Akın Özçer

A Haber’in Venezuela analizi

Venezuela ile Türkiye ve özellikle iktidarları arasında paralellik kurmanın büyük bir sakıncası var aslında. O da Maduro ile Erdoğan arasında diktatörlük üzerinden paralellik kurma çabası içindeki Batı medyasının ekmeğine yağ sürmek. Bu paralelliği kurma çabasının bilebildiğim kadarıyla en azından beş yıllık bir geçmişi var. O bakımdan asıl yapılması gereken, Maduro yönetiminin tüm anti-demokratik uygulamalarını gerekçeleriyle birlikte eleştirmek olmalı, söz konusu haber analizdeki gibi rejimin bir anlamda güzellemesini yapmak değil.

Maduro ve Latin Amerika Solu’nun hastalığı

Castrizm ’in kıtadaki uzantısı haline gelen Madurizm’in kendi geçmişinden, dolayısıyla Chávez’in mirasından kopmakta olması pek şaşırtıcı değil. Ama bu kopuş, belki Kuba hariç Latin Amerika ülkelerinin tümünde olduğu gibi, Venezuela’da da Sol’un iktidar veya iktidarda kalma şansını giderek zayıflatıyor.

Chavist rejim bindiği dalı mı kesiyor?

Washington’un diğer Latin Amerika ülkelerine yaptığı gibi, Venezuela’ya da siyasi müdahalede bulunmasını eleştirirken, Başkan Maduro ve Chavist rejiminin yukarıda özetlediğim anti-demokratik girişimlerine de destek vermekten kaçınmak gerekiyor. Çünkü Chavist rejimin yaptıkları da tıpkı ABD’nin siyasi müdahaleleri gibi, milli iradeyi devre dışı bırakmaktan başka bir şey değil.

21. yüzyıl Monroizm’i

Pompeo’nun son açıklamaları, Washington’un askeri olsun, beyaz eldivenli olsun, arkasında olduğu Latin Amerika’daki darbelerle ilgili “inkâr” politikasını ihlâl etmiş bulunuyor. İstifası konuşulan Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’un veya başka bir siyasinin henüz bu açıklamaları yumuşatmaya gerek görmediğine bakılırsa, Monroe Doktrini’nin yeni sürümünün bir özelliği de, Big Stick’te olduğu gibi, karşı tarafın Amerikan çıkarlarını gözetmediğinde bu tür siyasi müdahalelerle karşılaşacağını bilmesini sağlamak olabilir.

BK Katalan bağımsızlıkçıları destekliyor mu?

Londra’nın sorunu çözümsüz hale getirerek statükonun devamını sağladığı Cebelitarık’ta işler Brexit’le sarpa sarıyor. Kaya halkının referandumda yüzde 96 oranında AB’den çıkılmasına “hayır” demesi bir yana, Brüksel’in hazırladığı Brexit yol haritasında, 27’lerle BK arasındaki her anlaşmanın Cebelitarık’a da uygulanması konusunda İspanya’ya söz (veto) hakkı tanıması Londra’yı çılgına çeviriyor.

Katalanlar referandumu neden yineliyor?

Bağımsızlık yanlılarının yasa dışı referandumu yineleme arzusu referandum sonuçlarının lehte olacağına inançlarından kaynaklanıyor gibi gözüküyor belki ama yukarıda belirttiğim gibi İspanya’da bu konuda Londra ile Edinburgh arasındaki gibi bir uzlaşma yok. Anketlerdeki oranlar bu nedenle çok da önemli değil. Katalan bağımsızlıkçıların asıl çabası, uluslararası arenada sözü geçen büyük ülkelerin desteğini sağlamak.

Dezenformasyon boşuna mı?

Aslında Batı medyasının inatla bu dezenformasyonu sürdürmesi taraftar bulmak bir yana Türkiye’de daha çok tepki yaratıyor. Darbenin arkasında sadece bazı istihbarat örgütlerinin bulunduğuna, bu örgütlerin NATO ile ilişkisi olduğuna, hatta Batı medyasının bu istihbarat örgütleriyle eşgüdüm içinde çalıştığına ilişkin kuşkulara haklılık kazandırıyor. Bütün bunlar, Türkiye’de özelde Amerikan, genelde Batı karşıtlığını bir daha kolaylıkla giderilemeyecek ölçüde körüklüyor.

Çocuklar Brezilya’da başardı

Brezilya ekonomisi ülkede bugün yaşanan siyasi belirsizlik ve kaos nedeniyle üç sıra birden gerileyerek 9. sıraya düşmüş bulunuyor. Görünen o ki ABD’nin başını çektiği Batı’nın istihbarat örgütleri, 15 Temmuz’da Türkiye’de kaybetmiş olsalar da kaos planları beyaz eldivenli Meclis darbesiyle Brezilya’da amacına şimdiden varmış durumda. Lula da Silva’nın mahkûmiyet kararı onanırsa, Latin Amerika’nın bu dev ülkesi 5 yıl daha uluslararası satranç tahtasında sözü geçen küresel bir güç olamayacak.

Demokratların 15 Temmuz bölünmesi

Bir yanda, askeri bir darbeye maruz kalan bir Cumhurbaşkanı ve iktidarını deviremediği için yargılananların temel hak ve özgürlüklerini savunmayı demokratik görev addedenler. Öte yanda, arkasında geçmişte olduğu gibi başta CIA olmak üzere bazı Batı Avrupa istihbarat örgütlerinin bulunduğu demokrasinin özüne aykırı bu darbeyi lanetleyen demokratlar. Paris’te profesör bir lise arkadaşımın dediği gibi Fransa (ve belki de tüm Batı) artık “post-demokrasi” dönemine mi geçti bilmiyorum ama demokratlar arasındaki bölünme bu kadar keskin ne yazık ki.

Fransa ‘zehirli hap’la normalleşecek

Fransa'da sonbaharda yürürlüğe girmesi beklenen terörle mücadele yasası, uygulanmakta olan Olağanüstü Hal'in 'istisnai' niteliğini normal,geçici karakterini de 'daimi' hale getirecek.

15 Temmuz’la değişen şeyler (3)

15 Temmuz’dan bu yana geçen bir yıl içinde tanık olduğumuz birçok şey, yakın tarihimizi yeniden gözden geçirerek nerelerde hatalar yapılmış olduğunu değerlendirme ihtiyacımızı da açıkça ortaya koyuyor. Bunu yaparken NATO’ya üye olduğumuz tarihe, hatta İkinci Dünya savaşı yıllarına, belki de daha öncesine kadar gitmek gerekebilir.

15 Temmuz’la değişen şeyler (2)

Öyle umuyorum ki mottosu 12 Eylül’deki gibi “Atatürkçülük” değil, ne kadar içi boş bir kavram olarak sunulsa da bu defa “demokrasi” olan 15 Temmuz’la değişen şeylerden biri, hatta en önemlisi sokaktaki insanın bu gerçeğin ışığında bilinçlenmeye başlaması.

15 Temmuz’la değişen şeyler (1)

15 Temmuz darbe girişimi, 12 Eylül gibi gerçekleşseydi, Batılı dostlarımız bir yandan askeri darbeden duydukları kaygıları, öte yandan da demokrasinin kısa sürede yeniden tesis edileceği hususunda darbeci askerlere olan inançlarını dile getireceklerdi. Batı medyası ve özellikle demokrat geçinen saygın gazeteleri de darbeye karşı Erdoğan değil, darbe karşıtlığı üzerinden yazıp çizme fırsatını bulacak, bu yayınlar da haliyle Türkiye’deki demokratlar tarafından alkışlanacaktı.

Emmanuel Le Grand ya da yeni Güneş Kral

Fransa’da kendisini “Kralcı” (royaliste) olarak tanımlayan küçük bir azınlık bugün hâlâ var. Bunlardan Lyon’da bir Afrika ülkesinin Fahri Konsolosu olan bir iş adamının bu konudaki görüşünü öğrenme fırsatını bulmuştum. Neden böyle düşündüğünü sorduğumda, Krallık ’ta bir tek Kral ve ailesinin devleti yönettiğini, saraylar ve şatolarda oturduğunu, Cumhuriyet’te ise birçok kral ve adayının ortaya çıktığını, her seçim dönemi değişen yakın çevreleriyle birlikte ülkenin zenginliklerine el konulduğunu söylemişti. Şimdi yeni Kral Macron’la ülkede yeni ve güzel şeyler mi olacak, yoksa Kralcıların dediği gibi eski alışkanlıklar yeni isimlerle devam mı edecek?

Macron otoritarizme mi kayıyor?

Aslında Fransız demokrasisinin cilasının iyice kazınması ve altında yatan otoritarizmin afişe edilmesi, öncelikle gerçek demokrasinin yalanlarla doğruların çarpıtıldığı ya da yanlışların cilalandığı çoklu standartlara dayanmayan bir ilkeler bütünü olduğunu vurgulamak açısından önem taşıyor.

Fransız usulü demokrasi

Katılımın yüzde 42,6 oranında kaldığı son genel seçimlerin ikinci turunda kullanılan oyların yüzde 49,2, kayıtlı seçmenin 21.3’ünün desteğini alabilen bir siyasi partinin Meclis’te 577 sandalyeden 350’sini (yüzde 60 +) almasını sağlayan bir sistemin temsili niteliğinden söz edilebilir mi? Aynı şekilde kayıtlı seçmenin yüzde 8,8’inin oyunu alan bir başka partinin Meclis’te sadece 8 milletvekilliği kazanmasına yol açan bir sistemin adil olduğu söylenebilir mi?

Fransız seçmenin sandık grevi

Macron programını uygulamak için yeterli Meclis çoğunluğuna sahip kuşkusuz ama anketler İş Yasası konusunda çoğunluğun Mélenchon’un belirttiği gibi karşısında olduğunu gösteriyor. Halkın yüzde 61’inin desteklemediği yeni İş Yasası’nın kısa zaman içinde tamamlanmasının önünde yasal engel olmayabilir elbette ama sokakta ciddi bir direnişle karşılaşma olasılığı son derece yüksek görünüyor.

Fransa’da nisbi temsil tartışması

Fransa'da seçim sisteminin çarpıklığı sadece kaybedenlerin değil kazananların da gündeminde. Konu sadece son dönemde değil, bundan önce de gündeme gelmişti. 2007’de Sarkozy, 2012’de Hollande benzeri vaatlerde bulunmuş ama bir türlü sistem değişikliğini gerçekleştirmeyi başaramamışlardı. Macron vaadini tutabilir mi büyük bir soru işareti.

Çok yüksek düzeyde saçmalık

Kabul etmek gerekir ki Amerikan siyasi, ekonomik, askeri üstünlüğüne dayanan İkinci Dünya Savaşı ertesinde kurulmuş dünya düzeni ya da “Pax Americana” Soğuk Savaş’ın sonuyla birlikte miadını çoktan doldurmuş bulunuyor. Suni teneffüsle yaşatılmaya çalışılmasının dünya barışına, demokrasi ve insan haklarının yaygınlaşmasına artık yararlı olmadığı ortada.

Tahran’ı Riyad ve Washington mu vuruyor?

Donald Trump, seçim kampanyası sırasında, Daesh’in Obama döneminde siyasi rakibi Bayan Clinton tarafından CIA’ye kurdurulduğuna ilişkin bir iddiada bulunmuş ama arkasında pek fazla duramamıştı. Başkan seçildikten sonra da bu iddiayı hiç dile getirmedi. Ne kadar doğru bilmek mümkün değil ama Daesh’in ABD’nin “radikal İslamcı terörle mücadele” politikası uyarınca İslam coğrafyasında herhangi bir bölgeye müdahale etmesini sağlayan bir araç işlevi gördüğü açık.

Terör Brexit’i mi vuruyor?

Terör saldırılarının özellikle erken seçim kararı ardından geçen 40 gün gibi oldukça kısa bir süre içinde yoğunlaşması genelde Birleşik Krallık’ı ama özelde de Brexit’in savunucusu May hükümetini hedef aldığı izlenimi veriyor. Terörle Brexit arasında doğrudan bağlantı kurmak ne kadar tutarlı tartışılır elbette ama terör tehdidinin sonuç itibariyle May hükümeti ve MP’nin yukarıda sıralanan nedenlerle zayıflamasına katkıda bulunduğu aşikâr.

Fransa için üç senaryo ve yepyeni bir siyasi tablo

Fransa’da yepyeni bir siyasi tablo şekilleniyor. Bu tabloda Sağ ve Sol’u ile birleşmiş büyük bir merkezi güç (LREM) yer alıyor. Merkezin dışındaki ilk halkada bu gücün erittiği ılımlı bir Sol (PS) ile şimdilik tümden eritemediği ılımlı bir Sağ (LR), ikinci halkada ise aşırı Sağ (FN) ve Sol (FI) uçlar bulunuyor. 18 Haziran’da önümüzde kuşkusuz böyle bir siyasi tablo olacak.

Pierini Türkiye’yi ne kadar anlıyor?

Cumhurbaşkanı Erdoğan Brüksel temaslarından sonra, “AB’ye üyelik sürecine yeni ve pozitif bir ivme kazandırılması hususunda olumlu bir görüşme yaptıklarını ve AB tarafından 12 aylık bir takvim aldıklarını” belirtti ama Pierini sürecin artık inandırıcı bir diplomatik stratejiye dayanmadığı görüşünde. Bu görüşe, Pierini ’den farklı bir gerekçeyle katılıyorum. Öncelikle Almanya başta olmak üzere AB tarafının 15 Temmuz’a kalkışan darbecilerle varmış görünen göbek bağını kesmesi gerektiğini düşünüyorum.

Terörizm ve İslamizm

Bugün klasik anlamda dünya savaşı yaşamıyoruz belki ama nerede olursak olalım herkesi her an savaşın içine çekebilecek, ölümle burun buruna getirebilecek yeni kuşak terör tehdidiyle karşı karşıyız. Siyasetçilerin söylemlerine bakılacak olursa, bu tüm ülkelerin karşı olduğu ve mücadele etmek için güçlerini bir araya getirdiği bir tehdit ama yıllardan beri alt edilemiyor.

Darbenin ardından Brezilya

Dilma Rousseff’in, başından beri dikkat çektiğim gibi, yolsuzluklarla mücadele kisvesi altında, yolsuzluklara bulaşmış olan siyasetçilerin darbesiyle iktidardan uzaklaştırılmış olduğunu gösteriyor. Bundan çok daha vahimi, darbenin sadece Rousseff’i değil, Brezilya’nın ulusal çıkarlarını ve halkının huzur ve refahını hedef almış olması kuşkusuz.

Macron için Meclis çoğunluğu hükümeti

Macron’un tabanda “Büyük Koalisyon” oluşturma girişiminin şimdilik iyi yolda olduğu görünüyor. Edouard Philippe’in Başbakan atanmasının seçmen desteğini arttırdığı, kabinesinde Bruno Le Maire ve Gérald Darmanin gibi Cumhuriyetçi kanadın iki isminin iki önemli bakanlıkta görev yapacak olmasının bu desteği daha da arttıracağı anlaşılıyor.

Fransa’yı kim yeniden dizayn ediyor?

Macron AB yanlısı bir politikacı olduğuna göre, onu iktidara taşıyan siyaset mühendisliği kokan gelişmelerin AB’nin dağılması değil, güçlendirilmesi yönünde olduğu açık. O zaman yukarıdakilere ilave olarak şu soru da akla geliyor: “birileri AB’nin dağılmasını istiyorsa, başka birileri de bunu engellemeye ve AB’yi güçlendirmeye mi çalışıyor.? Bu soruya olumlu yanıt verilirse, ortada birbiriyle bütünüyle demokratik olmayan yollardan mücadele eden iki karşıt gücün olduğunu kabul etmek gerekir.

Macron’un yol açtığı siyasi deprem

Fransa’da aşırı Sağcı bir siyasi partinin iki turlu Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kazanma şansı yok. Adaylardan biri aşırı Sağcı olduğunda, 7 Mayıs’ta bir kez daha görüldüğü gibi, seçmen programını benimsemese bile karşısında yer alan aday etrafında birleşiyor. O bakımdan Marine Le Pen’in aldığı yüzde 33,9 oranındaki oy, beklenenin altında kalsa da aşırı Sağcı bir partinin ulaşabileceği üst sınırdan çok da uzak değil.

Macron hangi Meclis çoğunluğuna dayanacak?

EM hareketinin Meclis’te salt çoğunluğa ulaşmama olasılığı var. Le Pen’in aldığı 10,6 milyon oy bir tarafa bırakılırsa, sandığa gitmeyen veya çekimser oy kullanan 15 milyon seçmenin çoğunluğunu Jean Luc Mélenchon’un radikal Sol’daki Asi Fransa (La France Insoumise) hareketinin seçmeni oluşturuyor. Dolayısıyla Pazar gecesi ortaya çıkan tablo ikiye değil, üçe bölünmüş bir Fransa’yı gösteriyor. Bu da genel seçimlerde sandıktan üçe bölünmüş bir Milli Meclis çıkacağına işaret ediyor.

AB süreci canlandırılabilir mi?

Erdoğan karşıtları Avrupa kamuoyunun medyanın da etkisiyle Erdoğan’sız bir Türkiye’nin AB üyeliği hakkındaki kanaatinin değişebileceğini öne sürebilirler belki ama üyeliği kabul görecek bir Türkiye’nin bugünkü Türkiye olma olasılığı görünmüyor. Çünkü başta Almanya olmak üzere birçok AB üyesi, 15 Temmuz’da askeri darbeye ve Türkiye’nin bazı bölgelerini işgale kalkışan gruplara kol, kanat germeye devam ediyor. Gizli FETÖ’cülerin yeni ortaya çıkarılmakta olduğu dikkate alınacak olursa, olağanüstü halin ivedilikle kaldırılması ve KHK uygulamasından vazgeçilmesi talebinin “demokrasi” kaygılarından kaynaklandığı inandırıcı bir temele dayanmıyor.