandırabilmesi için başlıca iki noktaya dikkat edilmesi gerekir. Birincisi, kadrodur. Zannımca, Türkiye’nin ülkeyi daha iyi idare edebileceğini iddia edecek yeni bir “tek adam”a ihtiyacı yok. Bugün için siyasette aranan kan, güçlü ve geniş bir kadrodur. Bu itibarla yeni bir parti tek adama dayanmamalı. Aksi takdirde, mevcutta eleştirdikleri pozisyona düşmüş olurlar ki, bu da onlar için iyi bir hareket noktası sayılamaz.
Yeni bir parti, geniş, güçlü, temsil yeteneğini haiz bir kadroyla toplumun önüne çıkmalı. Temsil, gerçek bir mânâ taşımalı. Geçmişteki yapıldığı gibi bazı şahısları “vitrin süsü” niyetine kadroya dâhil etme hatasına düşülmemeli. Belli kimliklere şirin görünmek için yapılan bu işlerin ters teptiği unutulmamalı. Yeni bir parti, ancak toplumun her kesimine seslenebildiği ve insanların hakikaten temsil edildiklerini düşünmelerini sağladığı takdirde başarılı olabilir.
Yeni bir söz
Kadronun insanlara ülkeyi yönetebileceği hissini vermesi gerekir. Yönetim, büyük bir ihtiyaçtır. İnsanlar için gündelik yaşamlarının rutininin muhafaza edilmesi büyük bir değer taşır. Başlarını yastıklarına koyduklarında da işlerin yürüdüğünü bilmek ya da hissetmek çok önemlidir. Bugün Türkiye’nin içte ve dışta ağır sorunları var. Toplum bu sorunların çözülmesini bekliyor ve karşısında bunların üstesinden gelebilecek bir ekip görmeyi arzuluyor.
Bu itibarla, halktan yönetme ehliyeti talep eden bir siyasi organizasyonun, dertlere çare üreteceğine, alternatifler sunacağına, genel gidişatı bozmayacağına ve gelecekte daha iyisini yapabileceğine dair o halkta güven uyandırması gerekiyor. Gerek genişlikte gerek uzmanlıkta halka yeteri kadar güven vermeyen bir hareket ilerleyemez.
Kadronun yanında, yeni bir partinin üzerinde iyi düşünülmüş bir programı olmalı. Ekonomi ve adalet, iki büyük sorun alanı; toplumun her kesiminden bu alanlara ilişkin şikâyetler yükseliyor. Keza hükümet sistemi, Kürt meselesi, KHK’lılar, Alevi meselesi, AB ve ABD ile ilişkiler, S-400’ler, Suriye, eğitim vb konular orta yerde duruyor. Toplum, 2015’ten bu yana girilen türbülanstan ötürü hemen her sahada yaşanan olağanüstü halden çıkmak ve normalleşmek istiyor. Yeni bir parti bütün bu meseleleri gerçekçi bir değerlendirmeye tabi tutmalı ve bunlara ilişkin kendi sözünü söylemeli. Salt “yeni” olmak bir anlam ifade etmez; “eski”den — yani AK Parti’den — hangi yönlerden ayrıştığını açıklamalı, tavrını net bir şekilde ortaya koymalı. Böylesine sağlam bir içerik oluşturmayan bir parti, halkın desteğini alamaz.
Hamama giren terler
Gül-Babacan ve Davutoğlu şimdiye kadar kısmen konforlu bir alandaydılar. AK Parti ile mesafeli durdular. İktidarın yapıp ettiklerine katkıda bulunmadılar. Bazı çok mühim hadiselerde eleştirilerini dillendirdiler. Parti içindeki bu sınırlı muhalefet, onların etrafında bir ilgi çemberi yarattı. Ancak partiden çıkıp ayrı bir siyasi oluşumla sahne aldıklarında, bu konforlu alanı mecburen terk etmiş olacaklar. Hamama girecek ve terleyecekler.
Terleme iki taraflı olacak. Bir taraftan iktidarın ayartma, sindirme ve yıldırma faaliyetlerine maruz kalabilecekler. Şimdiye kadar ipler tam kopmadığı için sınırlı bir biçimde gerçekleşen bu faaliyetler ipler bütünüyle koptuktan sonra sertleşecek. Yeni partinin geleceğini, bunlara dayanıp dayanamayacağı belirleyecek.
Diğer taraftan da toplum onlara ateşin üstündeki kestaneleri nasıl alacaklarını soracak. Var olana muhalefet onları bir noktaya kadar götürebilir. O noktadan daha ileriye gidebilmek için ise kendi tahayyüllerini topluma sunmaları gerekecek. Yönetmeye namzet olunduğunda, sadece başkalarının yanlışlarını söylemek kâfi gelmez. Ancak kendi doğruları olan ve halkı bu doğrulara ikna edebilen bir parti, iktidar ruhsatı alabilir.
(*) Kürdistan 24, 17.07.2019
https://www.kurdistan24.net/tr/opinion/5b4058f3-e109-4511-b9ad-afeb85746748