İktidarın kaybettiği İstanbul seçimiyle ilgili oy kabinindeki ıstampa mürekkebine kadar her şeye saat başı guguken itiraz etmesi, her vatandaşı bir miktar hukukçu yapmıştı tabiatıyla.
Mektepli hukukçunun cübbesine düğme diktirdiği ülkeye, “alaylı” hukukçu yakışırdı belki de…
Hakkı Berhava Bey sokakta, ekranda, kıraathanede oyları yok hükmündeki insanların Sadri Alışık’ın o ünlü tiradını haykırdığını duyuyordu:
“Bu da mı gol değil, adaletine, insanlığına kurban olayım Hâkim Bey. Bu da mı gol değil be?..”
Istampa mürekkebinin siyah olması, iktidarın tek sağlam itirazı olabilirdi aslında.
Eğer mürekkep kırmızı olsaydı, evet mührünü siyah-beyaz pusuladaki boşluk yerine partisinin tavsiyesine uyarak ampule basanların oyları trafik lambası gibi görülecekti.
Hakkı Bey oğlu Barış Berhava’nın sözlerini hatırladı:
“Seçimi kaybeden iktidar back vokaline bıraktığı beka nakaratı gibi, ‘Mührü ampule basın’ sloganını da değiştirmeli, ‘Duyuna basın, duyuna basın’ demeli.”
Adalet ve Hakkı Berhava gelişmeleri/gelişmemeleri ekrandan hayretle izledikleri bir gecenin uykulu sabahında, kapının kuvvetle çalınmasıyla irkildi.
Göz deliğinden polisleri görünce, kapıyı endişeyle açtı Hakkı Bey.
Aklına 35 yıl önce imzaladığı ve bugün öyle ya da şöyle bölücü külliyata iliştirilmesi muhtemel “Aydınlar Dilekçesi” geldi.
“Buldular beni sonunda” diye ürperdi.
Öndeki polis, “Seçmen misiniz” diye sordu.
Önce “Belki”, ardından “Evet” deyince, arkasındaki genç polis fısıldadı:
“Peki terörist, kısıtlı filan mısınız?”
“Yooo, niye sordunuz?”
“Yani soyadınız bakımından… Berhava terörist soyadı gibi ya…”
“Yok biz kendini berhava eden intihar bombacısı değiliz, bizi hep başkaları berhava etmiş…”
Seçilenler de incelenmeli, aralarında ölüler olabilir
Araya daha tecrübeli, biten seçim seferberliğinin ardından bir de ev ev dolaştığı için daha yorgun, daha usanmış görünen polis girdi:
“Tamam tamam, işte baktık, adreslerinde oturuyorlar, ölü de değiller. Hadi gidelim…”
Polisler silahlarını yoklayarak karşı dairedeki Fethi ve Hilkat Hepgülen çiftinin kapısını çalarken, ölülere oy kullandırıldığı iddialarını düşündü Hakkı Bey.
“İleride bir maraza çıkmaması için seçilenleri, hatta seçimle ilgili herkesi tarafsız bir hekim heyetine iyice inceletmek lazım” diye geçirdi içinden:
“Onların arasında da yaşayan ölüler olabilir…”
Akşamına iktidarın imtiyazı yahut itirazı üzerine tüm geçersiz oylar, öbür bazı oylar, mühürler, ıstampalar yeniden sayılmaya başlamıştı.
Berhava ailesi her akşam yeni bir sayım izliyordu ekranda.
Seçim çoktan bitmişti ama sayım bitmiyordu.
Heyecanı da yoktu bu zorlama devam filminin. Ucuz bütçeli yapımlar gibi sonu belliydi.
AA’da ise bu kez ne kilitlenme, ne de donma… Bal akıyordu, oy akıyordu ağızlarından.
Hakkı Bey bu kadar sayımı izleyince, “İstanbul’un 39 ilçesi olduğu söyleniyor ama hazır el değmişken onu da saysalar” diye aklından geçirdi.
İleride muhalefete oy veren ilçelerden bazıları köy yapılırsa, hiç olmazsa kaydı kalırdı yadigâr.
Fikirsel engelli sandık kurulları
Hepsi sayıldı; dilde tükürük, orta parmakta takat kalmadı.
Lâkin ölü, kısıtlı, kasıtlı, mükerrer, kayıp seçmenler, az geçerli, tam geçersiz, belki geçersiz oylarla ilgili 1001 iddia, aradaki farkı kapatamadı.
Şehrazat usandı da, Sultan Şehriyar masala doymadı.
“İnşallah zihinsel engelli seçmen meselesini, fikirsel engelli seçmene genişleten bir bahane bulup, oylarımızı iptal etmezler” diye düşündü Hakkı Berhava Bey.
Zira bazı sandık üyelerinin akrabaları nedeniyle “fikirsel engelli” olduğunu bile savunmuşlardı.
YSK’nın aklanması elzemdir
İmamoğlu mazbatasını aldıktan iki hafta sonra, 4 Mayıs’ta, her ekranda Cumhurbaşkanının “YSK kendini aklamalı” mesajına rastladı Hakkı Berhava Bey.
Haklıydı valla, başka türlü YSK nasıl “Ak YSK” olabilirdi.
Aslında her önemli kurumun, kanunun başına bu ifade getirilmeliydi.
Hatta karakollara da artık akkol denmeliydi.
Mesajı da hoş olurdu doğrusu. İnsanlar aklanmak için sabahın-gecenin köründe evden alınmadan, koşa koşa giderdi oraya.
Deyimlerimizde bile “Sütten çıkma kaşık” ifadesi meselin izahına yetmiyordu da, “ak kaşık” deniyordu mesela.
Mecaz buysa, 6 Mayıs’ta akladı kendini bir kısım YSK.
Seçimi Kısa Kararı ile iptal etti.
Anayasa’nın 141. Maddesi “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır” diyordu da…
Bu vahim, emsalsiz karar, “O yar uzun boylu, ben kısa kaldım” misali açıklanmıştı.
Sonra da gerekçeli karar, yine kanunlara rağmen o kısacık kararın dışına taşacaktı.
Kısa karar “Katil uşak” diyordu.
Gerekçeli ve epey uzununda ise “Ceset yok, silah yok, uşak yok, eh cinayet de yok, ama şöyle bir şeyler olabilir”e dönmüştü mesele.
Bazı itibarlı hukukçular, İmamoğlu’nun mazbatasının tez elden Kısa Karar’la geri alınamayacağını da savunmuştu ama… Nafile.
Yerine göre kısası, yerine göre uzamışı konuluyordu muhalefetin önüne.
Kurcaladıkça uzuyordu, o kısacık karar.
Yine kafası karıştı Hakkı Bey’in.
Yedeksiz 11 üyeyi Allah korumuş
Bir de bazı hukukçuların “Kararda asil üyeler oy kullanabilir, yedekler kullanamaz” babından itiraz ettiği YSK’nın 7 asil, 4 yedek üyesi meselesi vardı.
Bir ara torunu nedeniyle merak saldığı su topu 7 kişilik takımla oynanıyordu mesela.
Maç sırasında havuzun dışında bekleyen yedekler bazen küfür filan ediyordu da, havuza dalamıyorlardı elbet.
YSK kararında 7 asil üyeli maça, yedekler dâhil 11 oyuncuyla katılmak uygun muydu acaba?
Yahut YSK kararı 11 üye birlikte almak durumundaysa, birisinin hayati bir mazereti durumunda “yedek” kim olacaktı?
Yedeği olmadığına göre, peki ya üyeler hayati bir kararda 5-5 berabere kalırsa…
Bu seçimlerdeki gibi uzatmalar olurdu da, bir yere kadar.
“O da o zaman düşünülür, kapıda bekleyen hâkim partinin YSK temsilcisi yedek üye olur belki” diye çözümünü buldu Hakkı Bey.
Bazı YSK üyelerinin seçimden önce sürelerinin uzatılması, karar aşamasında iptalcilerin tek kelime konuşmaması gibi meseleler de vardı.
Başı döndü. Seslendi, eşi Adalet Berhava gelip tansiyonunu ölçtü Hakkı Bey’in.
Hâli, bir süredir nedense tansiyonu yükseltilen Türkiye’nin Nabzı gibiydi.
Haberinin 5 N 1 K’sı fos çıkan gasteci
Sonunda İstanbul seçimi iptal edildi.
Haberleri dinlerken bir an Türkiye’de bundan sonra yapılacak tüm seçimlerin iptal edildiğini sandı Hakkı Bey.
Sonra anladı mevzuyu, şimdilik İstanbul seçimleri iptal edilmişti.
Bu süreçte en yetkili ağızlarca seslendirilen “Çaldılar, hırsızlar…” iddialarına yine öfkelendi.
İddia sahipleri “Ne, nasıl, ne zaman, kim, nerede…” sorularının hiç birisine cevap veremeyince, Mesleki Ahlak Sınavı’nda haberinin 5 N 1 K’sı sorulunca boynunu büken asparagasçı muhabir misali onlar adına utandı.
İşin fenası “Çaldılar”cılar, medet umdukları koca gerekçeli kararda da iddialarını çağrıştıran tek kelime bulamayacaktı.
İddiacılar bu olağanüstü nankör durumu da “Yani biz halk diliyle hırsız demek istemiştik” filan diye çevirmeye çalışınca…
Hakkı Bey’in de halk diliyle bir şeyler söyleyesi geldi ama, Adalet Hanım engel oldu:
“Sen uyma, sen deme Hakkı Beyciğim, yine de sen deme… Kötü söz sahibine aittir.”
Gece rüyasına “Sandığı kırasım geldi /Çaldılar diyesim geldi /Hırsız kim bilemedim /Seçmeni dövesim geldi” manisiyle davulunu gümbürdeten ramazan davulcusu girdi.
Ama mahalledeki evlerin hiçbirinin ışığı yanmadı.
Sabah kalkınca anlattı karısına.
Adalet Hanım rüyasını hayra yordu:
“Ampuller sönükmüş, bak…”
Sandık kurulu başkanları genel seçimi
Sandık kurulu başkan ve/veya üyelerinin öğretmen filan olup da kamu olamaması, kamu olsa da kısıtlı olabilmesi, kısıtlı olmasa da o tarihte işsiz filan kalabileceği şaibeleri üzerine uzun uzun düşündü Hakkı –bu seçimde de- Berhava Bey.
Seçimlerden önce tüm yurtta sandık başkanı seçimleri yapılmalıydı.
Sandık başkan adayları seçim gününden önce propagandalarını yapıp, mezheplerince yeminler ederek bu göreve layık olduklarını anlatmalıydı.
Yeminlerini renkli sloganlarla süsleyebilir, “Seçimde namuslu davranmazsam şu çay gibi kanım aksın, pirinç gibi dert dökeyim, şu ampule kör bakayım” gibi yaratıcılıklar da sergileyebilirlerdi.
Pinokyo’ya haddinden fazla yüklenmişiz
“Ya o seçimde de meclis başkanı, sandık kurulu başkanlığı adaylığına atanırsa?” sorusu geldi aklına.
“Yok” dedi, “O zaman işler iyice karışır”.
Hayatında ilk kez koskoca makamların, ondan koca olmasın yargı organlarının işine bu kadar burnunu sokuyordu.
Ama n’apsındı… İlim adamından siyasetçisine, hukukçusundan gazetecisine kadar bir kısım insanın, bazı kuklaların burnu uzamıştı bu seçimde.
“O el kadar çocuğa, Pinokyo’ya haddinden fazla yüklenmişiz” diye mırıldandı.
Hafta sonunda ne TV seyretti, ne internette surf/sarf yaptı, her geçen gün hakları birer birer afiyetle yenilen Hakkı Berhava Bey…
YSK’nın gerekçeli kararını okumaya çalıştı.
Hakkı Bey’in 250 sayfalık gerekçeli kararı okuma azminin temelinde, muhtemelen yaşadığı ilçede buna cüret eden ilk ve tek kişi olması yatıyordu.
O ıstıraba (halk ve TDK diliyle ızdırap) münzevi bir derviş gibi dayanırsa, böyle bir ülkede yaşama sabrının da kuvvetleneceğini düşünüyordu belki.
Yerleşik kelimelerin, kavramların, efendim halk diliyle, hukuk yahut guguk yani (yaganigi) kuş diliyle, TDK diliyle ifade edilmesi zaten sorunken…
İstanbul seçiminde bir de “Öyle demek istemedim de, böyle demek istedim” veya “Öyle demek yerine şöyle demeyi çok isterdim de, böyle demeye mecbur kaldım”larla ite-kaka uzatılmaya çalışılıyordu mesele.
Hakkı Bey bu mevzuda net koydu tavrını:
“Siz öyle buyurdunuz diye, kelimelerle, kavramlarla aramı bozamam.”
Müessiri ararken, müteessir olmak
YSK’nın bir kısım üyelerinin oy çokluğuyla açıklanan Kıpkısa Kararı’nda İstanbul seçiminin “Bir kısım sandık kurullarının kanuna aykırı oluşturulması ve bu hususun da seçim sonucuna müessir olması nedeniyle” iptal edildiği belirtilmişti.
Amma velakin Hakkı Bey o 250 sayfalık gerekçeli kararı okudukça, üyelerin seçim sonucuna müessir fiilleri ararken, aslında fazlasıyla müteessir olduklarına dair bir duyguya kapılmıştı.
Tersi de olabilirdi tabi; önce seçim sonucuna müteessir olup da, müessirin sonradan aranması da mümkündü.
Yumurta-tavuk meselesi gibiydi:
Seçim sonucuna müteessir olup, sonuca dair müessir fiil aramak… Yahut sonuca müessir fiilleri ararken, bir kez daha müteessir olmak.
Bununla da bitmeyecekti.
YSK’nın müteessirliği demek öyle böyle değildi ki… Taze kararıyla, 23 Haziran’daki seçime de yerden yere vurduğu aynı seçim kurulu başkanları, müdürleriyle gidecekti.
Gerekçeli kararın sonuna geldiğinde, “Buna da şükür… Bir bahane bulup da, gerekçeli kararla İmamoğlu’nun adaylığını iptal etmemişler” dedi.
Noktayı mutfaktan seslenen Adalet Hanım koydu:
“Madem bu kadar münazara var, keşke İstanbul seçimlerini, İstanbul’da değil de tarafsız bir sahada yapsalar.”
Hikâyemiz böyle bitti, ya da yenisi yine buradan başlayacak:
Hakkı Berhava zevcesi Adalet Berhava, kardeşi Fazilet Berhava, oğlu Barış Berhava, gelini Vicdan Berhava, torunu Erdem Berhava, kızı Münevver Çoktan Berhava 31 Mart’ta sandığa gitti.
Hakkı Bey’in seçmen hakkı berhava oldu.
Adalet berhava oldu, Fazilet berhava oldu, Barış zaten berhavaydı, Vicdan da berhava oldu, Erdem berhava oldu. Münevver(ler) berhava oldu.
İptal edildi o seçim, 23 Haziran’da yine sandığa gittiler.
Hakkı Bey daha haklıydı, Adalet Hanım adaletsizliği yaşayarak görmüştü, Fazilet’i, Barış’ı çok özlemişti cümle seçmen, Vicdan daha görünür yerdeydi, Erdem ve Münevver el ele tutuşmuştu.
Kullandılar oylarını…
BİR FİLM/BİR REPLİK
“Yuh…”
Kibar Feyzo, Yön: Atıf Yılmaz.