Her inananın zihninde illaki bir Tanrı imajı vardır. Şimdiye kadar benim merakla sorduğum her cinsiyetten arkadaşımın neredeyse tamamı (aralarında feminist kadınlar da var) kafasındaki Tanrı’nın yaşlı bir erkek olduğunu söyledi. Tanrı erkek ve dinlerin çoğu erkek dini. Tanrı erkek olmasaydı dişi olanına Tanrıça denmezdi sanırım. Dücane Cündioğlu son söyleşilerinden birinde İslamda çok-eşlilikle ilgili konuşmaya başlamadan erkek ve kadın meselesini ele alırken özetle şöyle söylüyor; “Dinlerin tamamına yakını kadının aleyhinedir. Tarihte kadın erkeğin değil, insanın karşıtıdır. Zeus insanı cezalandırmak için kadını yaratmıştır. Sorun tanrıların da erkekler gibi düşünmesidir.”
Çok fazla yaratılış efsanesi var tabii, 300 bin yıllık insanlık tarihi boyunca. Benim en çok ilgimi çekenlerden biri, Kongo’da Bakuba krallığında yaşayan insanların yaratılış inancı; Mbombo adlı bir tanrının güneşi, toprakları ve canlıları kusarak yarattığına inanıyorlar. Ve bu yaratılış mitlerinin her birini önyargısız dinleyebilirseniz hepsinin kendi içinde bir tutarlılığı olmasına şaşırırsınız. “Evet abi neden olmasın” diye inanıverirsiniz yani, dikkat edin. Yazık bize valla, ne kadar kolay inanıyoruz her anlatılana.
Filmimize dönersek, olaylar Tanrı katında ve dünyada geçiyor. EA babası ve annesiyle Brüksel’de, kapısı ve penceresi olmayan bir apartman dairesinde yaşıyor. Babasının Brüksel’i yarattıktan sonra can sıkıntısından kendi suretinde insanı da yarattığından bahseden EA, ağabeyi JC’nin yıllar önce isyan ederek evden kaçtığını söylüyor ve film başlıyor. İnanan bilinç açısından ofansif bir üslubu var filmin. Dindarların bu tarz içeriklere verdiği tepkiler inançlarının sağlamlığı ile ilgili. Şunu demek istiyorum; inandığımız şeyler çok güçlüyse karşıdan gelen eleştiriler ya da şakalar bizi ne kadar kızdırabilir ki? Ve çabucak öfkelenmemiz başlı başına bir soruna işaret etmiyor mu?
EA babasıyla arası bozulunca dünyadaki bütün ölümlülere kısa mesaj yoluyla ölüm tarihlerini yolluyor ve sistem çöküyor. Ne zaman öleceğimizi bildiğimizi düşünün. Yine aynı hayatları mı yaşardık acaba?
Jaco Van Dormael’in efsane filmi “Bay Hiçkimse”yi (Mr. Nobody – 2009) seyrettikten sonra yönetmenin yeni filmlerini beklerken gelmişti “Yeni Ahit.” Şimdi yeniden seyrettim ve bayatlamış bir film olsaydı yazmayacaktım.
EA herkese ölüm zamanını verip ortalığı karıştırdıktan sonra dünyaya iniyor ve insanlara çeşitli sorular soruyor. Benim en sevdiğim soru:
“Çocuklar büyüyüp yetişkin oluyorlar; peki yetişkinler?”
Hepimiz bilgisayar ya da akıllı telefon kullanıyoruz ve şu güncelleme meselesine ister istemez aşinayız. Aletin işletim sisteminin yazılımını güncellemezsek, kullandığımız alet bazı yeni programları çalıştırmıyor. Bunları güncellemek, eğer çok basit bir alet kullanmıyorsak, epey zaman alıyor. Meşakkatli bir iş yani. Fakat adı üstünde “güncel.” Güncellemezsem yeniyi alamıyorum cihazıma. Tabii ki lafı zihin ve zihniyete getireceğim. Ve tabii ki kolay değil bu kadar karmaşık bir yapıyı sürekli güncel tutmak. Yaşamak bu; hiçbir zaman tam olarak zihnimi güncelleyemeyeceğim, ama bu çaba içinde olmaktan başka bir çare yok ve aksi takdirde eskiyeceğim. Kadim bilginin dediği gibi mesele “yolda olmak” yani.
İnanç ve Tanrı ile bitiriyorum. Jerry Seinfeld’in Netflix’te harika bir programı var; “Comedians in Cars Getting Coffee” (Komedyenler, Arabalar ve Kahve diye çevirebiliriz Türkçeye). Çok çeşitli komedyen konuklarla çok güzel muhabbetler dönüyor programda. Hem yüksek mizahı hem de Amerikan kültürünü tanımak açısından öğretici tarafları var. En sevdiğim bölümlerinden birinde Ricky Gervais edebi bir eser değerinde bir fıkra anlattı:
Soykırımı atlatmış biri yaşlanır, ölür ve cennete gider. Orada Tanrı’yla karşılaşır. Tanrı’ya bir soykırım fıkrası anlatır. Tanrı der ki,
“Bu hiç komik değil.”
Adam cevap verir:
“Orada olman lazımdı.”