Genelde Kürt siyasi hareketi, özelde ise DEM Parti (HDP) ile ilgili en çok konuşulan konulardan biri Kürt silahlı hareketi PKK’nın bu partiler üzerindeki gölgesi ya da hegemonyası. Bu yönde tartışmalar kritik zamanlarda daha çok yapılıyor; örneğin DEM Parti’nin bu seçimde büyük şehirlerde aday çıkartma ya da adayların kim olacağı ile ilgili tartışmalarında… Peki Kürt siyasi hareketi ile PKK arasında nasıl bir ilişki var, bu ilişki Kürt siyasal hareketini nasıl etkiliyor? Bunun geleceği ne?
Önemli sorular var bu çerçevede. Bunlardan bir tanesi son dönemde çok sık sorulan, “DEM’in izlediği politikalar HDP’nin politikalarından daha mı farklı” sorusu. Türkiyelilik üzerinden giden muhalefetle iş birliğine yönelen, Türkiye’nin demokratikleşmesine ve Kürt sorununun da ancak bu aşamadan sonra çözülebileceği inancına dayanan stratejide bir değişiklik mi var? Bu da diğer bir soru. İstanbul’da Meral Danış gibi çok da güçsüz olmayan bir isim açıklandı. Bunun anlamı ne?
Bu soruların aslında yanıtı ana hatlarıyla şu: DEM Parti muhtemelen yasa dışı yapının da muhtemel telkini, elbette tabanın da etkisiyle kendi alanını tahkim etmeye ya da ittifak politikalarıyla, altılı masa politikalarıyla zedelendiğini düşündüğü ya da zarar gördüğünü düşündüğü özerk alanını yeniden kurmaya gayret ediyor. Bunu yaparken belki Kürdi bir politika izlemiyorlar. Türkiye politikasına yine açıklar ama Kürt meselesi merkezli bir politika izliyorlar. Kürt meselesine getirisi olabilecek, faydası olabilecek, örneğin kayyumların kaldırılması, örneğin kimi tutukluların serbest bırakılması gibi hususlar gerekirse AK Parti ile bile bir pazarlık konusu olarak ele alınabilecek unsurlar olarak tanımlanıyor. Bu tabii önemli bir gelişme. Birinci veri bu…
İkinci veri ise 1991’den itibaren kurulan bütün siyasi partilerin üzerinde PKK’nın etkisi…
Biliyorsun iktidar tarafı ‘bunların hepsi teröristtir’ diyor. HDP/DEM ise ‘hayır, biz özerk, farklı bir yapıyız’ diyorlar. Aslında ne biri ne ötekisi. Ortada Kürt siyasi hareketi var. 1973’ten beri var ve adı PKK.
PKK dünya çeşitli evrelerden geçerken çeşitli stratejiler izledi. Bu stratejilerin biri de yasal alanda örgütlenmekti. Yasal alanda çeşitli partilerle örgütlenmeye başladılar. Bir süre sonra kaçınılmaz olarak Kürt meselesinde siyasetin, yasal olanın ağırlığıyla Kandil’in ağırlığı, yasa dışının, şiddetin ağırlığı tartışmaları devreye girdi. Siyaset önde olsun, silahlar geri çekilsin gibi bir eğilim Kürt hareketinde de ortada çıkmakla, beraber esas olarak bu iki yapı akraba yapılar. Nitekim bugün izlenen Türkiye’deki bütün sivil örgütlerin, siyasi partilerin stratejileri PKK’nın ilan ettiği stratejilerden hiç farklı değil.
Şimdi meseleye bu açıdan bakmak gerekirse, bu ilişki sürecek. Bugün Türkiye’de Kürt hareketinin PKK’yı dışlayacak, reddedecek ya da ondan bağımsız, onun üstüne çıkacak bir siyasi yapı, siyaset alanı oluşturma imkanı yok.
O zaman şöyle bakmak lazım: Şu ana kadar nasıl bir politika izledi Kürt hareketi? Bunu PKK’yla, yasal partilerle ikisini birlikte bir bütün olarak söylüyorum. 2005 Nevruz’unda Öcalan’ın mektubu okundu. Öcalan orada demokratik konfederalizm önerisinde bulundu. Demokratik konfederizm, devlet kurmayı içermeyen, mevcut devleti yıkmayı da öngörmeyen bir birlikte yaşama projesinin yeni adıydı. Şimdi bu birlikte yaşama projesinin bir öncesine gittiğimiz zaman aslında 1999’da Öcalan’ın yargılandığı davalarda yine onun ortaya attığı, daha sonra da örgütün daha sonra siyasi partilerin hızla benimsedikleri ve buna göre yapılandıkları bir strateji ortaya çıktı. Bu, ‘Demokratik Cumhuriyet’ stratejisiydi. Bunun anlamı, Kürt hareketinin bağımsız bir Kürdistan kurulması fikrinden vazgeçmesi ve bunu ilan etmesiydi.. Bağımsız Kürt devleti kurmak, sosyalist bir devlet kurmak amacıyla yola çıkan bir örgüt vardı. Bu örgüt kimi Kürtleri harekete geçirdi. Yoksul, köyle grupları etrafına topladı, aşiretlerle savaştı, gelenek dokusunu yıktı, Türk devletiyle dirençli bir gerilla çatışması sürdürdü. Toplumu örgütlemeye soyundu, kendi kesiminden milliyetçi duygularla ya da kimlikçi duygularla destek aldı. 1973’te ortaya atılan ana fikir bağımsız Kürdistan’dı. Bu ana fikrin zaman içinde değiştiğini görüyoruz.
Mesut Yeğen’in çok güzel bir makalesi var, oradan esinlenerek söylediğimi belirteyim. 2 evre var diyor bir makalesinde. Birinci evre soğuk savaş evresi, Kürtlerin dört ülkeye bölündüğü, baskı altında olduğu evre bu. İkinci evre Sovyetlerin yıkıldığı, sosyalizmin esnediği, demokratik taleplerin insan hakları fikirlerini yükseldiği bir devre. Bu devrede de Türkiye’de sivil örgütlenmeyle, Irak’ta Kürt yönetimi bölgesiyle, Suriye’de de 2011’den sonra Rajova’nın ortaya çıkmasıyla Kürtlerin bir miktar önü açıldı.
PKK’nın demokratik cumhuriyet fikri, birlikte yaşama fikri bu değişim sürecinin ürünüdür bir bakıma. Siyasi partiler, PKK’nın strateji değişikliklerini izlediler, ona göre söylem benimsediler. HDP’nin Türkiye ve ittifak politikaları da bunun dışında değerlendirilemez.
Son yılda iki önemli gelişme yaşadık.
Birincisi, seçimleri kaybetti muhalefet ve bütün gücünü muhalefetin üstüne veren, yatırımını muhalefetin iktidara gelmesine yapan Kürt hareketi, birlikte yaşama arayışını muhalefetin iktidara gelmesine endeksleyen bir boşlukta kaldı. Ve kendi içinde sorular sormaya başladı. İkinci önemli unsur, AK Parti’nin yani iktidarın geri adım atmayacağını ima eden şiddetli Irak operasyonları ve bunlara PKK tarafından yanıt verilmesidir. Yani Türkiye ‘Bir güvenlik çemberi oluşturacağım ve seni olduğun yerde imha edeceğim. Türkiye içinde de her türlü adımını, her türlü temsilini kriminalize edeceğim’ tarzı bir politikayı devam ettireceği mesajını verdi.
Şimdi sorumuz şu: Bu koşullarda Kürt hareketi ne yapacak? Demokratik cumhuriyet ya da demokratik konfederalizm iddiaları revize edilecek mi? Bunlardan vazgeçilecek mi? Bir çatışma evresi ya da başka bir müzakere evresi için başka türlü ilişkiler kurulacak mı? Bu önemli sorudur. Durum sadece Türkiye ile ilgili değil, ABD’de yapılacak Kasım ayındaki seçimlerden sonra ortaya çıkacak iktidar, bu iktidarın işte Suriye özellikle politikasının ne istikamette olacağıyla da ilgili bir durum.
Bugün yaptığımız tartışmalar, işte PKK gölge olmaktan çıksın ya da DEM yanlış yapıyor, İmamoğlu’yla ya da şunla bununla ittifak etsinin ötesinde tarihsel bir perspektifle duruma bakmayı gerektiriyor. Baktığımız zaman da zannederim benim anlattığıma benzer sonuçlar çıkıyor.