Uzun süreli iktidarların çeşitli handikapları var. Özellikle hukuki ve siyasi kontrol mekanizmalarının yeteri kadar güçlü olmadığı ülkelerde, koltukta oturma süresi arttıkça iktidarların toplumla olan bağları gevşer. Muktedirlerin, yapıp ettiklerinin doğruluğuna olan inancı keskinleşir. Her türlü muhalefetin sesi kısılır. Güç, şahsileşir; istişare kanalları ortadan kaldırılır.
Mutedil ve soğukkanlı bir söylem küçümsenir. Hamaset zirve yapar. Yaratabileceği etkiler gözetilerek verilen akılcı kararların yerini duygulara hitap eden günübirlik kararlar alır. Öngörülemezlik devletin bir vasfına dönüşür. Önü arkası düşünülmeden gece yarısı yürürlüğe sokulan kanunlar sabah iptal edilir. Alelacele hazırlanmış kararnameler bir başka kararname ile düzeltilmeye çalışılır.
Şahsa özel düzenlemeler vaka-i adiyeden olur. Gelenekler sarsılır. Liyakat değersizleşir. Katıksız sadakat her kapıyı açan bir anahtara dönüşür. Birikim ve donanım aranan hususiyetler olmaktan çıkar. İşinin ehli olanlar tasfiye edilir. Gözü kapalı itaat edenler basamakları ışık hızıyla tırmanır.
Devletin kudreti dar bir kadronun elinde merkezileşir. İlişkiler kişiselleşir. Kuralların hâkimiyeti kalmaz. Denetim mekanizmaları devreden çıkar. Hak ve hürriyetlerin çıtası her geçen gün aşağıya çekilir. Başta hukuk olmak üzere vatandaşı koruyan bütün dayanaklar yıpranır.
Mutlaklaşma ve yozlaşma
İktidarın gayesi bellidir: Mutlaklaşarak kendini daim kılmak. Eleştirilmek, sorgulanmak ve hesap vermek istemez iktidar. Lakin bunun için başvurduğu araçlar sistemde açık yaratır ve zamanla onu çözer. Çünkü mutlaklık arayışı, kaçınılmaz olarak bozulmaya ve yozlaşmaya neden olur.
İktidar böyle bir yola girdiğinde, toplumsal talepler ile arasındaki mesafe açılır. Sorun çözme kapasitesi düşen iktidar kendisi krizler üretir ve bu krizleri yönetemez hale gelir. Krizler, halkın canını yakar ve halkta memnuniyetsizlik baş gösterir. İtiraz okları iktidara yönelir. İktidar ise gayrimemnun kitleri susturmak için daha fazla baskıya ve daha fazla yasağa müracaat eder.
Türkiye bir süredir iktidarın sebep olduğu ve üstesinden gelemediği krizlerle boğuşuyor. Ekonomiden hukuka, eğitimden sağlığa, iş yaşamından diplomasiye kadar hemen her alandaki iktidar tasarrufları, sorunları çözüm yoluna koymak bir yana dursun, bir taraftan var olan sorunları daha da ağırlaştırıyor diğer taraftan da yeni sorunlara yol açıyor.
Cevaplanmamış bir soru
Bu bağlamda birçok örnek vermek mümkün, S-400 de bunlardan biri. Hatta S-400’lerin iktidarın kendi yarattığı krizlerin en büyüğü olduğu da söylenebilir. Eski Dışişleri Bakan Yardımcısı Naci Koru’nun Taha Akyol ile yaptığı söyleşi de (Karar, 10.05.2021) bunu teyit ediyor. Koru, S-400 meselesinin Türkiye için ne denli büyük bir probleme dönüştüğünü net bir şekilde ortaya koyuyor.
Türkiye’nin güçlü bir savunma sistemine ihtiyacının olduğu, izahtan vareste. Fakat bu ihtiyacı karşılamak için Rusya’dan S-400 alınması, Türkiye’yi hem askeri hem iktisadi hem de diplomatik açıdan zor bir pozisyona soktu. Koru, bu çerçevede, üç önemli konunun altını çiziyor:
Birincisi, S-400’lerin Türkiye’yi kime karşı koruyacağının “başından beri cevaplanmamış bir soru” olmasıdır. Ulusal güvenlik stratejisi gereğince “dost” ve “düşman” tanıma kodlarını yüklemediği sürece, bu füze savunma sistemi Türkiye’yi kimseye karşı koruyamaz.
Peki, dost kimdir, düşman kimdir? S-400, üreticisi olan Rusya’ya karşı kullanılamaz. Herhalde Türkiye, parçası olduğu NATO ülkelerini de “düşman” olarak tanımlayamaz. O halde bu S-400’ler kime karşı kullanılacak?
“Biz bu sistemi Rusya’ya karşı kullanamayacağız. NATO İttifakı içindeki dost ve müttefiklerimize karşı kullanamayacağımız da gayet açık. Komşularımızdan, örneğin İran’dan Türkiye’ye yönelik bir balistik füze tehdidi olduğu görüşüne katılmıyorum. Zaten parçası olduğumuz NATO erken uyarı sistemi bu tehdidi önlemek amacıyla kuruldu. O halde, kullanılamayacak çok pahalı bir atıl yatırımı seçmenin sonuçları karşımızda duruyor.”
Dolaylı maliyet
İkincisi, bu tercihin dolaylı olarak sebebiyet verdiği çok yönlü tahribattır. S-400’lerin alınması, Türkiye’nin ekonomisi üzerinde zaten göz ardı edilemeyecek doğrudan bir yük oluşturdu. Ancak tek maliyet, bu değildi. Türkiye, Rusya’dan silah temin ettiği için ABD’nin CAATSA yaptırımlarına maruz kaldı ve daha da mühimi beşinci kuşak savaş uçağı F-35 projesinden de çıkarıldı.
“2003’ten bu yana toplam dokuz müttefik ülke arasında üretim ortağı olduğumuz bu uçaklardan teslimat aşamasında mahrum kaldık. Uçakların ana gövde dâhil parçalarını imal etmenin stratejik getirisinden olduk, tasarım ve ihracat kazanımını kaybettik. Tahmini hesaplamayla, gelecek on yıl boyunca 20 milyar dolar düzeyinde bir kazançtan ve ‘hiper teknoloji’ye erişim imkânından, bölgesel hava muharebe üstünlüğünden mahrum kaldık.”
Üçüncüsü de, Türkiye’nin otoriter cepheye bağımlılığının artması tehlikesidir. Rusya ve Çin gibi ülkeler karşısında Türkiye’nin elini güçlü kılan unsur, Batı blokunun içinde yer almasıdır. Türkiye’nin Batı’dan uzaklaşması Rusya’ya avantaj sağlar. Böyle bir durumda Rusya’nın Türkiye’ye kendi koşullarını dayatmasının ve kurulan ilişkiyi kendi belirlediği sınırlar içinde yürütmesinin olanağı artar.
Otoriterliğin uydusu
Nitekim Türkiye, Batı’yı karşısına alma pahasına Rusya’dan S-400’leri aldı. Bu seçimini meşrulaştırmak için dayandığı en önemli argüman ise, teknoloji transferinin de yapılacağı ve dolayısıyla füze üretiminde dışarıya olan ihtiyacın azalacağıydı. Oysa Rusya teknolojiyi vermedi ve Türkiye’ye “herhangi bir müşteri muamelesi” yaptı. S-400’lerin izlediği bu seyir, otoriter ülkelerle nasıl dans edileceği konusunda bir ders niteliğinde adeta!
“Türkiye’nin ‘otoriter’ kutupla dengeli ilişki kurması elbette akılcıdır; bu ilişki dengeli ve rekabetçi işbirliğine dayalı kazanımlar da yaratabilir. Aynı ittifak içinde bulunduğumuz Batılı ülkeler de ‘otoriter’ kutupla zaman zaman bizden de yakın ticari ilişkiler içine girmişlerdir. Ancak, bu ince bir çizgidir: ‘otoriter’ kutupla ölçülü mesafeyi aşarak yakınlaşmak, siyasi çekim alanına girilmesiyle ve ‘otoriterliğin uydusu’ haline gelinmesiyle sonuçlanabilir.”
Hülasa, S-400 alımı Türkiye’ye büyük bir maliyet çıkardı. İktidar, kendi başına bir çorap ördü ve ülkeyi politik, ekonomik ve diplomatik olarak ağır bir fatura ödemek mecburiyetinde bıraktı.
Büyük harfler, iri laflar ve hamasi nutuklar, çorabı baştan çıkarmaya yetmiyor!
Kürdistan 24, 12.05.2021