Gitar teli gibi gergin bir oyun, zirve stresine bağlansa bile, amaçlanan hedef bakımından, nedenler sonuçlara masumiyet sağlamaz. Trabzonspor’un oyunu bu kadar gerilip belirsizleşiyorsa, mutlaka kenardaki adama dönüp bakmak lazım. Bir futbol takımının stresi ve müphemleşen oyunu, hiç kuşkusuz kenardaki adamın stresi ve bulanıklaşan zihninin ürünüdür. Teknik adam hapşırsa takım nezle olur. Abdullah Avcı’nın kişisel tarihi, bu stresi izah etse bile, aynı stres, Trabzonspor’un tarihine yakışmıyor. Başakşehir maçında gözlemlediğim bir dizi zaaf, hata ve belirsizliği Emre Belozoğlu’na bağlamak en kolay iş olur. Ama oyunu belirsizleştiren esas etken, rakip Başakşehir ve oyun teknik adamından gelmiyordu. Belirsizliklerin temel nedeni, Avcı’nın kolay yollara tenezzül etmesiydi.
Belozoğlu, maç başında kısmen, Trabzsonspor’un gergin oyununa ilerde baskı yaparak belirsizliği tetikledi. Ama bu belirsizliğin maçın oyunu haline gelmesini sağlayan da Avcı oldu. Hamsik’i geri dörtlünün önünde tekli olarak görevlendirmek ve ona, Cornelius’a ve Djaniny’e ikinci bölgeden rakip arkasına paslar attırmak, oyun bütünlüğünü kendi eliyle dinamitlemek olarak oyuna yansıdı. Belozoğlu’nun üçüncü bölgedeki baskısının amacı da buydu: Trabzon’u uzun vurmaya zorlamak. Ve Avcı, bu rakip taktiğin eline doksan dakika boyunca yağ sürdü.
Trabzonspor birinci bölgesine dört kişiyle baskı yapan Başakşehir, Trabzonun her vuruşundan sonra geriye koşma zahmetine katlanmadan, uzun topları toplayarak Trabzonspor yarı sahasında kalmayı başardı. Ve ister inanın ister inanmayın, bu durum doksan dakika sürdü ve maçın o-o bitmesini de sağladı. Okaka, Visca, Aleksiç ve Gulbrandsen’nin gölge ve yalancı birinci bölge baskısı, Trabzon’u gitar teli gibi germeye yetti.
Gerilen gitar teli, doğru noktaya basılmaz. Doğru notayı basamamak hem detone olmak hem de akortsuz bir çalgıya dönüşmek demek. Dolayısıyla temalı bir ezgiye ulaşmak ilahi tesadüflere kalır ki, buna mucize demek bile, hadiseye anlam katmaz.
Vitor ve Berat’ın yokluğu Trabzonspor oyununu bu kadar belirsizliklere mahkûm etmemelidir. Birinci bölge ve ikinci bölge ilişkileri dengeli olmalı ve takımın rakip sahaya soğukkanlı biçimde yerleşmesine imkân sağlamalıdır. Uzun vurulan toplar, asla ve kat’a rakip sahasına yerleşmeye imkân vermez. Futbol oyununu tenis maçına dönüştürmekten başka sonuç doğurmaz, uzun vuruşlar.
Ayrıca iki santrafor da topla ilişki bakımından problemli oyuncular. Djaniny’in top kontrolü, hakikatten bir bilmece ve hiçbir standardı yok. Cornelius ise kelimenin tam anlamıyla sağ ayağını, daha doğrusu gövdesinin sağ tarafını unutmuş bir solak. Onun tek doğal tarafı var, o da sol yanı. Malzeme buyken, neden bu malzeme uzun toplarla buluşturulmak istenir ki?
Eğer Avcı bu ikiliyi mutlaka oyuna sürmek istiyor ve onlardan vazgeçmiyorsa, o zaman bu ikilinin arkasını toplamayı da bir oyun görevi olarak taktik plana dahil etmelidir. Hamsik, Dorukhan, Siopis ve Berat, bu ikilinin süpürücüsü olarak her zaman arka planda rol almalıdır. Belki o zaman, uzun vuruşlarla belirsizleşen oyuna bir parça düzen ve denge katılabilir. İki santrafor ve Bakasetas ile Abdulkadir Ömür, böyle bir oyunun aktörleri değil.
Nitekim stres ve bunun sonucu olan belirsizlik olarak ileriye taşındı ki, Bakasetas ve Ömür mesafe tanımadan, her durumda kaleye uzaktan şut atmakta bir sakınca görmedi. İkisi de toplara iyi vuruyor olabilir ama ikisinin esas özelliği uzun vurmak ya da uzaktan şut atmak değil, rakip ceza sahası çeperinde ince işlerin altına imza atmaktır.
Başakşehir maçında Hamsik’in yanı sıra Denswil’in soğukkanlı oyunu ve özellikle de attığı muhteşem ara paslar çok dikkat çekiciydi. Denswil’e yapacağım övgüler ne kadar haklıysa, bu maç özelinde Bruno Peres’e yapacağım eleştiriler de aynı haklılıktan kaynaklanıyor. Peres, bu maçı sahada değilmiş de evinde koltuğunda oturuyormuşçasına, hiç sorumluluk almadan oynadı. Sorumluluk almak istediğinde de yüzüne gözüne bulaştırdı.
Zirve gerginliği stres üretir, bu doğrudur, ama her teknik adamın ilk görevlerinden biri de stres kırıcı olmaktır.