Avrupa Şampiyonası, kelimenin gerçek manasında bir şölen havasında yaşanıyor. Futbolun bütün bileşenleri, sanki sözleşmişler gibi, bu güzel oyunu daha da güzel kılmak için çaba sarf ediyorlar. Futbolcular, kıran kırana mücadele ediyorlar ama centilmenler; faul ve kart sayısı çok düşük. Seyredeni canından bezdiren taktik faullerle oyunu kesmeye tenezzül eden pek yok. Futbol ahlakı da üst seviyede, kimse kendini yere atmıyor, yalandan saatlerce yerde kıvranmıyor. Bazen tansiyonlar yükseliyor ama kimse çirkeflik yapmıyor.
Hakemler maçların akmasına büyük katkı sunuyor. Belki Portekiz-Fransa maçında Lahoz’un faul olmayan bir pozisyonda Mbappe için penaltı çalması istisna tutulabilir ama fahiş hatalar yapılmıyor, hakemler oyunun neticesine tesir etmiyorlar. VAR sisteminin kullanımı tek kelimeyle muazzam; ne oyunun akışkanlığını kesiyor ne de bir hakkın yenmesine müsaade ediyor. Sanırım, bu kupadaki VAR tecrübesi, en keskin VAR karşıtlarının bile keskinliğini törpülemiştir.
Ülkeler arasındaki fark azalmış. Mesela Kuzey Makedonya, şampiyonanın gediklilerine kafa tutuyor, kendi oyun karakterini sahaya yansıtmaktan geri durmuyor. Teknik direktörler hem maça göre hem de aynı maç içinde değişik taktik varyasyonlar deniyorlar, futbolun ufkunu açıyorlar. Taraftarlar rengarenk; hele Bükreş ve Budapeşte’de tıklım tıklım statlarda oynanan maçlar, pandemiden ötürü uzak kaldığımız statlara özlemimizi depreştiriyor, bir an önce o sıralara oturma isteğimizi kamçılıyor.
Bambaşka iki maç
Ezcümle, her yönüyle son zamanlarda seyrettiğim en kaliteli turnuva bu, hem de uzak ara. Her maçın ardından bir sonrakini iple çekiyorum. Çok ama çok hoş maçlar seyrettik; Hollanda-Ukrayna (3-2), Fransa-Almanya (1-0), Danimarka-Belçika (1-2), İsveç-Polonya (3-2), Almanya-Macaristan (2-2), Portekiz-Fransa (2-2) ve Belçika-Portekiz (1-0) maçları ilk aklıma gelenler. Fakat kupaya giden yol kısaldıkça çekişme de heyecan da kat be kat artıyor ve futbol daha bir güzelleşiyor.
Çeyrek finale kalacak 8 takımdan altısı belli oldu. Danimarka, güle oynaya Galler’i saf dışı etti. Eriksen’in sahada duran kalbinin şokunu takım çabuk atlattı, şimdi bütün kalpler bir olmuş Eriksen için atıyor. 1992’deki mucizenin tekrar etmesi zor ama Vikinglerin mücadelesi de, takım birlikteliği de, zevk veren oyunu da takdire şayan. Bizim de yer aldığımız grupta önüne geleni deviren İtalyanlar, Avusturya karşısında öldü öldü dirildi. Çekya, Portakalların suyunu sıkarken Bayern Leverkusen’li Schick parıldamaya devam etti. Favorim Belçika, her iki takımın da savunma destanı yazdığı maçta Portekiz’i Hazard’ların küçük olanının (Targen) enfes golüyle evine gönderdi.
Dört maç da mükemmeldi. Fakat dün seyrettiğimiz iki maç bambaşkaydı. Gözümüzü bir saniye olsun kırpamadık, iki 120 dakika boyunca ekran başında hop oturduk hop kalktık. Günün ilk maçında Hırvatistan’la İspanya karşılaştı ve muhteşem bir maç oldu. Gerçekten de bir maçta olabilecek her şey vardı; hatalar, harika goller, kader anları… Hırvatların karşı kaleye gitmeye mecalinin olmadığı bir dönemde, hangi akla hizmettir bilinmez orta sahadan atılan bir geri pası kaleci ayağının altından kaçırınca İspanya yenik duruma düştü. Ama hemen silkindi, kendine geldi, devreyi beraberlikle kapattı. İkinci yarının başlarında iki gol bulup iki farkla da öne geçti. Artık iş bitti derken, her daim yıldız Modric’in rehberliğinde Hırvatlar önce farkı bire indirdiler, sonra beraberliği yakaladılar ve maçı uzatmaya götürdüler.
Demokratik futbol
Hırvatların ikinci gölünü atan ve beraberlik golünün de asistini yapan Orsic’in hikâyesi de hoş. Maç öncesi yapılan ankette, Hırvatlar maça Orsic ile başlamaları gerektiği yönünde görüş bildirmişler. Ama teknik direktör Dalic, Orsic’i tercih etmemiş. Takım yenik duruma düştüğünde sahaya sürülen Orsic, halkı haklı çıkarmış. Demek ki, demokrasi bazen futbolda da işe yarayabiliyor!
Uzatmanın ilk altı dakikasında Hırvatlar biri Orsic diğeri Kramaric ile olmak üzere iki net pozisyon buldular. Bazılarına göre kalecinin kurtardığı, bana göre onların kaçırdığı (hele Kramaric’inki) bu pozisyonlardan birini tabelaya gol olarak yazabilselerdi, çeyrek finali biletini alabilecekleri belki. Fakat onlar atmayınca, Morata onlara cezayı kesti.
İspanya nefes nefese çeyrek finale çıktı ama eski parıltısından uzak. 2008 ve 20012’de Avrupa Şampiyonu, 2010’da Dünya Şampiyonu olan İspanya’nın yerinde yeller esiyor desek yeridir. Futbola damga vurduğu günlerdeki altın kadrosunu yitiren Matadorlar, o kadronun yerini dolduramadı. Sahaya çıkan 11’e baktığınızda, her pozisyonda belirgin bir futbolcu kalitesi kaybını görmemeniz imkânsız. Casillas’lı kale, Ramos ve Pique’li defans, Xavi ve Iniesta’lı ora saha, Raul, Torres ve Morientes’li forvet nerde, bu İspanya nerde? Hülasa, Luis Enrique’nin talebelerinin kupaya uzanması zor.
İsviçre saati
Daha İspanyol ve Hırvatların yükselttiği nabzımız inmemişken, Fransızlar ve İsviçreliler bir başka heyecan fırtınasının içine daldırdılar bizi. Maç öncesinde genel beklenti İsviçre’nin oyunu kendi yarı sahasında kabul etmesi yönündeydi. Fakat maç başladığında İsviçre’nin cesur bir oyun planıyla sahaya dizildiği görüldü. Petkoviç’in cesareti meyvesini verdi, İsviçre golü buldu ve Fransa’ya neredeyse pozisyon vermeden soyunma odasına önde girdi.
İkinci yarıda da Petkoviç’in planı bir İsviçre saati kusursuzluğunda tıkır tıkır işlemeye devam etti, penaltı kazanıncaya kadar. Kadroda o kadar ayağına hâkim futbolcu varken -ki bunu penaltı atışlarında birebir tecrübe ettik- penaltının 10 atıştan 4’ünü kaçıran Rodrigues’e verilmesi izahı zor bir seçimdi. Rodirgues şaşırtıcı olmayan bir biçimde penaltıyı kaleciye teslim edince, İsviçre’nin moral kondisyonu düştü, Fransa daha bir bileylendi. Altı yıl sonra milli takım kapıları kendisine açılan Real’den bizim Kerim, yani Benzama, iki golle Horozlar’a can verdi. Benzama’nın ilk golde arakasına düşen zor topu sağ ayağıyla önüne alıp sol ayağıyla tıklaması görülmeye değerdi.
Sonra hep sahnede olan Pogba bir resital sundu. Pogba ve Kante, kanımca, bu turnuvanın en iyi orta saha ikilisiydi; inanılmaz bir performans sergilediler. Pogba, 2018 Dünya Kupası finalindeki golünü hatırlatan bir gol attı. O maçta sol ayağıyla kalecinin sağına bırakmıştı meşin yuvarlığı, bu maçta ise sağ ayağıyla kalecinin solunu felç etti. Fransa iki farkla öne geçince rahatladı. Ancak İsviçrelilerin işin peşini bırakmaya niyeti yoktu. Kalbi yoran son on dakikada iki gol buldular.
Endüljans belgesi
Tesadüfe bakın ki, attığı golle İsviçre’nin fişini çektiğini düşünen Pogba, son dakikada orta sahada kaptırdığı topla İsviçre’yi hayata döndürdü. Olsun, biz Pogba’yı hatasıyla da severiz ve onu Madrid sakini olarak görmek isteriz. Vakti zamanında Kante daha Leicester’da iken ona Eflatun-Beyazlı formanın çok yakışacağını söylemiştik de sesimizi duyan olmamıştı. Bari Pogba hayalimiz boşa çıkmasa! Florentino (Pérez) Başkan, Avrupa Süper Ligi teşebbüsüyle büyük bir günaha girmişti; Pogba, onun için bir endüljans belgesi yerine geçebilir.
Uzatmalar dengeli oynandı, sanki her iki takım da düğümün penaltılarla çözülmesine razı gibiydiler. İsviçreli beş oyuncu da klas penaltı kullandı. Fransa’nın son penaltıcısı Mbappe ise turnuvalarda penaltı kaçıran büyük oyuncular kervanına katılınca İsviçre yoluna devam etti.
Şimdi son iki çeyrek finalisti arıyoruz. Sahada parmak ısırtan Shevchenko’nun kulübede ne kadar mahir olduğunu görmek bakımından İsveç-Ukrayna maçını elbette es geçmiyorum ama asıl İngiltere-Almanya maçını bekliyorum. Ve bu maçta Lineker’in her seferinde kendisini gerçekleştiren o meşum kehanet veya tespitinin artık tarihe gömülmesini temenni ediyorum.
Futbol, iyi ki varsın…