Ana SayfaYazarlarBelki de siyaset yapmayan siyasetçi seviyoruzdur!

Belki de siyaset yapmayan siyasetçi seviyoruzdur!

 

Siyasetin kendisiyle bir meselemiz olduğu açık. Günlük siyaset yapmanın ötesine geçip, toplumdaki karşılığı tam olarak nedir diye bakınca hastalıklı sonuçlarla karşılaşmak hiç de şaşırtıcı değil bu yüzden. Bunlardan en yaygın –ve de korkunç olanı!- düşündüğü ya da söylediğiyle yaptığı aynı olmayan insanların kurnazlıkla başa geçtikten sonra çıkarına bakıp kayırmacı bir anlayışla kendinden olanlara hizmet ettiği bir düzenbazlık meziyeti gibi algılananı herhalde. Bu yüzden, gerçek anlamda dürüst ve namuslu insanların uzak durduğu bir samimiyetsizlik alanı haline gelmiş gibi gözüküyor.

 

Kendinden vermeden, ilkeleri yerle bir etmeden yol almanın neredeyse imkansızlığının kabul edildiği fazla gerçekçi bir avlama işi yani. Siyasetin bitmeyen ve insanı ezip küçülten gerçekleri! Her türlü liyakat ve ehliyet eksikliğini kısa yoldan kapatma, fazla çaba sarf etmeden zenginliğe ulaşma ya da basamakları atlayarak mevki kazanma hüneri, bir tür el çabukluğu ya da uyanıklık mesleği haline gelmiş bulunuyor. Hokkabazlık da denebilir elbette. Her koşulda işini bilen adamların güce ve beraberinde her türlü nimete erişmelerine kanal açan bir maharet ve her türlü ayak oyununu kolayca örtebilen bir etiket olarak kabulleniliyor.

 

Bu alandaki insanların çok büyük bir bölümü böyle değil belki ve gerçek anlamda siyaset yapamıyor oluşun acısını içten içe duyan kişiler de var ama siyasetin kabul edilmiş biçimi onlara bu imkanı tanımıyor sanki. Bütün yaratıcılıkları ve taze heyecanları, kalıp ideolojiler içerisinde hapsederek particilik yaptırıyor. Gençlik kolları adı altında daha siyasetin ne olduğunu bilemeden, içine düşülen ideolojik boşluktan kurtulmak için bir anda hakikati yayma havarisi kesilen insanlar karşı hakikatlerle karşılaşınca savaşmak kaçınılmaz oluyor.

 

Toplumda siyasete değil istisna kabul edilen siyasetçilere saygı duyuluyor, duyuluyorsa. Çünkü gerçek anlamda siyaset yapılmıyor ya da yapılamıyor. Dönem dönem halkın içinden gelen istisnai politikacılar oluyor ve toplum sürekli olarak karanlığın içinden ne zaman ve nasıl çıkıp geleceği belli olmayan bu kurtarıcılarını beklemekten öteye gidemiyor.

 

Tam bir çaresizlik hali içerisinde beklerken durum sürekli olarak idare ediliyor. Siyasetimiz siyasetçi yetiştiremediği gibi bir biçimde yetişerek dahil olanları da çok geçmeden kendine benzetiyor. Siyasetin gerçeklerine alışamayanlar olursa şayet tasfiye olmaları kaçınılmaz oluyor.

 

Toplumsal meseleleri gerçek anlamda herkes için dert edinen dürüst ve yetenekli insanların bütün yaratıcılıklarıyla ulaştıkları fikirlerin halkın gözü önünde serbestçe tartışılıp müzakere edildikten sonra politikaya dönüşerek kaybedeni olmayan gerçek bir sanat olmasından öylesine uzak bir noktadayız ki mevcut durumun, kazananı olmayan bir kör dövüşüne dönüşmüş olmasına bir biçimde hazırız.   

 

Belki de bu yüzden, halkımız siyaset yapmayan siyasetçi seviyor sanki. İsimler politikaların ve programların önüne geçiyor. Her parti mutlaka bir lider partisine dönüşüyor. Başa geçen kendi rızasıyla gitmeden yerine kimse gelemiyor. Siyaset yapmadan siyaset yapabilen adamlar en mahirler oluyor. Bu yüzden halkımız, peşinden gideceği insanları seçerken siyaset yapmıyor oluşuna bakıyor.

 

Her seçim öncesi en fazla gayreti, aldanmamak için gösteriyor. Vaktiyle o kadar aldanmış ve o kadar hayal kırıklığına uğramış ki kimin ne projesi var, kim daha ehliyetli ve liyakatli gibi sorulardan çok daha önemli olanın aldanmamak, sözüne kanmamak, niteliklerinin cazibesine kapılmamak olduğunu biliyor. Söylenenlere değil de söylenmeyenlere, vaatlere değil de vaadedilmeyenlere bakıyor sanki. Gerçeği arıyor, işin aslını bilmek istiyor, siyaset olmayana göre karar veriyor.

 

En düz ve en görünür olanı seçiyor bu yüzden. Daha önce nasıl bilindiği belki de en önemli kriter haline geliyor. Şayet geçmişini bilemiyorsa referansları, çözüm önerileri ya da büyük projeleri değil kendisiyle aynı ahlaki niteliklere ne kadar sahip olduğu oluyor. Çünkü bütünüyle kandırılmamaya çalışıyor.  

 

Fazlaca düşünüp tartmadan dobra konuşan (fazla düşünmek ya da ince eleyip sık dokumak anında kurnazlıkla kandırmaya çalışmak olarak algılanabiliyor çünkü!), duygularının tesirinde kaldığını belli eden, kızdığında kızan, gülmek istediğinde gülen, mümkünse sinirden kendini kaybedebilen, diklenen, kaba konuşabilen –hatta ağzına ne gelirse beklemeksizin söyleyebilen- (beklemek de tehlike işareti olabilir, o arada ne gibi bir hinlik katılacağı pek belli olmayabilir!), mümkünse kendisi gibi yaşayıp kendisi gibi ağlayabilen, kendi dertlerini üzerinde hissettiğini gösterebilen, bu hissi karşı tarafa geçirebilen adayların peşinden nereye olsa gidebiliyor. Değilse, ağzıyla kuş tutsa şans vermiyor. Çünkü sadece ve sadece güvenmek istiyor.

 

Yıllar içerisinde güven duygusu o kadar sarsılmış ve o kadar boşa çıkmış ki işi en iyi kim yapar sorusuna bir türlü geçemiyor bu yüzden. Aldatmasın, başka ihsan istemem der gibi yaklaşıyor. Güvenmediği insanların daha nitelikli oluşu beklenenin tam tersine yakınlaşmasına değil daha fazla korkup uzaklaşmasına neden oluyor.

 

Kaybettiği güven duygusunu telafi etmek için en sıradan ve en kendi gibi olanda karar kılıyor. Kendi dışında da hiç kimseye güvenmiyor. Ne okumuşlarına ne aydınlarına ne de medyadaki konuşanlara gerçek anlamda kulak veriyor. Böyle olunca sözün neredeyse hiç kıymeti kalmıyor.

 

Kimse söylenene bakmıyor. Söyleyene göre tavır alıyor. Ama gerçekte söyleyenin ne söyleyeceği baştan bilindiği için yapılan şey, bir kulak verme değil kendi kendine tekrar etme oluyor. Tam da bu nedenle, siyasetçi çıkıp her gün aynı şeyleri de söylese aynı tavırla dinleyebiliyor. Söylenenleri dinlemek içerikten bağımsız bir duyguları canlı tutma aracına dönüşüyor.  

 

İnsanlar siyasetçiyi değil kendini dinliyor çünkü. Kimselere kulak asmıyor, kulaktan dolmuyor, kulaktan kulağa oynamıyor.

 

Nitelik eksikliği nedeniyle kaybettiklerini güven duygusu ile telafi ediyor bu kez ve bütün başarısızlıklara rağmen bu sahnede ulaşması çok ama çok zor olan güven duygusunu yitirmemek için diretiyor. Başka bir deyişle, çok zor ulaştığı ve elde ettiği bu duyguyu kimselerin elinden almasına izin vermemek için kendi bildiği yolda yürümeye ısrarla devam edebiliyor. Böyle olduğunda işin kontrolü de ne olursa olsun kendi elinden çıkmamış oluyor. Aksine durumlardan korkuyor çünkü. Kendini kaybetmekten korkuyor.

 

Ancak çok açık ki bu siyaset topluma yetmiyor. Tatmin etmiyor ve heyecan vermiyor. Yaratıcılık içermiyor. Gençlik kollarında kapıldığı sloganlı heyecanların etkisinden bir türlü çıkıp hayata karışamayan, toplumun gerçekleriyle yüzleşemeyen insanların siyaseti, doğruluğu ‘tartışılmaz’ olan için sürekli bir savaş vermenin erken yaşlandıran yorgunluğu haline geliyor. Siyasetçilerimiz içten içe sürekli bir yılgınlık yaşıyor ve bu açığı arkadan gelen gençlerin  gençlik heyecanlarıyla kapatabileceğini zannediyor. Bir de tabii sert güvenlikçi politikaların söylem gücüyle. Toplum, kendine yalan söyleyen siyasetçi tipinden öylesine bıkmış ve öylesine yılmış ki siyasetsizlik karşısında ağzını dahi açmak istemiyor.

 

Bu topraklarda siyaset başkaca bir üst amaca ya da yüce bir ideale bağlanmaksızın sırf siyaset olarak, yeni ve yaratıcı fikirlerin polikalara dönüştüğü bir müzakere alanı, olgun  bir fikri tartışma meclisi olarak değer görmüyor. Kanaatlerin her yeni düşünceyle yeniden şekillendiği insanın bu en samimi etkinliğinin tadının ne olduğu hiçbir şekilde tecrübe edilemiyor. Aslına bakılırsa siyasetin de tam olarak ne olduğu bilinemiyor. Hiç görülememiş, hiç karşılaşılamamış, hafızalarda karşılığı yok. Ne olduğu bilinemediği için değeri de bilinemiyor pek tabii. Böyle olunca siyaset yerini siyaset yapanın kim olduğuna bırakıyor. Bu kişilerin yaptığı şey siyasettir herhalde diye izliyor sonra da. Onlar ne derse onun siyasetini yapıyor bu kez. Böyle olunca kim olsa siyaset yapabilir hale geliyor.  

 

Hep bir büyük ülkü, dava, devrim arayışıyla hiç gelmeyecek bir geleceği bekleşen insanların geçici sürelerle en fazla güven duydukları insanlara tahammül etmesi haline dönüşüyor siyaset. Aşırı değer veriliyor çünkü alttan alta fazlasıyla değersizleşiyor.

 

Siyaset namzetleri için aldatmasın, yolsuzluğa batmasın, kurnazca oy avcılığı yapmasın yeterli diye düşünülüyor. Halk söyledikleriyle en az çelişecek insanların kim olacağını bulmaya ve hissetmeye çalışıyor.  Söylenenleri duymasa da olur bir kayıtsızlıkla uzun uzun izliyor ve içinde bir ışığın yanmasını, kalbine bir hissin yayılmasını, ilahi bir işaretin ortaya çıkmasını bekliyor. Kendine en benzeyeni seçiyor bu yüzden. En az zararı kendi kendisine verebileceğini düşünüyor. En fazla kendisine güveniyor. Siyasetçilerden ve ağzı laf yapanlardan çok daha fazla güveniyor kendisine. Büyük bir yalnızlık ve sahipsilik duygusuyla, kurumlara, okumuşlarına, aydınlarına değil en çok kendine güveniyor.  

 

Ne var ki bütün bunların bedeli oldukça ağır bir şekilde demokratik potansiyelini ve yaratıcı enerjisini sorunlarını çözmek, huzur ve refah içinde yaşamak için kullanmak yerine kör dövüşüyle heba etmek, genç insanlarını hayata başlamadan yenik düşürmek oluyor.

 

Bir de tabii, en yeteneksizlerin en liyakatlı kimseler gibi görülebildiği, gerçeğin yalanla yer değiştirdiği, adaletin amaç olmaktan çıkıp araca dönüştüğü bir yönetimi içine sindirmek zorunda olmanın dayanılmaz ağırlığı…

 

Nice Güzel Bayramlara!

- Advertisment -