Ana SayfaYazarlarEl-Bab, Suriye’de Gordion düğümü

El-Bab, Suriye’de Gordion düğümü

 

2012 yılında, yani Suriye krizi patlak verdikten yaklaşık bir yıl sonra, Halep kentinin yarısı Esad karşıtı muhalefetin eline geçti.  Eğer önce İran ve ardından da 2015 yılında Rusya, Esad lehine Suriye paylaşım savaşına katılmamış olsalardı, hiç kuşkusuz Esat rejiminin bu kadar uzun süre dayanması mümkün olamazdı.

 

Kanımca Esad ve destekçileri, önce Şam’ı Alevistan’ın savunma hattı olarak belirledi ve Şam kentini elde tutmaya çalıştı; ancak Şam’da tutunmak mümkün olmasaydı Lazkiye merkezli Alevistan’ın doğal sınırlarına çekilecek ve burada ölümüne bir direniş sergileyeceklerdi.  Sanırım “akıllı” bir Sünni muhalefet de, ya hep ya hiç mantığıyla Alevistan’ı ortadan kaldırma siyaseti gütmezdi.  Böylece Suriye, üçayaklı gevşek bir federalizm ile bir süre yoluna devam eder; sonra Kürtler resmî değilse bile fiili olarak Türkiye ve Irak Kürdistan’ı ile birleşirken, Sünni Araplar da, Irak’taki Sünni Araplarla bir kader birliğine gidebilir ve ülkede bu kadar da kan dökülmezdi.

 

Her müdahale Suriye krizini daha da derinleştirdi

 

Ancak olaylar farklı bir şekilde gelişti. Suriye denklemi, çok bilinmeyenli bir denklemden ziyade, çok sayıda farklı siyasi aktörün müdahil olduğu bir satranç oyununa dönüştü.  Üstelik Suriye, artık sadece yerel aktörlerin kendi aralarında top oynayıp paslaştıkları bir oyun değil, dünyanın global ve hegemonik güçlerinin de bizzat taraf olduğu bir çekişme alanı. Çünkü Suriye’deki güç dengesinin değişimi, Soğuk Savaş döneminin iki hegemonik gücünün çıkarlarını, lehte veya aleyhte değiştirme potansiyeline sahip. Neredeyse İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana, Ortadoğu’daki enerji güvenliği ve enerji nakil hatlarının belirlenmesinde ABD belirleyici bir konuma sahipti.  Bugün Rusya, İran’ı da arkasına alarak ABD’nin bu avantajlı konumuna ya son vermek veya en azından ortak olmak istemekte. Kabul etmek gerekir ki Rusya bu amaca ulaşmak açısından uzunca bir yol kat etmiş bulunuyor.   

 

İki temel aktörün bölge üzerindeki politikalarının hayat bulmasında, onlarla ittifak halindeki yerel unsurların büyük bir önemi var. Rusya’nın, Suriye paylaşım savaşında İran ve Alevistan ile ortak hareket ettiği aşikâr. Ben bu üçlü bloka daha yıllar öncesinde Asya bloku demiştim. Tabii bu blokun karşısında, yine benim Batı bloku olarak tanımladığım,  ABD, Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’dan oluşan bir yapı bulunmaktaydı. 

 

Ancak ABD’nin öncülük ettiği Batı bloku, Türkiye’de barış sürecinin akamete uğramasıyla kendi içinde ciddi sorunlar yaşadı. PKK, Kürt hareketinin sivil siyaset zemininde büyük fedakârlıklarla elde etmiş olduğu tüm kazanımlarını hendek ve çukurlara gömme politikasıyla heder etme kararı aldığında, Türkiye de daha düne kadar Ankara’da muhatap aldığı PYD’yi terör örgütleri listesine aldı ve Suriye politikasında ABD’den ayrı bir kulvara geçti.  Çünkü Türkiye, ABD’nin de PYD’yi bir terör örgütü olarak görmesini, dolayısıyla IŞİD’e yönelik mücadelesinde kendisi ve ÖSO ile hareket etmesini istiyordu. Ancak ABD, IŞİD ile mücadelede en etkin güç olarak kabul ettiği PYD’den vazgeçmek istemedi.  Batı bloku kendi içinde bu sorunları yaşarken, Asya bloku Suriye paylaşım savaşında gün geçtikçe daha çok mevzi elde etmeye başladı.

 

Fırat Kalkanı, Asya blokunu güçlendirdi

 

Özellikle son günlerde Rusya, İran ve Suriye blokunun Halep kentine yönelik ağır bombardıman ve saldırılarının iki temel nedeni bulunmakta: (1) Halep’i müstakbel Alevistan devletinin savunma hattı olarak sağlama almak; (2) Fırat Kalkanı operasyonunun, Alevistan’ı tehdit edecek bir yapılanmaya doğru genişlemesinin önüne geçmek. Zira Türkiye, Fırat Kalkanı operasyonu ile El-Bab’ı aşıp Halep’te Asya bloku ile bir savaş içinde olan muhalif unsurlarla bir temas sağlayabilmiş olsaydı, o zaman savaşın seyrini değiştirebilirdi. Tabii bu “seyir değişikliği” Türkiye’yi Suriye ile, hattâ destekçileri konumundaki İran ve Rusya ile de sıcak bir savaşın içine sokabilirdi. Türkiye Suriye’de bulunduğu müddetçe bu risk mevcudiyetini koruyacak.  Şüphesiz bu hesabı her taraf kendince yapmıştır. İşte bu risk, Türkiye’nin El-Bab önlerinde biraz daha derin düşünerek daha temkinli hareket etmesini sağlamış olabilir.

 

Ancak bir bütün olarak Fırat Kalkanı operasyonuna baktığımızda, IŞİD’in Cerablus bölgesinden çıkartılmış olması, dolaylı olarak Rusya’nın da işine geldi diyebiliriz. Halep’in tamamı muhaliflerin elinden çıktığında ve Suriye Halep’te yeniden denetimi sağladığında, yarın kendisini tehdit edecek güçlü bir Sünni devletin ortaya çıkmasını engellemek adına El-Bab’ı da almaya çalışacak. Tabii Suriye El-Bab’ı almaya kalkıştığında, Türkiye Suriye’ye neden orayı alıyorsun demez. Hattâ Suriye, Sünni fay hattının zararını daha da azaltmak ve biraz da Türkiye’yi kışkırtmak adına, Afrin ve Kobani kantonlarının birleşmesi bağlamında PYD’nin El-Bab’ı almasına bile göz yumabilir. Çünkü Alevistan’ın kaderini Kürtlerin Suriye’deki statüsü belirleyecek.

 

ABD-Rusya çekişmesi enerji odaklı olacak

 

ABD, Suriye paylaşım savaşında bbundan sonraki politikasını, öncelikle Ortadoğu’daki fosil enerji kaynakları ve bu enerji kaynaklarının nakil güzergâhları üzerindeki kontrolünü esas alarak şekillendirecek. İşte Rusya ve ABD’nin bölgedeki çekişmesi de bu minvalde gerçekleşecek. Türkiye, PKK’nin basiretsizliği yüzünden Suriye politikasında neredeyse tüm dikkatini PYD’ye çevirdi. Ancak Rusya’nın bölgede konuşlanmasının bir amacının da ileride Suudi Arabistan, Katar ve diğer Körfez ülkelerinden Türkiye’ye petrol ve doğalgaz akışını engellemek olduğu gözardı edildi. Unutmayalım ki Türkiye halen doğalgaz meselesinde Rusya’ya bağımlı bir durumda. Çünkü Türkiye ihtiyaç duyduğu doğalgazın yüzde 55’ini Rusya’dan temin etmekte.

 

Elbette Suriye denkleminde ABD’nin tutumu da son derece önemli. Yeni başkan Donald Trump’un bölgedeki politikalarına yönelik ipuçları yavaş yavaş biçimlenmeye başladı.  Hürriyet gazetesinden Cansu Çamlıbel’in 5 Aralık 2016’da Trump’ın ekibinde yer alan Mary Beth Long ile yaptığı röportajda, ABD’nin Suriye denkleminde Kürtleri “tampon bir güç” olarak gördüğü ve yeni başkanın Suriyeli Kürtlerin özerkliğine karşı olmadığı dile getiriliyor.  Long, ABD’nin Iraklı Kürtlerle ilişkisinin farklı bir boyutta olduğunu dile getirdikten sonra röportaj şu şekilde devam ediyor:

 

Cansu Çamlıbel: “Iraklı Kürtlere farklı, Suriyeli Kürtlere farklı davranılabilir” dediğiniz yaklaşımı biraz açar mısınız?

 

Mary Beth Long: Bakın! Erdoğan’ı endişelendiren asıl meselenin Suriyeli Kürtler olduğunu biliyoruz. Belki yaklaşımda nüanslar olabilir ama ABD’nin IŞİD’le mücadelede ne Irak’taki ne de Suriye’deki Kürtlerden feragat edebileceğini sanmıyorum. ABD’nin Kürtlerin temsil ettiği tampon bölgeden vazgeçebileceğini sanmıyorum. Kürtler muhtemel kriz sonrası Suriye’de (ya da adına ne derseniz deyin), Rusya-İran-Esad ortaklığındaki düşman yapıyla arada tampon olacaktır. Ben ABD’nin bu tamponu kaybetmek isteyebileceğini sanmıyorum. Bu, bence Erdoğan’ın da değerlendirmesi gereken bir konu… Sonuçta bahsettiğimiz bu yapılar Türkiye ile sınır olacak. Erdoğan, Rusya-İran-Esad ortaklığındaki yapıyla arasında bir tampon olmasını ister mi, ya da bu nasıl bir tampon olmalı? Kürtler bu tampon bölgenin içinde olmalı mı? Türkiye’nin Irak sınırı da benzer bir belirsizlikle karşı karşıya. Kürt bölgesi bağımsızlığını ilan etsin ya da şu anki haliyle kalsın, aşağıdaki Şii İran destekli kukla devletle Türkiye arasında bir tampon olacak… (http://www.hurriyet.com.tr/trumpin-ekibindeki-kritik-isimden-mesajlar-kurtler-abd-icin-tampon-guc-40296760).

 

Mary Beth Long’un “Rusya-İran-Esad ortaklığındaki düşman yapı” ve “aşağıdaki Şii İran destekli kukla devlet” sözlerine ayrıca dikkat etmenizi istirham ediyorum. Söz konusu “kukla devlet”in Rusya ve İran güdümündeki  “Alevistan” olduğunu (olacağını) unutmayalım. Peki, aşağıda “Şii İran destekli kukla devlet” yer alıyorsa, yukarıda hangi devletler var? Bunların kimler olduğu Serbestiyet’teki yazılarımızda mevcut.

 

Son olarak şunu belirtmek durumundayım: Türkiye’nin asla tedirgin olmasına gerek yok, çünkü Türklerin ve Kürtlerin kaderleri ortak, yurt ve toprakları bin yıldır müşterek.  Tahterevallinin bir ucuna Irak ve Suriye Kürtlerini, öbür ucuna da Türkiye’nin batısındaki Kürtleri koyduğunuzda, tam olarak birbirlerini dengeleyecek bir nüfus oranı göreceksiniz. Arap petrolü nereye akar bilemiyorum; ancak Kürt petrolü ve doğal gazının güzergâhı bellidir. Başkan Barzani’nin Türkiye ile on yıllık, hattâ elli yıllık anlaşmalar yaptığını söyleyenler var. Ben, Türkiye’nin eninde sonunda Irak Kürtleri meselesinde olduğu gibi Suriye Kürtleri meselesinde de dış politika dümenini olması gereken yöne doğru çevireceğine inanıyorum. İttihat ve Terakki’nin devamı niteliğindeki partilerden bir umudum yok; ancak Adalet ve Kalkınma Partisi daha önce bunu başardı.  Ayrıca Donald Trump’un “Ben Kürtlerin büyük bir hayranıyım… Erdoğan'la Kürtleri bir araya getiririm” sözlerine de umutla bakıyorum.

 

 

- Advertisment -