Diyarbakır’daki sergisi bilhassa sanal âlemde bir fırtına koparınca ve hızını alamayanlar sergiye bir de fiili saldırıda bulununca Ahmet Güneştekin, Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı (DTSO) Mehmet Kaya ve serginin danışmanı Şener Özmen ile birlikte bir değerlendirme toplantısı yaptı. Güneştekin’in sergisi açık uçluydu, değerlendirme toplantısı da açık uçlu oldu. Cevaplayamayacağı hiçbir sorunun olmadığını belirten Güneştekin’e basın mensupları akıllarına gelen her konuyu sordular.
Serginin açılışında ve galasında bulundum, değerlendirme toplantısını da izledim. Sergideki eserlerin içeriği ve manasına dair derinlikli bir tartışma, ne yazık ki, yapılamadı. Sorular dar bir çerçeveye sıkıştı ve görebildiğim kadarıyla üç kısımda toplandı.
Örf-adet denetçisi
Birinci kısımda, açılış esnasında bazı davetlilerin davranışlarının serginin temasına ne kadar uygun düştüğü yönündeki sorular vardı.
Güneştekin, mealen, Hafıza Odası’nın yeni bir çalışma olmadığını, on yıllık bir mazisinin bulunduğunu ve Diyarbakır için birkaç yeni eser yaptığını belirtti. Yurt içinde ve dışında serginin yapıldığı her yerde ziyaretçilerin Diyarbakır’dakine benzer tavırlar gösterdiğini, mesela tabutlar arasında fotoğraflar çektirdiklerini, ancak böyle bir tepkinin gösterilmediğini hatırlattı.
Bu farklılık, tepki verenlerin zihinlerinde Diyarbakır’ı nasıl kodladıklarına dair önemli bir göstergeydi. Diyarbakır hakkındaki basmakalıp yargılarının bozulması, bazı çevrelerde ciddi bir rahatsızlığa sebebiyet vermişti.
Güneştekin’e göre, bütün insanlardan aynı şekilde davranmalarını beklenemezdi. Herkese sergi alanında nasıl hareket edeceklerini söylemek de doğru olmazdı. Picasso’nun İspanya iç savaşının dehşetini resmeden Guernica’sının önünde de insanlar poz verirlerdi; bu, ne Guernica’nın değerini düşürür ne de savaşın acılarına bir saygısızlık addedilirdi.
Sanatçı kendi zamanının tanığıdır, ne bir ahlak polisidir ne de ziyaretçilerin örf-adet denetçisi. Bazı ziyaretçilerin bazı davranışları, kimi kesimlerce münasebetsiz görülebilir, bunlardan rahatsızlık duyulabilir. Lakin bu, bir sanat eserinin itibarsızlaştırılmanın gerekçesi yapılmaz. Hele bunun üzerinden bir serginin saldırıya uğraması asla kabul edilemez.
Bir de yükseklerden konuşan bir kesim var; ahlaki bir poz takınıp herkese tepeden bakan bir kesim. Neyin başlayıp neyin bittiğine onlar karar veriyorlar. Sanatsal bir akıma hayat verme imtiyazı da onların, o akımın fişini çekme imtiyazı da. Eleştiri vitrinine hep ilkesel argümanları koyuyorlar ama işin aslı biraz deşildiğinde geride kendi hesaplarını gördükleri ortaya çıkıyor. Ellerinde tuttukları kültürel sermayeyi kaybetmemek adına şahsi hesap ve kinlerini ideolojik bir kılıfa sokarak karşılarındaki mahkûm etmeye çabalıyorlar. Güneştekin sergisine yönelen eleştirilerden bahsederken bu husus da akılda tutulmalıdır.
Evrensel bir sanatçı
İkinci kısımda ise daha ziyade şahsi sorular vardı. Ailesinin politik duruşuna, kendisinin devlet tarafından desteklendiğine ve AK Parti tarafından büyütülen bir sanatçı olduğuna yönelik sorulara muhatap oldu Güneştekin. Hepsine ayrıntılı cevap verdi. Ailesinin siyasi tercihlerinin kendisini bağlamadığını, birey olarak kendisinin hiçbir partiye angajmanın bulunmadığını söyledi. İktidar tarafından desteklenen tek bir çalışmasının gösterilemeyeceğini ekledi.
“Devlet tarafından destekleniyor” iddiasının altında, memleketi Batman’da bir kültür merkezine kayyum tarafından kendi adının verilmesi hadisesinin yattığını açıkladı. İsminin verilmesi teklif edildiğinde önce bunu reddettiğini, Batman’daki sivil toplum kuruluşlarının isteği üzerine kabul ettiğini, ardından bazı tartışmalar olunca tam üç kez ismini geri çekmek istediğini ama bunun gerçekleşmediğini ifade etti.
Zaten dünyada otuz ülkede temsil edilen ve altı galeri ile çalışana evrensel bir sanatçının başarısını, onun sanatına değil de devlete bağlamak başlı başına absürt bir durum.
Hepsi bizim evlatlarımız, hepsinin acısı benim için aynı”
Üçüncü kısımdaki sorular ise serginin siyasi yansımasına ilişkindi. Siyasi katılımın, özellikle de Sancar ve İmamoğlu fotoğrafının sergiyi gölgeleyip gölgelemediği hakkındaki soruya Güneştekin, sergide sadece HDP ve CHP’lilerin olmadığını, AK Partili ve DEVA Partililerin de olduğunu, bazı siyasilerin de başka bir programı oldukları gerekçesiyle katılamadıkları karşılığını verdi. Partiler arasında bir ayırıma gidilmediğinin ve bütün partilerin davet edildiğinin altını çizdi.
“Terörün sanatı kullandığına ilk kez şahit oldum. Bunlardan korkulur” diyen İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Hafıza Odası’na en sert tepki gösterenlerden biriydi. Soylu, bazı isimleri gündeme getirip “O sergide Şehit Aybüke Öğretmen var mı?” diye sormuştu. Gazeteciler bunu anımsattıklarında Güneştekin, Soylu’ya da cevap verdi:
“İçişleri Bakanlığı’nın görevi ülkenin huzurunu sağlamak, olabilecek herhangi bir provokasyonu önlemektir. Birinci görevi budur. Bakan, görmediği sergide bir sürü isimler sayıp ‘Bunlar hafıza odasında var mı?’ diye soruyor. Cevap veriyorum. Var. Saydığı isimler var. Çıkın 5 nolu koridorun dibinde bellek videosu var ki benim için bu serginin aslında en önemli eserlerinden biridir. Sorgulamaya 1909’la başlıyor, şu anda 2021’de. Çünkü yaşadığım sürece devam edecek bir videodur, bitmeyen bir eserdir. Orada. Aybüke Öğretmen de var. Yasin Börü de var. Eren Bülbül de var. Onlar bizim evlatlarımız değil mi?… Ceylan’ın Aybüke’nin, Yasin’in, Eren’in, hepsinin acısı benim için aynıdır.”
Barışa hizmet eden bir hafıza
Hafıza Odası, Türkiye’nin son bir asrına odaklanan bir çalışma. Elbette, tek bir sergi ile bir hafıza inşa edilemez; ancak o sergi, hatırlamak için, yüzleşmek için, muhasebe yapmak için yeni imkânlar doğurabilir. İlerlemek için yeni bir yol açabilir.
Hafıza Odası bunu yaptı, yapıyor. Farklı kesimleri bir araya getirdi. Birlikte olmaları düşünülmeyecek insanları aynı mekânda buluşturdu. Muazzam bir alaka ile karşılandı, ziyaretçi akınına uğradı. Günde ortalama beş bin insanı yakın tarih içinde bir yolculuğa çıkardı. Ve dahası, hakkındaki haklı-haksız eleştirilerle, yazılarla, gözlemlerle, fotoğraflarla birlikte “tarihle yüzleşme” meselesini kamusal gündemin ortasına taşıdı. Türkiye bu sayede nasıl hatırlaması gerektiği üzerinde konuşuyor. Az bir kazanım sayılmaz bu.
Hülasa sergi üzerine düşeni yaptı. Herkes bunu tartışıyor. Güneştekin’in dediği gibi “Bir haftadır yüzleşme başladı, bundan sonra da devam edecek.”
Hatırlamak ve/veya yüzleşmek, bazılarının sandığı gibi, kini bileylemek değil, geçmişte yaşanan mağduriyetlerin bir daha yaşanmamasını sağlayacak ve birlikte yaşamı mümkün kılacak bir zemini inşa etme çabasıdır. Bizim sorumluluğumuz, geçmişin bugünü esir almasına izin vermemek ve barışa hizmet edecek bir hafızanın oluşumu için çabalamaktır. Onun için de bu tartışma sürmeli.
“Hafıza Odası”ndan yükselen sancı, hayırlı gelişmelere gebe…