2020 yılının en mühim olayı, tartışmasız, koronavirüs salgınıydı. Çin’den çıkıp kısa bir sürede bütün dünyaya yayılan bu virüs, hayatın her alanına direkt tesir etti. Dünya üzerinde iki milyona yakın insan hayatını kaybetti. Ülkelerin sağlık sistemleri çöktü, bireylerin davranış kodları değişti. “Normal” olarak bilinenin yitimi yaşandı; insanlar alıştıkları, normal kabul ettikleri özgürlüklerin bir kısmının elinden alınmasına tanık oldu.
Korona, çarşı-pazarı kapattı, kepenkleri indirdi, ekonomiye telafisi zor bir darbe vurdu. İnsanların bir kısmı işinden oldu. İktisadi açıdan dezavantajlı durumda olanların, gündelik işler ve gelirlerle hayatını idame ettirenlerin şartları daha da ağırlaştı. İşte, eğitimde, kültür-sanat etkinliklerinde, diplomaside, siyasette zorunlu olarak yeni modeller geliştirildi. İnsanlar arasında her sahada temas azaldı, mesafe arttı, yüz yüze ilişkilerin yerini online etkinlikler aldı.
Yayılma hızı, öldürme oranı ve hayatı toptan iptal etme gücü nedeniyle bu virüs, insanlığı varlığını koruma ve sürdürme endişesine gark etti. Bir nevi bir varlık-yokluk mücadelesi verildi ve daha önce tıp tarihinde görülmemiş bir hızla aşılar geliştirildi; ilaçların da eli kulağında. Dolayısıyla karanlık, bir nebze geride kaldı; artık insanlığı tehdit eden bu düşmana karşı daha ümitvar bir noktadayız.
Küçük bir köy
Meşum korona tecrübesinin işaret ettiği üç önemli husus var. Birincisi, dünyanın ne denli küreselleştiğinin göstergesi olmasıdır. Virüsle mücadele kapsamında bazı sert tedbirler alındı. İnsani hareketlilik sınırlandırıldı, alışveriş azaltıldı, sınırlar kapatıldı. Kimilerince bu tedbirler küreselleşmede yolun sonuna gelindiğinin bir habercisi olarak yorumlandı. Lâkin gerçek tam tersi; küreselleşmenin bittiği yok. Aksine, dünyanın bir ucundaki bir hastalık bütün hudutları aşarak göz açıp kapayıncaya kadar dünyanın diğer ucuna varabiliyorsa, artık gerçekten “küçük bir köyde” yaşadığımızı söyleyebiliriz.
Bu gidişatı durdurmak veya tersine çevirmek mümkün değil; bir coğrafyadaki bir olay ister istemez başka coğrafyadaki insanları da etkiliyor ve onların yaşamlarının da kökten bir şekilde değişimine neden oluyor. Sorunların ortaklaşması, mücadelenin de ortaklaşmasını zorunlu kılıyor. İnsanlık, varlığına kasteden tehditlere karşı birlikte hareket etmek mecburiyetinde ve önündeki en büyük imtihan da böyle bir hareketi mümkün kılacak dayanışmaya ve işbirliğine dayalı bir ahlâkı üretip üretmeyeceğidir.
Küçük harflerle konuşmak
İkincisi, popülist liderlerin korona karşısında aldığı yenilgidir. Hiçbir bilgisi olmadığı halde ortadaki problemi küçümseyen, bilimsel verilere itibar etmeyen, hamasetle işi çözeceğini sanan, nobranlıkla eleştirileri bastıracağını düşünen popülistler, korona sınavında sınıfta kaldılar. Amerika’da Trump, Brezilya’da Bolsonaro, Hindistan’da Modi ve ilk başlarda İngiltere’de Johnson bu bağlamda değerlendirilebilir.
Bilhassa Trump’ın takındığı tavrın ona büyük bir maliyet çıkardığı söylenebilir. Biden’a karşı seçimi kaybetmesinde, hem George Floyd hadisesinde toplumu kutuplaştırmaya dayanan bir siyaset izlemesi hem de virüs tehlikesini hafife alması önemli rol oynadı. Her ne kadar sonradan uyansa da ve aşının bulunmasını kendi yönetiminin bir başarısı olarak sunmaya çalışsa da seçmen, bütün uyarılara rağmen zamanında gerekli önlemlere müracaat etmeyen Trump’ı cezalandırdı.
Buna mukabil bağırıp çağırmayan, küçük harflerle konuşan, konunun uzmanlarına kulak kesilen, şeffaflıktan taviz vermeyen ve siyasetini karşı karşıya bulunulan sorunun gerekleriyle şekillendiren liderler ise, özellikle Yeni Zelanda’da Ardern ve Almanya’da Merkel gibi kadın liderler bu mücadeleden başarıyla çıktı. Yarın ne olacağını elbette bilemeyiz ama bu durumun, siyasetin geleceğine daha iyimser bakmamız için iyi bir neden olduğunu söyleyebiliriz.
Güçlü devlet ihtiyacı
Üçüncüsü ise, olağanüstü bir zorluk karşısında güçlü bir devlete olan ihtiyacın tüm çıplaklığıyla görülmesidir. Koronavirüs bir taraftan küreselleşmenin karşı konulmaz bir olgu olduğunu bir kez daha tescil etti. Diğer taraftan ise küreselleşmeden kaynaklı büyük sıkıntılarla karşılaştığında insanların kendi devletlerinden, bu sıkıntıların giderilmesi veya en azından hafifletilmesi yönündeki beklentilerinin büyüklüğünü gösterdi. Vatandaşlar önce dönüp kendi devletlerine bakıyorlar ve dertlerine onun çare bulmasını bekliyorlar.
Devletler bu beklentileri ancak güçlü olduklarında karşılayabilirler. Nitekim siyasi ve iktisadi yapısı sağlam devletler, vatandaşlarının yanlarında durarak ve onlara her türlü yardımı sağlayarak bu zor günleri mümkün olduğunca az hasarla atlatmalarını sağlamaya çalıştılar. Fakat iktisadi ve siyasi olarak zayıf devletler ise vatandaşları bir bakıma kendi kaderlerine terk ettiler, bu ağır yükün altından kendi başlarına kalkmalarını beklediler.
Oysa devlet, böyle günler için vardır, olmalıdır. Şartlar zorlaştığında, hayati derecede önem taşıyan kamu hizmetlerini, sorumluluğunu taşıdığı insanlara sunabilmelidir; meşruiyetini sağlayan en önemli etmenlerden biri budur. Zira devletlerin varlıklarını anlamlandıran, sorumluluğunu taşıdığı insanların zaruri ihtiyaçlarını karşılayabilmeleridir. Bunu yapabildikleri oranda meşru olurlar, acze düştüklerinde ise meşrulukları zayıflar. Bu itibarla iktidarların korona karşısında gösterdikleri performans, muhtemelen, onların geleceğini de biçimlendirecek.
Hülâsa, zor bir yıl oldu 2020. Yeni yılın daha iyi bir yıl olmasını, herkese sağlık ve mutluluk getirmesini temenni ederim.
(*) Kürdistan 24, 30.12.2020