[3 Ekim 2021] Uderzo ve Goscinny’nin ünlü Asterix dizisinin Fransızca orijinalinde geçer. İki kahramanımız Asterix ve Obelix (ikincisi Türkçede Oburiks), ikide bir kendilerini kuşatan medeniyetten “Deli bu Romalılar” (Ils son fous ces Romains) diye söz eder. Oradan aklıma geldi. Zira şimdi sıra gerçekten İngilizlerde. Yapacak başka işleri yokmuş gibi, oturup polisin tarihî bir dönemeçte olduğunu, kendi kendisiyle yüzleşmesi gerektiğini konuşuyorlar.
Aslında incir çekirdeğini doldurmayacak bir olay. Neymiş; bir kadın öldürülmüş bundan tam 7 ay önce, Bir polis memuru tarafından. Sarah Everard diye biri (yukarıda solda). Pazarlama yöneticisiymiş. 33 yaşındaymış. 3 Mart akşamı, Londra’nın güneyinde oturan bir arkadaşını ziyaret etmiş. Çıkmış; kendi evine yürüyormuş. Wayne Couzens adında, 48 yaşındaki bir polis memuru yaklaşmış yanına. COVID kurallarını ihlâl ettiği gerekçesiyle gözaltına almış. Kelepçelemiş. Bu amaçla önceden kiraladığı arabasına atmış. Bir yerde, kendi arabasına aktarmış. Ormanda tenha bir yere sürmüş. Tecavüz etmiş. Sonra resmî üniformasının kemeriyle boğarak öldürmüş. İki gün sonra gelip cesedi yakmış ve iki torba içinde bir göle atmış. Fakat bulunmuş. Ve yakalanmış. Bundan birkaç gün önce, hiçbir durumda infaz indirimi veya şartlı salıverme olmamacasına, ömür boyu hapse (whole-life prison) mahkûm edilmiş.
İyi ya. Bitti işte. Ne var bunda büyütecek? Münferit bir olay, besbelli. Yani hiç mi kadın cinayeti veya polis şiddeti görmedik, şimdiye kadar? Toplumda da bir ölçü, bir itidal olmalı; haddini bilmeli; devlete dil uzatmaya kalkmamalı. Fakat hayır, kıyamet kopuyor bu yüzden. İşin en grotesk tarafı, sade vatandaşlardan çok yargı mensupları ile en üst düzey emniyet yetkililerinin konuşup… kendi örgütlerini suçlaması! Hem de nasıl bir dille! Yargıç Lord Fulford, bir polis memurunun resmî kimliğini kullanarak aldatması, kaçırması, ırza geçmesi ve öldürmesinin terörizm kadar kötü olduğuna hükmetmiş. Şimdi hop, bir dakika. Böyle bir şey olması mümkün değil. Terör (a) kâinattaki bütün suç ve günahların en tepesindedir; (b) siyasîdir; (c) sadece devlete karşı olur; ve (d) bu takdirde şiddet içermesi dahi gerekmez, yani sırf ideolojik hüviyet ve hattâ iltisak nedeniyle de terörist ve terör örgütü olunabilir. Ne demek yani, bir kadına tecavüz edip öldürmenin, sırf katil bir polis memuru diye, terör eylemi kadar kötü sayılması — ve bu gerekçeyle, anlık hislerine yenik düşen bir erkeğe, tutup hiç indirimsiz müebbet verilmesi? Apaçık bir yetki tecavüzünde bulunmuş, Yargıç Fulford. Bir de lord olacak. Hiç yakışıyor mu taşıdığı soyluluk ünvanına? Ve yok mu bu karara uymayacak başka bir mahkeme, ya da bir Adalet Bakanlığı mercii?
Ne gezer! Mahkeme çıkışında, bu sefer Emniyet Genel Müdürü (Dame) Cressida Dick almış sazı eline. “Dame,” yani “Sir”ün, kraliçe tarafından verilen şövalyelik payesinin kadın karşılığı. Evet! Yukarıda resmini gördüğünüz Cressida Dick, maalesef bir kadın, pardon bir bayan düpedüz. Zaten daha burada dur demek lâzım bu dejenerasyona. Bırakın (Doğu Perinçek’in dikkatimizi çektiği) yırtık pantolon modasını; bayanları emniyet genel müdürlüğüne yükselten bir medeniyetten hayır gelir mi artık? Üstelik… bunu sizlere nasıl söyleyeceğini bilemiyorum ama… bir de lezbiyen bu Cressida Dick denen hanımefendi. Nisan 2017’de açıklamış gay olduğunu. Sevgilisi, partneri de biliniyor: Helen Ball adında bir diğer kadın (pardon, bayan) polis memuru. Bu sayede Dame Cressida, İngiliz polisinin tarihindeki en yüksek rütbeli eşcinsel olmuş. Yok mu, Ebrar Karakurt’tan bin beter bu müşahhas ahlâksızlık timsalini derhal görevden alacak bir içişleri bakanı? Fakat heyhat! Nerede Süleyman Soylu’nun Adalı bir muadili? Çok ararsınız. Uzaktan Türk asıllı başbakan Boris Johnson’ın Muhafazakâr Parti hükümetinin İçişleri Bakanı (Home Secretary) Priti Patel de bir kadın (pardon, bayan) maalesef. İsmi de yarı Ugandalı, yarı Hintli olmasını yansıtıyor. Daha geçen ay sözleşmesini yenilemiş Cressida Dick’in. Osmanlı tarihinin büyük lekesi Kadınlar Saltanatı, bunların yanında haltetmiş. Besbelli birbirlerini koruyorlar. Ortalıkta bir Akit, bir Yeni Şafak, bir Yusuf Kaplan, bir Abdurrahman Dilipak, ya da hattâ ulusalcı bir erkeklik, Atatürkçü bir İstanbul Sözleşmesi karşıtlığı, “aile yapımızı” savunacak on onbeş Cumhuriyet Kadını da yok ki bunları paramparça etsin. Asıl sorun: bu nasıl muhafazakârlık, anlamadım gitti.
Geçtim; işte bu Dame Cressida dikilmiş Old Bailey’in kapısına hükümden sonra; gazetecilerin sorularını cevaplamış. Ne yapmış dersiniz; hafifletici sebepler mi ileri sürmüş? Polisin şanı ve şerefini mi savunmuş? Güvenlik örgütümüzün moralini bozmayalım, ellerini kollarını bağlamayalım mı demiş? İnanmayacaksınız ama, katile veryansın etmiş. “Korkak” demiş; “polisin temsil etmesi gereken herşeye ihanet etti” demiş; “paha biçilmez bir güven ilişkisini zedeledi” demiş; bütün teşkilâtı “utanca boğdu” demiş; sözlerini de “çok, çok üzgünüm” diye bitirmiş.
Ne demek, bu kadar yüksek bir devlet görevlisinin kamuoyu önünde “üzgünüm” demesi ve özür dilemesi? Fıtratının gereği, ama hiç olmaması gereken bir zaaf belirtisi. Ancak asıl korkuncu şimdi geliyor. Dame Cressida bir de İngiliz kadınlarını uyarmak gereğini duymuş. Nasıl acaba? Kadınlığınızı bilin, edepli olun, gece sokağa çıkmayın, dekolte giyinmeyin, kamusal alanda yüksek sesle gülmeyin, sigara içmeyin, öyle veya böyle dikkat çekmeyin (argo özetiyle: siz kuyruk sallamayın) gibi yüksek ahlâkî tavsiyelerde mi bulunmuş? Tam tersi. Wayne Couzens’in Sarah Everard’ı nasıl kaçırdığından hareketle, iki kişilik ekiple değil tek bir polis memuruyla muhatap olduklarında, kendilerini tehlikede hissederlerse emirlere boyun eğmemelerini, gözaltına alınmaya karşı direnmelerini, kaçmalarını, sonra bir otobüs durdurup binmelerini, ya da 999 imdat numarasını aramalarını söylemiş. Düpedüz emniyet örgütüne güvensizliği ve itaatsizliği teşvik etmiş.
(a) Bunu da neden yapmış? Burada, demokrasi fazlalığının, en başta da ifade ve basın özgürlüğünün zararları karşımıza çıkıyor. Efendim, İngiliz polisine yönelik suçlamalar alıp yürümüş medyada ve kamuoyunda. Güya Couzens’in geçmişinde bazı teşhircilik ve sarkıntılık vakaları varmış da kontrollerde hepsi hasıraltı edilmiş. Çünkü poliste gerek ırkçılık, gerek cinsiyetçilik aslında çok yaygınmış da erkek memurlar arasında hep konuşuluyor ve hep örtbas ediliyormuş. Çünkü çok alışmışlarmış, erkeklerin kadınlara reva gördüğü gündelik, ev-içi şiddete sırtlarını çevirmeye. Hem kendi ailelerinde muhtemelen şiddet uyguluyor, hem görevdeyken böyle vakaları görmezden geliyorlarmış. Nitekim Nottinghamshire’in eski emniyet müdürü Sue Fish (bakınız gene bir kadın, pardon bayan), 2016’da bütün teşkilâtına kadına karşı şiddete “nefret suçu” (hate crime) muamelesi yapma talimatı vermişmiş. Bu, bütün bir erkek kültürü sorunuymuş ve Sue Fish’e sorarsanız, İçişleri Bakanı Priti Patel de, Emniyet Genel Müdürü Cressida Dick de, polis teşkilâtının tamamında ne kadar yaygın olduğunun farkında değilmiş. Bu arada, meğer bir Kurbanlar Komiserliği de varmış İngiltere’de. Başında da (tabii?) bir başka “Dame” varmış: Dame Vera Baird. O da eski bir komiser, emniyet müdürü ve ceza hukuku uzmanıymış. BBC onunla da konuşmuş bu çerçevede (nasıl konuşur anlamadım; bu BBC de bir devlet kuruluşu değil mi?). Vera Baird ataerkil cinsiyetçiliğin topluma kıyasla polis gücünde çok daha yaygın olduğunu söylemiş. Yaygın teşkilât kültürünü “Gay olabilirsiniz, siyah olabilirsiniz, kadın olabilirsiniz; heteroseksüel bir beyaz erkek gibi davranmak koşuluyla” diye tarif etmiş.
(b) Cressida Dick de bütün bu iftiraları almış, toplamış, külliyen ve en sert biçimde reddedeceğine hak vermiş. Peki, ne sonuç vermiş, kadınları uyarması? İskoçya Emniyet Müdürlüğü derhal harekete geçmiş — Dame Cressida’nın çağrısı doğrultusunda. Yeni bir kimlik ve görev doğrulama sistemi kurmuşlar, polis devriyeleri için. Efendim, İskoçya Polisi de normal olarak iki kişilik ekipler halinde çalışırmış ama çok ender de olsa bundan böyle tek bir memurun vatandaş ile muhatap olması gerektiğinde, kendisi “proaktif” bir kimlik doğrulaması sürecini başlatacakmış. Memurun kendi kişisel radyosu hoparlöre bağlanacak; vatandaşa bildirdiği kimlik-ve-görev bilgileri Kontrol Odası’ndan doğrulanabilecek, aynı zamanda polis görevlisine cep telefonunda taşıyıp sorulduğunda mutlaka göstermesi gereken bir Vaka Numarası verilecekmiş.
Sizi bilmem; beni hafakanlar basıyor bütün bunları okuduğunda. Ne gereksiz teferrüat! Ne müthiş bir israf! Ve tasavvur ediyor musunuz, bu suçluluk çırpınışları ile doğurduğu yeni politikaların, maazallah, Türkiye’ye sirayet etmesini? Bir İngiltere’yi düşünün, bir de Suudi Arabistan’ı. Tesadüf, dün de Kaşıkçı cinayetinin birinci yıldönümüydü (2 Ekim 2020). Suudiler kendilerini mi parçaladı, tek bir polis de değil, oldukça kalabalık bir ekip işkenceyle adam öldürdü ve parçaladı diye? Göstermelik biçimde yargıladılar ve usulünce üstünü kapattılar bütün olayın. Bir de Rusya’ya bakalım isterseniz. Bazı muhalifler birer bir ölüyor veya ölmelerine ramak kalıyor, Noviçok familyasından A-234 gibi kimyasallarla zehirlenmek suretiyle. Putin yakasına mı yapışıyor, FSB’sinin (Federal Güvenlik Servisi’nin) ilgili özel biriminin? Kaya gibi sağlam duruyor. Yalanlarını yüzlerine vuruyor, köhnemiş emperyalistlerin. “Dış korkusu” tamamen haklı, bu ve benzeri noktalarda. Neyse ki Türkiye çok ileri, bu yozlaşmış Batı ülkeleri ve rejimlerinden. Bireysellik ve özgürlük, öyle mutlak değerler değil. Asıl mesele kimlik. Asıl mesele aidiyet. Cemaatimize, mahallemize, medeniyetimize kollektif, kayıtsız şartsız aidiyet her şeyin üzerinde önem taşıyor.