Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in son demecinin, Yıldıray Oğur’un da Serbestiyet’te alıntıladığı ve yorumladığı kısmını okurken aklıma Beşşar Esed’in gelmemesi imkânsızdı.
Özellikle de muhalifleri hakkında ‘ağza yanlışlıkla kaçan sinek’ metaforunu kullanması o kadar tanıdık geldi ki, sanki Putin emir kulu konumunda olan Beşşar Esed’in bir öğrencisiydi.
Halk ayaklanmasının başlamasından 3 ay sonra, 2011 Haziranının 20’sinde Esed Şam Üniversites’inin bir konferans salonunda verdiği demeçte rejim muhaliflerinin ‘mikrop’ olduklarını söylemiş ve şöyle devam etmişti:
“Bir toplumu bulaşmış olduğu mikroplardan tamamen arındırmak belki mümkün değildir, ama büyük bir kısmını temizledikten sonra geri kalanlarını etkisiz hale getirebiliriz.”
Bunu sözlerinin üzerinden geçen yıllar içinde bu ‘programını’ büyük ölçüde gerçekleştirdiğini söylemek abartılı olmaz. Evet bütün muhaliflerini, milyonlarca sivil halkla birlikte, öldürerek, zindanlarda çürüterek, yerlerinden yurtlarından edip ülke dışına kaçmak durumunda bırakarak tasfiye etti. Rejim kontrolündeki bölgelerde kalan insanlar ise, aralarında tek tük muhalif yönelimli olanlar vardır elbette, ‘programda’ açıklanan yöntem icabı ‘etkisiz’leştirildiler.
Aralık 2016’da Halep şehrinin doğu-güney kesimlerini, yıllarca süren kuşatma ve bombardıman sonucunda kontrolüne almayı başaran Esed, sözkonusu ‘program’ının istediği sonuçlara ulaştığını şu kelimelerle ilan edecekti:
“Gerçi bu savaşta binlerce genç insanımızı kaybettik ama sonuç itibariyle daha homojen bir toplum elde ettik.”
(Kaybettiğimiz dediği insanlar rejimin ordusundaki askerler ve ‘şebbiha’ diye adlandırılan paramiliter teşkilat üyeleridir. Sivil halktan bahsettiğini sanmak çok yanlış olur. Çünkü zaten sivil yerleşim merkezlerini, önünde uzun kuyruklar oluşan fırınları, okulları, hastaneleri, kalabalık meyve sebze pazarlarını kendi uçakları ve Rus hamisinin uçakları yüzlerce defa bombalamıştı ve bombalamaya devam edecekti. Ayrıca ‘kaybettiğimiz’ dediği ona yandaş asker ve sivillere üzülmesi de sözkonusu değil, çünkü onların ‘fedakârlıkları’ karşılığında homojen bir toplum elde ettiğini ben değil kendisi söylüyor. Onlar için ulusal bir yas ilan etmek ise aklının ucundan bile geçmiyor.)
Geçen yılın Mayıs ayında düzenlediği sözde başkanlık seçiminde 4. kez başkan seçilmesinin ardından verdiği demeçte ise artık tamamen ortadan kaldırmış olduğu muhalefete yine de yüklenmekten kendini alamadı.
Daha önceki uzun konuşmalarının aksine sadece 10 dakika kadar süren konuşmasında muhalif insanlar hakkında konuşurken açtı ağzını yumdu gözünü.
Muhalifleri mikropluktan ‘öküz’ mertebesine ulaştıran Esed’in sıraladığı sıfatlar arasında “vatan hainleri, şerefsizler, paralı askerler, sefil ahlaksızlar” da vardı.
Muhalif “öküzleri” ise 3’e ayırdı: “Yemlenen öküzler, zillet ve utanç içinde yaşamaya aşık olan öküzler, dolara tapan öküzler…”
O kadar öfkeliydi, öyle garip bur ruh hali içindeydi ki bunları söylerken, sanki 3 gün önce yapılan seçimin kazananı değil kaybedeniydi. Bittiğini ve kazandığını defalarca ilan etmiş olduğu savaşın da kazananı değil kaybedeniydi sanki.
Ama Beşşar Esed’in yukarda işaret ettiğim türden ağız bozukluklarına 2011’den önce de tanık olmaktaydık. Bir Arap zirve toplantısında aynı salonda bulunan Suudi Arabistan eski kralına ve yine aynı toplantıda bulunan bazı Körfez Emirlikleri liderlerine ‘yarım erkekler’ diye hakaret etmişti.
Daha doğrusu cinsel anlamdaki erkeklik sıfatını bir onur meselesi olarak algıladığı için onlara en ağır gelebilecek sözlerle sövmüştü.
Lübnan eski başbakanı Refik Hariri’nin 2005 yılında bir suikaste kurban gitmesinden sonra yaşanan süreçte Esed yine bir demecinde Lübnan’ın yeni başbakanı Fuad Essenyura’yu “bir kölenin emir kulu” diye aşağılamıştı.
O yıllarda içerdeki güçsüz muhalefetle pek derdi olmadığı, olduğu durumlarda da muhaliflerini hapse atarak kolayca susturabildiği için, içindeki öfkeyi ve sayıp sövme ihtiyacını Arap siyasilere yöneltmişti.
2011 sonrasında ise güç ve kontrolü kaybettiği oranda bozuk dili sık sık devreye giriyor, artık susturamayacağı milyonları bir yandan bombalarken öte yandan da onlara sövmeyi ihmal etmiyordu.
Tabii ki muhalefeti aşağılayıcı bu dilin çok bildik bir rolü vardı: Muhalifleri insanlık sıfatından soyutlayarak yokedilmelerini meşrulaştırmak…
Bunda başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Hitler’in aynı yöntemle Yahudileri, Çingeneleri, ağır hasta ve engellileri nasıl insanlıktan çıkarıp yok edilmelerini meşrulaştırdığını artık herkes biliyor.
Suriye’de de Esed yandaşlarının muhalif Suriyelilerin yok edilmesi sürecine nasıl katıldıklarını hep beraber görüp yaşadık. İlk sivil gösterilerde Şebbihaların eline geçen protestocuları nasıl acımasızca linç ettiklerini yüzlerce videoda herkes izledi.
Yerde kıvranan o talihsizler dipçik ve tekmelerle öldüresiye dövülürken bir yandan da “hürriyet mi istiyorsun? Al sana hürriyet!” diye bağırıyorlardı ki, bu da hürriyet talebinin onları ne kadar rahatsız ettiğini gösteriyordu.
Ama o linççileri ve her türden rejim yanlısı aktif figürleri asıl harekete geçiren temel güdü şuydu: rejime muhalefet eden kimse insan sayılmıyor, ölümü hakkeden mikrop yada böceklermiş gibi ortadan kaldırılmaları iyilik sayılıyordu.
Ve bu ruh halini pekiştirmek için Esed’in öncülüğünde medya organlarında her gün 24 saat muhalifleri şeytanlaştıran ve mikroplaştıran söylemler ve yalan dolanlar insanların gözlerine sokuluyordu (hâlâ da öyle zaten).
Bundan dolayıdır ki Putin’in kendi halkı hakkında sarfettiği sinek benzetmesi hiç de yabancı gelmedi bana. Aynı hamurdan yoğrulan iki katilin benzeşen durumlarda aynı tepkiyi vermeleri hiç de şaşırtıcı olmuyor. Çünkü o durumlarda tek tipin kopyaları gibi davranıyor, kararlar alıyor ve konuşuyorlar, dolayısıyla birinin Rusça söylediği iğrenç laflar diğerinin Arapça söylediklerinin basit bir tercümesiymiş gibi görünüyor.