Programın tamamını izlemek için:
Geçen hafta liberal demokrasinin yaşadığı problemleri ve bu problemlerin Türkiye’ye yansımalarını konuşmuştuk. Bu konuşmanın ardından bir gelişme daha oldu ve İtalya’da aşırı sağcı, Mussolini hayranı bir kadın başbakan olarak seçildi. Partisi oyların 4’te birini, partisinin yer aldığı koalisyon ise neredeyse oyların yarısını aldı. Liberal demokrasinin mevcut krizinin dünyanın çeşitli bölgelerindeki tezahürlerine bakabilir miyiz?
Dünyada önemli dalgalar var, gelişmeler var. Bunların yeteri kadar Türkiye’ye yansımadığı, Türkiye’de yeteri kadar tartışılmadığı ortada.
Avrupa’daki kimi seçim sonuçları bu konudaki göstergeler arasında.
Bir süre önce, Fransa’da Marine Le Pen’in yüzde 40’a yakın oy alması çok önemli bir gelişmeydi. Geçtiğimiz haftalarda yapılan İsveç seçimlerinde kendilerine “İsveç Demokratları” diyen, aslında Neo-Nazi partinin içinden çıkan bir siyasi hareket seçimlerde ikinci parti oldu. İsveç gibi sosyal demokrasi hâkimiyetinde, çok kültürlülüğü pratik olarak hayata geçirmiş bir ülkede bu çok çarpıcı bir gelişmeydi. Sadece ikinci olmadı bu parti, aynı zamanda hükümetin sosyal demokratlardan muhafazakârlara geçmesine de vesile oldu.
Son gelişme bu hafta sonu İtalya’da yaşandı. İtalya’da ilk kez profaşist bir hareket ve bunun lideri Meloni oyların yüzde 26’sını alarak seçimlerden birinci parti olarak çıktı. Oyların 4’te 1’i çok önemli tabii İtalya için. Ayrıca bir de ayrılıkçı sağ parti var İtalya’da. Salvini’nin başında olduğu ‘Lig’. Güney İtalyanları aşağılayan, Kuzey İtalya’nın ayrılması gerektiğini savunan, bunu isteyen bir hareket. Berlusconi’nin Forza Italia’sını da bunlara eklediğimiz zaman sağ ittifak yüzde 44-45’e ulaşmış durumda.
Önümüzdeki dönemde bu ittifak yönetecek İtalya’yı. Şunun da altını çizmek lazım; gerek Salvini’nin gerek de Berlusconi’nin hareketleri bu seçimlerde oy kaybederken, Meloni oy arttırdı. Dolayısıyla hükümran bir pozisyona geldi ittifak içerisinde.
Bu, Avrupa’da beklenen bir sonuçtu. Anketler bunu gösteriyordu. Ne var ki, sindirmek zor oluyor. Gazeteler gelişmeyi bir siyasi deprem olarak tanımlıyor. Bu doğal, zira İtalya Avrupa Birliği’nin kurucu bir ülkesi. Ayrıca Euro bölgesinin de üçüncü büyük ekonomisi.
100 yıl önce Mussolini Kara Gömlekliler ile Roma’ya yürümüş ve sonra iktidara el koymuştu. Faşizm kâbusu, doğum yeri İtalya’ya çok büyük zararlar vermiştir. Aynı ülkede yeniden ve üstelik toplumsal bir destekle doğması, akla pek çok soru getiriyor.
Nitekim, Avrupa’nın temelleri faşizm deneyiminin ürettiği hüsran, buna karşı alınan önlemler ve savaş karşıtı temeller üzerine kurulmuştur. Bugünkü Avrupa Birliği’nin kuruluşu, demir-çeliğin silah üretilmesinde sınırlandırılmasıyla başlamıştır. Avrupa’nın temel meselesi, AB projesinin de gösterdiği gibi, Avrupa uluslarını çatışmayacak, iç içe girecek entegre bir güç haline getirmekti.
O zaman şu söylenebilir: Fransa’da, İtalya’da, İsveç’te yaşanan bu gelişmeler Batı değerlerinin düzenleme gücünde bir kriz, bir gerileme olduğunu gösteriyor.
Kanımca bunlar, arızi halleri değil, yapısal bir ilerlemeyi, aşırı sağın sistematik yükselişini gösteriyor. Dolayısıyla İsveç’teki, İtalya’daki seçim sonuçlarını çok önemsiyorum ve önemsenmesi gerektiğini düşünüyorum. Dünyanın nereye gittiği, Avrupa’nın nereye gittiği, Avrupa’daki liberal demokrasi krizinin derinliğini ifade ediyor bunlar.
Avrupa’da ortaya çıkan bu sistemli yükseliş herhangi bir sebebin yarattığı geçici bir tablo olmaktan çok sistemik bir ilerlemeyi ve büyük bir krizi gösteriyor. Kriz elbette toplumsal düzeyde ortaya çıkıyor. Demokrasinin doğduğu ve nice aşamalar kat ettiği Avrupa kıtasında seçmenin otoriter olana tekrar prim ve değer vermesi dünyanın geleceği açısından korkutucu.
Asya’da otoriter sistemler, dünyanın dört bir yanına dağılmış popülist rejimler, Sahra altı Afrika’daki Batı değerleri ve Batı karşıtlığı içeren otoriter rejim dalgaları yan yana dizildiğinde ortaya bir zincir çıkıyor.
Bunların Türkiye’ye nasıl yansıdığı da çok önemli. Bizde de otoriter siyaset, içeride milliyetçi destek aldığı gibi dışarıdaki gelişmelerle tam uyumlu. Destek oradan da geliyor. Bu açıdan Türkiye’yi dış dinamiklerle birlikte yeniden okumak gerekiyor.