Şimdi geçmiş karşıma, “bitti” diyorsun ha?
Neden hiç şaşırmadım acaba? Neden hiç şaşırmadım?..
Hiç değilse bir kerecik olsun şaşırtsaydın beni. Kâr bilirdim yanıma.
Karşıma çıktığın ilk andan beri bunu bekliyormuşum meğer.
“Bitti” diyorsun öyle mi?
Ne başlamıştı ki ne bitsin? Hiç. Koca bir hiç.
Ortak neyimiz vardı ki bizim?
Düzen mi? Evet vardı bir düzenimiz. Doğruya doğru. Şaşmaz bir düzenimiz vardı hem de.
Bir kere olsun yemeğe geç kalmadın. Sabahları bir kere olsun geç çıkmadın evden. Bir kere olsun telaş içinde koştururken görmedim seni. Traşsız, saçın başın dağınık görmedim. Jilet gibi de ütülersin pantolonlarını. Gömleklerinde bir kerecik olsun, minicik bir kırışık görebilseydim keşke!
Kitabını eline aldığında bilirdim kaç sayfayı kaç dakikada okuyacağını, ne zaman elinden sehpanın üzerine bırakıp mutfağa yöneleceğini. Salonun kapısına gözümü diker beklerdim. Belki sonunda iki elinde iki farklı kupayla çıkar gelirsin diye. Nasıl bir kupa merakıysa sendeki? Dayanamaz her beğendiğin kupayı satın alırsın, hiç kullanmayacağımızı bile bile. Gittiğimiz şehirlerden anı niyetine topladıkların da cabası… Belki işte o hiç kullanmadıklarımızdan ikisiyle, hiç değilse biriyle kapıda görünecek olsan, geleceğe dair bir umut beslemeye başlayabilirdim ben de sonunda. Ama hiçbir zaman yeşeremedi o umut içimde. Bir elinde benim balık desenli mavi seramik kupa, diğer elinde senin aztek desenli toprak kupa… Her birinin üzerinde farklı çiçek resimleri olan bardak altlıklarımızdan hep aynılarını aranır -kendim için mimozalı, senin için lavantalı- orta sehpası üzerine hep aynı noktalara yerleştirirdim ben de, elindekileri üzerlerine bırakasın diye. Koltuğa oturur, kupana uzanır, birkaç yudumdan sonra gözlerinle gözlerimi araştırırdın, kahvenin kıvamından memnun olup olmadığımı anlamak için. Hep aynı kıvamda olurdu kahven. Olmaz mı hiç? Kitabını eline geri alıp okur gibi yaparken, yan yan bana bakar, geleceğini bildiğin teklifi beklerdin.
– Yanına küçük bir dilim kek?
Her seferinde, hiç beklemediği anda sevinçli bir teklifle karşılaşmış çocuk gibi ışıldardı gözlerin.
Hiç şaşırtmadın beni. Tek bir yalanını bile yakalamadım. Başka bir kadına ilgi duyduğunu hiç hissetmedim. O kadar eminim ki beni asla aldatmadığından! Yine de bir rakibem olsun da istemedim değil hani, içten içe… Uyuşukluğumuzdan kurtulabilelim, üstümüzden şu ölü toprağını atabilelim diye. Başka bir kadın olduğunu hissetsem, hayatımıza renk gelirdi hiç değilse! Şaşırtmış olurdun çünkü beni.
Kavga bile edemedik biz. En küçük bir anlaşmazlıkta hemen yelkenleri suya indiriverirdin. Gönlümü almak için dolanır dururdun etrafımda. Ben de kendime şaşıyorum, neden hiç şaşırmadım diye… Kavgaya bile girişmemenden anlamış olmalıyım gideceğini. Benimle kavga etmek, zaman ve enerji kaybı olurdu senin için öyle değil mi? Zamanı geldiğinde çekip gidecektin nasıl olsa. Ben de bunca zaman işte bunu beklermişim meğer. Kalsan şaşardım.
Hiç gidecek gibi de durmuyordun aslına bakılacak olursa. Demir atmıştın evime. Rüzgâr estikçe, dalgalara kapılıp, ucuna çıpa bağlı ipin uzunluğunca gidip gelen, bir oraya bir buraya sürüklenen bir sandal gibiydin. Evden işe… İşten eve… Salondan mutfağa, mutfaktan salona… Banyodan yatak odasına… Demir atmış sandal bile çok daha öngörülemezdir aslında. Hangi gün, hangi saatte, hangi dakikada ne yöne sürükleneceğini önceden kestiremezsin. Oysa senin… gidiş gelişlerinin hızı, yönü, günü gününe, milimi milimine, dakikası dakikasına belliydi.
Nasıl yani? Bana göre mi ayarlıyordun kendini? Ben miymişim yani ayağına dolanmış ip? Uymasaydın sen de madem benim düzenime! Sırf hır çıkmasın diye öyle mi? Ne zaman bozulmuşum kahvemi en sevdiğim kupama koymadın diye? Doğru bozulmuştum o ilk seferinde. Haklıydım da kendimce. Küçük şeylerdir böyle şeyler ama değerli hissettirir insana. Sevildiğini hissettirir. Sana değer verdiğimi hissettirmek de istemiştim aslında. O balık desenli kupa senin bana ilk hediyen ne de olsa. Tamam anladık! Aztek desenli kupa da benim sana hediyem.
En başından biliyormuşum işin buraya varacağını. İçinde fırtınalar koptuğunu hissettiğimden belki de. Hiçbir çıpa dayanamaz dip dalgalarına. Sandalın peşi sıra, denizin dibini taraya taraya sürüklenir gider.
Giderken bari şu çöp poşetini de atıver.
Geveleyip durmasana aynı lafı…
Neymiş o hiç şaşırmadığın?