Ana SayfaYazarlarZulüm, adalet, ve şair…

Zulüm, adalet, ve şair…

 

Rus edebiyatı denildiğinde genelde akla ilk Gogol, Turgenyev, Dostoevsky, Tolstoy, Chekhov ve Pushkin gibi yazarlar gelir. 19. yüzyılda altın çağını yaşayan Rus edebiyatı bu yazarların eserleri ile dünya edebiyatında kendine önemli bir yer edinmiştir. Öte yandan, 20. yüzyıl Rusya’sında ortaya çıkan yenilikçi akımlar da Rus edebiyatına büyük yazarlar kazandırır, ama bunlar bir önceki nesle göre daha az tanınır. Bu yazarların en önemlilerinden biri şair Anna Akhmatova’dır (1889-1966).

 

Esas adı ile Anna Andreyevna Gorenko, aristokrat kökleri olan varlıklı bir ailenin üçüncü çocuğu olarak Odesa’da dünyaya gelir. Küçüklüğünde aile St. Petersburg’a taşınır; Anna iyi bir eğitim alır, 11 yaşında ilk şiirlerini yazmaya başlar, batı dillerini öğrenir, Shakespeare’i İngilizce, Dante’yi İtalyanca okuyabilir. Kiev’de liseyi bitirdikten sonra, Kiev Üniversitesi hukuk bölümüne yazılır, ancak bir sene sonra Kiev’den ayrılıp edebiyat okumak üzere St. Petersburg’a gider. Şiirleri, çocukluk arkadaşı şair Nikolai Gumilyov’un çıkarttığı “Sirius” dergisinde yayımlandığında Anna 17 yaşındadır.

 

Gumilyov, Rusya’da simgeciliğe (sembolizm) bir tepki olarak ortaya çıkan akmeizm1 akımının öncülerindendir. 1900’lerin ilk yıllarında, çarlık yıkılırken ve devrim yaklaşırken, Rusya sanat dünyasında canlı ve özgürlükçü bir rüzgâr esmektedir; bu dönem sadece edebiyatta değil, resim, heykel, mimari gibi birçok alanda yenilikçi (avangard) akımın etkili olmaya başladığı heyecan dolu yıllardır. Bu coşkunun belki de en yoğun yaşandığı Petersburg’daki “Brodiachaia Sobaka” (Sokak Köpeği) kabaresi sanatçıların merkez üssü haline gelir. Akhmatova, işte bu kabarede şiirlerini topluluğa okumaya başlar ve büyük beğeni kazanır. Kızının bir şair olarak ün yapmaya başladığını gören babası “ismimize utanç getirme” dediğinde, Anna Tatar kökenli büyük-büyükannesinin soyadı Akhmatova’yı kullanmaya başlar; tüm hayatı boyunca da (üç kez evlenmesine rağmen) başka hiçbir isim kullanmaz.

 

Anna “kaderim” dediği Gumilyov ile 1910 yılında evlenir, 1912’de oğulları Lev doğar. O dönemde Akhmatova şiirleri ile akmeizm akımının içinde yer alır, Gorodetsky ve yakın dostu Mandelstam gibi şairlerle Şairler Loncası’nı kurarlar. Akhmatova’nın ilk dönem çalışmaları çoğunlukla hüzünle bezenmiş aşk şiirleridir. Öte yandan bazı şiirlerinde dinsel temalar kullanması ve adeta bir kâhin edasıyla yazıyor olması ironik bir portre çizer. Sonraki yıllarda bu nedenle eleştirmenler tarafından “yarı fahişe, yarı rahibe şair” olarak damgalanacaktır. İlk kitapları Akşam (1912) ve Tespih (1914) ile büyük bir hayran kitlesi oluşur. Karizmatik kişiliği ve kendine has tarzı Akhmatova’yı o yıllarda St. Petersburg sanat dünyasının bir yıldızı haline getirir.

 

Rusya’da çarlık rejiminin baskıcı, eşitliksiz, adaletsiz sisteminden bir kurtuluş olarak görülen 1917 devrimi entelektüel kesim tarafından da coşku ile karşılanır. Sanatçılar, devrimin yaşamlarında yeni bir çığır açacak, özgürlük ve yaratıcılıklarını besleyecek tarihsel bir hareket olduğuna inanırlar. Ancak devrim sonrası yıllarda Komünist Parti yönetiminin otoriterliğe meyletmesi ile sanatçılar rejim nezdinde devrimci ve karşı-devrimci olarak ikiye ayrılmaya başladılar. Bu dönemde Akhmatova’nın birçok arkadaşı Rusya’yı terk ederek batı Avrupa ülkelerine kaçtı, ama Akhmatova kendisine yapılan tüm ısrarlara rağmen Rusya’yı terk etmedi. Çok sevdiği Rusya’dan başka bir yerde mutlu olamayacağına ve Rusça dışında başka hiçbir dilde sanatını icra edemeyeceğine inanıyordu. Bu yıllarda Akhmatova’nın şiir tarzı da değişmeye başlamıştır; aşk, ihtiras, özlem, acı, pişmanlık gibi bireysel temalardan toplum, gelecek, barış, huzur, memleket sevgisi gibi konulara kayış yaşar. 1918’de Akhmatova ve Gumilyov ayrılır.

 

Devrim sonrası ilk yıllarda Bolşevik hükümeti hem dünya savaşı hem de iç savaş ile farklı cephelerde meşgul olduğu için sanat hayatına çok fazla müdahil olmamıştı. Ancak 1920lere gelindiğinde, Stalin’in güçlenmesiyle, Sovyet rejimi ülkede her alanda demir elini hissettirmeye başladı. Rejimin çizdiği davranış kalıpları dışına çıkan, parti ideolojisinin çığırtkanlığını yapmayan, diğer bir deyişle rejim güdümlü olmaya direnç gösteren, her bir toplumsal aktör tehdit altındaydı. Akhmatova 1921’de çok korkunç bir olay yaşadı; eski eşi ve oğlunun babası Gumilyov karşı devrimci olduğu iddiaları ile kurşuna dizildi. Aynı yıllarda, arkadaşı Mandelstam3 gibi pek çok sanatçı ve yazar ya esir kamplarına alındı ya da Gumilyov gibi yok edildiler.

 

Gövdesinden ayrılmak isteyen bir gölge gibi

Ruhundan ayrılmak isteyen bir beden gibi.

Unutulmak istiyorum ben de, tıpkı onlar gibi.

(Akhmatova, Bir Çokları İçin şiirinden, çeviri: Güneş Acar)

 

Bu yıllarda kendisi de rejim tarafından dar çembere alınan Akhmatova, Bolşevikleri sevmediği söylense de, aslında karşı devrimci değildi. Ancak yıllar geçtikçe devrimin milyonlarca kişinin ümitlerini boşa çıkardığını düşünerek eskiye özlem duyan şiirler yazmaya başlamıştı. Eskiye özlem duymak ise rejim tarafından kabul edilemeyecek bir hataydı, Akhmatova rejimin güdümüne girmeyi reddeden tehlikeli bir şairdi artık. Ayrıca eski kocası Gumilyov sebebiyle de şaibeliydi. Komünist Parti’nin sanat sorumluları, “yarı rahibe, yarı fahişe” yakıştırmasını onun şiirlerini yasaklamak için yeterli sebep kullandılar. Stalin bile Akhmatova’yı açıkça bu şekilde suçlamıştı. Akhmatova’nın kadınsı, şehvetli, hüzünlü, aşk dolu şiirleri ahlaka aykırı ve ideolojik olarak zararlı bulunuyor, ayrıca partiye hizmet etmiyordu. O, artık lanetli bir şairdi.

 

1925’te şiirleri yasaklanan Akhmatova’nın tüm gelir kaynakları kesilmişti. Sonraki yıllarda üyesi olduğu Yazarlar Birliği’nden de şiirleri rejim ideolojisini yansıtmadığı gerekçesiyle atılacaktı. Bu Rusya’da bir yazar olarak tüm yaşam haklarının elinden alınması demekti. Akhmatova kendi dilinde sanatını icra etmek için kaldığı Rusya’da şiir yazamıyordu artık. İkinci eşi ve kalabalık ailesi ile aynı evde zor şartlar altında yaşamaktaydı. Ama Akhmatova’yı esas bekleyen acı oğlu Lev’in cezaevine girmesiydi. Tek suçu karşı devrimci Gumilyov ve lanetli şair Akhmatova’nın oğulları olmak olan tarihçi Lev Gumilyov 1935-56 arasında zamanının büyük bir kısmını cezaevlerinde ve esir kamplarında geçirdi. Sovyet rejimi, cezalandırmak ve dizginlerini elinde tutmak amacıyla oğlu üzerinden vurmuştu Akhmatova’yı; hayatının 20 senesi boyunca cezaevi kapılarında bekleyecek, esir kamplarından haber almak için yol gözleyecekti.  

 

İlahi adlı eserinin başında şöyle bir önsözü var Akhmatova’nın: “O korkunç İyejov’lu2 yıllarda, on-yedi ay boyunca, Leningrad hapishaneleri kapısında kuyruğa girdim. Bir gün kuyruktakilerden biri beni tanır gibi oldu. Bunun üzerine, arkamda, sırasını bekleyen dudakları morarmış bir kadın, (hepimizin alışık olduğumuz) uyuşukluktan sıyrılıp kulağıma eğildi ve sordu (orada yalnızca fısıldayarak konuşulurdu): Peki, bunu anlatabilir misiniz? Yanıtladım: Evet.  Bu yanıt üzerine, o eski günlerdeki yüzünden bir gülümseme gelip geçti.”  Akhmatova’nın sonraki yıllarda kaleme aldığı İlahi3, Rusya’daki bu Büyük Temizlik yıllarında insanların çektikleri acılar için yazılmış bir ağıt olacaktı.

 

Öğrendim sonunda nasıl taşlaşır yüzler,

Gözkapakları altında, nasıl belirir kara-korku

Acı nasıl yer eder yanaklarda,

Çivi yazılı pürtük yüzler benzeri;

Kara ya da kül rengi lüleler

Nasıl aklaşır göz açıp kapayıncaya kadar,

Gülümseme nasıl solar uysal dudaklarda,

Ve küçük kuru bir gülüşle, nasıl titrer korku.

Yakarıyorum Tanrı’ya, ama yalnız kendim için değil,

Benimle aynı yazgıyı paylaşan herkes için,

Dayanılmaz soğukta, kızgın Temmuz’da.

Kızıl duvarın-körelmiş duvarın önünde.

(Akhmatova, İLAHİ, Sondeyiş I, çeviri: Güneş Acar)

 

Devlet baskısı ancak Stalin’in ölümü sonrası (1953) yumuşamaya başladı; bu yıllarda Lev Gumilyov serbest bırakılır, artık 60lı yaşlarına gelen Akhmatova için de iade-i itibar vakti gelmiştir. 30 seneden fazla bir süre dik duruşundan ödün vermediği ve milyonlarca insanın acılarına ses verebildiği için Akhmatova hayat boyu toplum tarafından büyük saygı görmeye devam etmiştir.  Bu dönemde kitaplarının yeniden yayımlanması için izin çıkar. Sonraki yıllarda Akhmatova’ya iki kez yurt dışına çıkış izni verilir; 1964’te İtalya’ya giderek Etna Taormina Şiir Ödülü’nü, 1965’te ise Oxford Üniversitesi’nden onursal doktora ünvanını alır.

 

Akhmatova, 1966’da geçirdiği kalp krizi sonrasında vefat eder. Sovyet rejimi, Akhmatova’nın cenazesi için başkent Moskova’da devlet töreni düzenler. Naaşı uçakla Petersburg’a götürülerek orada da dini tören yapılır. 1989’da ise devlet Akhmatova’nın Petersburg’da yaşadığı evi müze haline getirir. Anna Akhmatova artık büyük Rus ve Sovyet şairidir.

 

Akhmatova’nın önce devlet zulmü altında ezilmesi sonra da yine aynı devlet tarafından kendisine iade-i itibar edilmesi nadir bir hikâye değil, başka devirlerde, başka memleketlerde, başka rejimlerde tekrar edegelen bir trajedi. Rejim, parti, ideoloji, dava, devlet adına şairlerin, yazarların zulüm görmeyecekleri bir dünya ummak maalesef bugün bile gerçekçi görünmüyor; ama yine de Akhmatovaların hayatlarını öğrenmek, anlatmak ve onlara yaşatılanların nelere mâl olduğunu hatırlatmak asgari sorumluluğumuz.

 

“Seneler sonra kazanılan adalet, zamanında yüreğin arzu ettiği adalet ile aynı değildir. Şimdiki yüreğin de aynı değildir.” A. Akhmatova

 

 

                                                            ***

 

1 Akmeizm: 1910’dan itibaren Rusya’da, özellikle Gumilyov ve Gorodetski’nin öncülük ettiği, etkili olan edebi akım. Akmeizm anlatımda açık seçikliğe, kelimelerin kesinliğine ve imgelerin işlevselliğine önem veren ve 20. yüzyıl başında gizemliliğe yönelen Rus simgeci (sembolist) şairlerine karşı çıkan bir akımdı. Akme, Yunanca’da zirve veya olgunlaşmak/en yüksek noktaya gelmek demek. Sembolizm, 20 yıl kadar Rus edebi çevrelerinde hâkim olduktan sonra, 1900lerin başında etkisini kaybetmeye başlar.

 

2 İyejov: Stalin döneminde siyasi polis örgütünün (NKDV) başındaki kişi

 

3 Osip Mandelstam: 1891-1938 arası yaşamış Rus şair. Stalin’i eleştiren ve dostları arasında okuduğu bir şiirin ihbar edilmesi üzerine 1934’te sürgüne gönderildi. 1938’de bir esir kampında öldü. Sürgün hayatında yazdığı tüm şiirleri karısı Nadezhda ezberledi ve Mandelstam’ın ölümünden sonra anılarını ve şiirlerini kitaplaştırdı. 1977’de Mandestam’ın ismi Sovyetler tarafından keşfedilen bir gezegene verildi.

 

 

Kaynaklar:

 

Akhmatova Dosyası (The Akhmatova File), Youtube, https://www.youtube.com/watch?v=aOx5rx6krCc&feature=share

 

Anna Akhmatova, The Poetry Foundation, https://www.poetryfoundation.org/poets/anna-akhmatova

 

Yaban Balı Özgürlük Kokar, Anna Ahmatova, Çeviren: Güneş Acar, Ada Yayınları, 1985

 

Anna Akhmatova, Wikipedia, http://www.wikizeroo.net/index.php?q=aHR0cHM6Ly9lbi53aWtpcGVkaWEub3JnL3dpa2kvQW5uYV9Ba2htYXRvdmE

 

Akhmatova, Anna (1889–1966), Encyclopedia.com, https://www.encyclopedia.com/women/encyclopedias-almanacs-transcripts-and-maps/akhmatova-anna-1889-1966

 

Cevap Çapan Ders Notları, 20. Yüzyılda Rusya’da Yenilikçi Edebiyat, 15 Kasım 2018

 

Vedalaşmaların İlmini Yaptım Ben, Osip Mandelştam, Çevirenler: Cevat Çapan – Seyhan Erözçelik, Sözcükler Yayınlar, Ekim 2016

 

Soviet Honors Akhmatova, Poet Repressed by Stalin, The New York Times, 26 Haziran 1964, https://www.nytimes.com/1964/06/26/archives/soviet-honors-akhmatova-poet-repressed-by-stalin.html  

- Advertisment -