Abdullah Kıran
Başkanlık ve Kürtler (VI)
Türkiye’deki Meclisin Kürt meselesini çözebilecek bir ferasete erişmesini beklemek, Samuel Beckett’in “Godot’yu Beklerken” adlı eserindeki bekleyişe benzer. Bu bekleyiş sonu hiçbir zaman gelmeyecek olan anlamsız bir bekleyiştir. Parlamenter sistemin ve meclisin çözemeyeceği bu sorun, başkanlık sisteminde kolaylca çözüme kavuşturulabilir. Çünkü bu sistemde meselenin muhatabı bellidir ve muhatap çözmek istediğinde, ne meclis ne de başka bir güç onu engelleyebilir.
Başkanlık ve Kürtler (V)
Referandumda “hayır” diyeceğini açıklayan kimi Kürt aydınları da şu gerekçeyi ileri sürüyor: “Biz hayır diyoruz. Ancak bizim ‘hayır’ CHP’nin ‘hayır’ı ile karıştırılmasın.” Sanki onların “hayır’ı” farklı sandıklara atılacak ve ayrı sayılacak! Kürt meselesine çözüm getirmeyecek olan eski sistem ve statükoyu savunacaksın; Kemalizmin değirmenine su taşıyacaksın ve bir de tutup “benim ‘hayır’ım farklıdır” diyeceksin. Böyle komik bir gerekçe olamaz.
Başkanlık ve Kürtler (III)
Bütün HDP’lilere şu soruyu sormak istiyorum: Sizler, referandum kampanyasında “Demokratik Cumhuriyet, ortak vatan” sloganı eşliğinde “ölürüm Türkiye” şarkısını bile söyleseniz, CHP, HDP’li vekilleri icabında cezaevine göndermekten vazgeçer mi?
Anayasa referandumu ve Kürtler
Bu ülkede Kürtlerin kimliğini tanımaya yönelik en somut adımlar AK Parti iktidarlarınca atıldı. TRT Kurdî’nin 24 saat Kürtçe yayın yapması, üniversitelerde Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümlerinin açılması, henüz sembolik düzeyde de olsa Kürtçe öğretmenlerinin atanması gibi adımlar AK Parti döneminde oldu. Yine ilk defa AK Parti döneminde bu devletin Kürtlerin de devleti olduğu gerçeği ifade edildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, ömrünü Kürt halkının dâvâsına adamış olan Şerafettin Elçi’nin adını, memleketi Şırnak’taki havalimanına verdi. Kürt meselesinin demokrasi ekseninde federatif çözümünden yana olan HAKPAR ve yine Kürtlerin gerekirse ayrılma hakkının da olması gerektiğini dile getiren PAK gibi Kürt partileri bu dönemde kuruldu.
Sezar mı, Brütüs mü?
Aslında tarihteki çoğu siyasi mücadele, özü itibarıyla Sezar’lar ile Brütüs’ler arasında geçmekte. Bu hayat hikâyesinde Sezar değişimi ve yeni düzeni (imparatorluğu), Brütüs ise statükoyu (cumhuriyetin korunmasını) temsil ediyordu.
Başkanlığa değil başkana karşı olmak
Cumhurbaşkanının kritik atamalarında Meclisin onayı da aranabilirdi. Meclisin bütçe üzerindeki denetimi sembolik düzeye indirilmemeliydi. Cumhurbaşkanının partisiyle ilişkisinin sürmesi ve her iki seçimin aynı gün yapılacak olması, halkın denetim gücünü ayrıca zayıflatıyor. Ama bu teklifin Türkiye’yi bilinmez bir kaosa sürükleyeceği veya ülkeyi yönetilemez bir hale getireceği düşüncesine katılmak olanaksız.
Türkiye Irak’la yakınlaşırken Kürtleri bırakır mı?
Türkiye, aynen Fransa Cumhurbaşkanı Hollande’ın yaptığı şekilde, Bağdat ile Erbil’i eşdeğer saydı. Başbakan Yıldırım’ın Mesut Barzani ile birlikte Zerdik Dağı’nda IŞİD’e karşı savaşan pêşmerge güçlerini ziyaret etmesi, Türkiye’nin IŞİD’e yönelik mücadelede Kürt hükümetiyle aynı saflarda yer aldığının apaçık ilanıydı. Kaldı ki Türkiye, 22 Ekim 2014’te pêşmerge güçlerinin kendi sınırından geçip Kobani’de IŞİD’e karşı savaşmasına müsaade etmekle de, IŞİD karşıtı cephede Barzani yönetimiyle yanyana yer aldığını somut olarak ortaya koymuştu.
Reina saldırısı ve El Bab
Dindar herkesin dinine, inancına ve yaşam tarzına saygı duyar. Ancak meseleye dinci bir bakış açısıyla yaklaşanlar, herkese kendi yaşam tarzlarını dayatır; farklılığı asla bir zenginlik olarak kabul etmezler. Dindar hoşgörülü ve merhametlidir, dinci tahammülsüz ve dayatıcıdır. Dindarın referansı vicdanıdır, dincinin referansı ideolojisidir. Din ve ideoloji yakınlaşmasında, her zaman din kaybeder.
AK Parti’nin teklifi ve başkanlık sistemi
Önerilen sistem bir başkanlık sistemidir. Cumhurbaşkanı, yürütmenin başı oluyor. Özetle, güçlü bir başkan var. Ama tek organlı Meclis ve seçimlerin beş yılda bir yapılmasi gibi uygulamalar, denetim mekanizmalarının, fren ve dengeleri zayıf kaldığını düşündürüyor.
Büyükelçi cinayeti ve Suriye politikası
Türkiye’nin daha önce gayri meşru olarak kabul ettiği Esad rejimini iktidardan düşürmesi, artık Suriye’de öncelikli bir politika değil. Üstelik Türkiye bu politika değişikliğinde, sahadaki kimi aktörlere nazaran geç bile kaldı. Muhaliflerin Doğu Halep’i terketmesinden sonraki dönemde, Türkiye ile Suriye muhalefetinin, artık Suriye’de ayrı gündemleri olacak. Bunun en tehlikeli boyutu, kendilerini aldatılmış hissedebilecek kimi grupların bu kez Türkiye düşmanlığına girişmeleri riskidir.
Dünyada ibre başkanlıktan yana
Yarı-başkanlık sistemiyle yönetilen Fransa’da bile üniterlik idari değil teritoryal (toprak bütünlüğüne ilişkin) düzlemde ele alınmakta. Genellikle coğrafi olarak hacimli, dinsel ve etnik anlamda çoğulcu ülkelerde, başkanlık sistemini üniter devlet modeline dayalı bir zemin üzerinde inşa etmeye kalkmak, bir binayı bir gecekondu temeli üzerinde kurmaya benziyor.
El-Bab, Suriye’de Gordion düğümü
Kürt petrolü ve doğal gazının güzergâhı bellidir. Başkan Barzani’nin Türkiye ile on yıllık, hattâ elli yıllık anlaşmalar yaptığını söyleyenler var. Ben, Türkiye’nin eninde sonunda Irak Kürtleri meselesinde olduğu gibi Suriye Kürtleri meselesinde de dış politika dümenini olması gereken yöne doğru çevireceğine inanıyorum. Adalet ve Kalkınma Partisi daha önce bunu başardı. Ayrıca Donald Trump’un “Ben Kürtlerin büyük bir hayranıyım... Erdoğan’la Kürtleri bir araya getiririm” sözlerine de umutla bakıyorum.
Otoriter bir “anti- emperyalist”
Bir HDP milletvekili, 13 Ağustos 2016’da twitter hesabından Castro için “Minbiç zaferi halkımızın size 90. doğum günü hediyesi olsun” diye bir paylaşımda bulunmuştu. ABD’nin hava desteğiyle elde edilmiş bir zaferi, ancak bir “Kürt” en büyük ABD düşmanına hediye edebilirdi. Tabii aynı Castro, “büyük devrimci” diye tanımladığı Enfal ve Halepçe soykırımı sorumlusu Saddam Hüseyin’i tedavi etmek amacıyla 17 Haziran 1997’de Küba’dan özel bir sağlık ekibi de yollamıştı.
Suriye’de üçüncü bir yol mümkün mü?
Suriye’deki Kürt toprakları, Misak-ı Milli bağlamında ele alındığında, Kürt ve Türk topraklarıdır. Türkiye buradaki bir Kürt yapılanmasını desteklediğinde, “Kürt meşruiyeti” üzerinden Suriye’de hem masada hem sahada en güçlü aktör olur. Elbette Amerika faktörünü de gözardı edemeyiz. Rusya her yönüyle Alevistan’a yerleşip Akdeniz’e indiğinde, ABD Rusya’yı dengeleyici “dost” bir ülkeye ihtiyaç duyacaktır. Dünyanın birinci hegemonik gücü Amerika, Ortadoğu’daki enerji güzergâhlarını Rusya’ya devredip bölgeden çekilemez.
Türkiye’nin yeri Avrasya bloku mu?
Acaba Rusya, İran’ın Şii Hilali vizyonunda hareketle Ortadoğu’daki enerji güzergâhlarını neredeyse tamamen denetim altına alıp Akdeniz’e de sıkı sıkıya yerleşirse, Türkiye için daha mı iyi bir stratejik ortak olacak? Şu “sıcak denizler” özlemi yeni değil. Rus Çarlığının dış politikasının köşe taşıydı. Osmanlı devleti sadece 19. yüzyılda Rusya ile dört büyük savaş yaptı (ve bütün bu savaşlarda, Kürtler Osmanlının öncü gücü rolünü oynadı). Bu yüzden Rusların “Kürt nefreti” derin. Buna karşılık Sovyet Devriminin ilk birkaç yılı hariç “Türk sevgileri”ne yönelik pek bir şey gelmiyor aklıma. Osmanlı devletinin sonunu Batı değil Rusya getirdi; o dört savaş yedi bitirdi Osmanlıyı.
Musul operasyonu ve İran yayılmacılığı
IŞİD’in Musul’dan ve Irak topraklarından atılmasından sonra, İran bir süredir etkisine aldığı kimi Kürt örgütleri eliyle Irak Kürdistanı’nda karışıklıklar çıkartıp, Haşd el Şaab milisleriyle Kerkük’e müdahale etmeye kalkışabilir. Bağdat ve Şam’dan sonra Musul da kendi denetimine geçerse, Şii Hilali hemen hemen tamamlanacaktır. Ancak Irak Kürdistanı’nın bağımsız bir devlet olarak ortaya çıkışı, İran yayılmacılığı önünde önemli bir tampon oluşturabilir. Şüphesiz bu noktada Türkiye’nin tutumu kritik rol oynayacaktır.
Darbe sonrası gidişat
Hükümetin darbe sonrasında attığı adımları dikkate aldığımızda, olumlu ve gerekli diyebileceğimiz önemli işleri var; ancak gözden kaçmaması gereken, hattâ bariz hatâ diye tanımlayabileceğimiz uygulamalar da mevcut. Türkü ve Kürdüyle Türkiye toplumu, iktidara darbecileri cezalandırma ve birilerinin artık bu ülkede asla darbeye kalkışamayacağı hukuki ve siyasi ortamı hazırlama yetkisi verdi. Umarım iktidar bu krediyi doğru yerde ve doğru biçimde kullanır.
Suriye politikasında eksen kayması mı?
Acaba Türkiye, Suriye konusunda Rusya ve İran ile anlaşacağına, ABD ve Kürtler ile anlaşsa daha iyi olmaz mıydı? Çünkü ABD, Rusya ve İran’ın güdümündeki bir Alevistanı, ancak Kürdistan ile dengeleyebilir; İran’ın mezhepçi yayılmacılığını da bir Sünnistan ile kontrol altına alabilir.
Darbe ve Türkiye’nin önündeki iki yol
Bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kürt meselesini çözme anlamında sahip olduğu güç, meşruiyet ve toplumsal destek, Mustafa Kemal’in şapka devrimi veya dil devrimi sırasında sahip olduğu meşruiyet ve toplumsal uzlaşıdan az değildir.
Darbe ve Kürtler
Özellikle dış basında, ordunun yönetime el koymasının “Türkiye’deki laikliğin, Batı tarzı yaşamın güvencesi” olabileceğine dair yazılar okuduk. Kimse 1980’in Kürt realitesinden; ne Diyarbakır cezaevi gerçeğinden, ne de bir halkın dilinin kökten yasaklanmasından söz etmedi. PKK’nin ise 15 Temmuz darbesi sonrasında yapabileceği çok önemli bir şey vardı: Türkiye toplumunun ağır bir darbe kazası yaşadığı bir ortamda, derhal silâhları susturmak ve demokrasi güçlerine şans tanımak.
İç savaşa ramak kala
İç savaşlar, dış düşmanla yapılan savaşlara benzemez. Dünyanın en kör, en zalim, en kanlı savaşlarıdır. Eğer darbeciler Türkiye’yi bir iç savaşın içine sokmayı başarsalardı, Suriye’de son beş-altı yıldır yaşananların en az iki misli sadece birkaç ay zarfında Türkiye’de yaşanırdı. Karşı karşıya olduğumuz tehlikenin nasıl gayri insani ve vahşi bir belâ olduğunu idrak edelim.
Dikkat, darbe bitmedi
Darbe girişiminden almamız gereken en elzem ders, Türkiye toplumunun darbe ve darbecilere asla prim vermeyecek şekilde demokrasiye bağlı olduğunu kanıtlamasıdır. Bu ders Kürt hareketi açısından da önemli bir mesaj içermekte: Türkiye toplumunun bütün sorunlarını demokratik düzlemde çözebilme olgunluğuna ulaştığını gösteriyor.
Bir Solon yasası
Solon’a göre, bir kargaşalık, çatışma veya iç savaş ânında, şehrin yüzyüze geldiği tehlike karşısında tarafsız kalarak silâha sarılmayanların vatandaşlık hakları ellerinden alınmalıydı. Bu yasanın ardında, siyasî ilgisizlik ve aldırmazlık, bananecilik düzeylerinin yüksek boyutlara ulaşmasından duyulan endişe yatmaktaydı.
Sur ve Cizre’yi “Barzani yıkmış”!
Barzani’nin bir HDP heyetiyle 15 Aralık 2015’te Ankara’da yaptığı toplantıdan şunu öğreniyoruz: Türkiye Cumhuriyeti ve AK Parti iktidarı, çocuklar ölmesin ve kan dökülmesin diye, Başkan Barzani’nin ricası üzerine operasyonları ertelemiş. Bu durumda “PKK müdahale etmese de devlet yine savaş çıkartacak ve bu şehirleri yıkacaktı” görüşünün doğru olmadığı anlaşılıyor. Ayrıca hendek kazılmayan ve barikat oluşturulmayan yerlere müdahale edilmemiş olması da bu tezi destekliyor.
‘Ver başkanlığı, al özerkliği’ meselesi
Tutun ki AK Parti ile HDP arasında böyle açık veya örtük bir siyasi uzlaşma olmuş olsun. Kanımca bunun da yadırganacak bir tarafı olmazdı. Özetle, şiddet ve savaşı dışarıda bırakacak her türlü siyasi uzlaşma veya ittifak, son bir yılda yaşadıklarımızdan daha hayırlı olurdu.
‘Gandhi Kemal’ ve dokunulmazlıklar
Dokunulmazlıkları, PKK’nin şiddet tuzağına düşmesi ve hatâsını ısralarla devam ettirmesi kaldırttı desek, abartılı olmaz. Savaş ve şiddetin demokratik siyasetin canına okuyacağını, sivil ve meşru siyasete yaşam alanı bırakmayacağını hepimiz biliyorduk. Sırf bu nedenle, yaklaşık bir yıldır bu köşede endişelerimizi dile getirdik.
Selahattin Demirtaş’ın tarihî hatâsı
7 Haziran 2015’ten sonra Demirtaş ve ekibinin danışacağı vasat bir Kürt aklı, doğru olanı, yapılması gerekeni söylerdi. Biraz tarih bilgisi olup biraz da dünyadaki benzer sorunların gelişim seyrinden haberdar olanlar, Kürtlere “aman ha, aman ha, sakın ola ki şiddet tuzağına düşmeyin” derdi.
Ne mahkemelerimiz vardı – 2
Ali Fuat Cebesoy’a göre İzmir Suikastı gerçekten vardı ve hattâ Mustafa Kemal olaydan önceden haberdardı. Nitekim onu öyle bir sahneye koydu ki, Mecliste, memlekette, hem bir terörü, hem de aman Atatürk’ü muhafaza edelim, ne söylerse yapalım fikrini hazırladı.
Ne mahkemelerimiz vardı – 1
Meclis’teki İkinci Grup gidişatın “hâkimiyet-i millîye” açısından sorun olduğu ve otoriterliğe doğru kaydığını düşünmekteydi. 14 Ocak 1922’de Hüseyin Avni Ulaş İstiklâl Mahkemelerine tanınan geniş yetkileri şöyle eleştirdi: “Bir zaman oldu ki hükümet bütün icraatı İstiklal Mahkemelerine verir bir şekilde bize bir kanun kabul ettirdi. Artık İstiklal Mahkemelerinin el uzatmadığı, el koymadığı şey kalmadı.” İkinci Grup üyelerinden Sinop mebusu Hakkı Hamdi Ulukan da olup bitenlerden rahatsızdı. Meclis’te yaptığı konuşmasında, “Kendisini Meclisi ali'nin fevkinde görenler Meclisin vücudunu inkâr etmiş olurlar” dedi.
ABD, İran ve Suudi denklemi
Ali al-Naimi’nin 2014’te sırf pazar payını koruma adına petrol üretimini düşürmeme kararı, bugünkü Suudi yönetimi tarafından doğru görülmüyor. Ali al-Naimi bu radikal kararını İran ve Rusya’nın global petrol pazarındaki payları ve etkilerini sınırlamak adına almış; petrol fiyatlarının baş aşağı düşmesine yol açarak, kendi ülkesinin petrol satışına dayalı ekonomisine de büyük zarar vermişti.