Alper Görmüş

Belalı bir iş: Mahalleye rağmen gazetecilik

Mahalle dışının öfkesi, mahallenin öfkesinin yanında leblebi çekirdek gibi kalır. O nedenle kendi mahallesinin öfkesine maruz kalmayı göze alarak kuşku duymaya, merak etmeye devam eden birinin cesareti, arkasına kendi mahallesinin alkışını alarak başka mahallelerin kirinin pasının peşine düşen birinin cesaretinden çok daha kıymetlidir. Bugün size bu cesareti gösterebilmiş bir gazeteciyi anlatacağım.

ANALİZ | Asiltürk’ün ‘itaat et, talepkâr olma’ çağrısı

‘Doğru’yu bilen ve bu özelliğiyle itaat talep etmeye hakkı olan bir insanla karşı karşıyayız… İnancı siyasi amaç uğruna sömürmenin ziyadesiyle açık sözlü bir ifadesiyle karşı karşıyayız… Dindar gençlerin dinden neden soğudukları sorusuna cevap verirken ilk sıraya neden “dindar siyasetçiler”i koyduklarını mükemmel biçimde izah eden bir yazıyla karşı karşıyayız.

ANALİZ | İşin aslı: “Bizim takım dökülüyor, siz de oynamayın…”

Eski Doğu Bloku ülkelerinde ordunun futbol takımları vardı, o takımlarda işler kötü gitmeye başlayıp da gidişin önü alınamayınca generaller uygun kanallarla öbür takımlar üzerinde baskı kurar, bu baskılar bazen “madem bizim takım dökülüyor, sizi de oynatmayız”a kadar varırdı. Tıpkı bizim sivil generallerin kendi medyalarının dışında kalanlara uyguladıkları baskı gibi…

Gülen, bir darbenin geleceğine ve ‘hayırlı’ olacağına nasıl ve neden inandı?

“İnanmıştı, çünkü inanmaya ihtiyacı vardı. İnanmak istemişti. Bir tahta kulübeden başlayıp bu noktalara getirdiği 40 yıllık bir yapılanmanın liste liste, duvar duvar yıkıldığını; vücudundan parça parça et koparıldığını görüyordu. Bu kâbusu bitirecek, devlet destekli bu fırtınayı dindirecek bir muştuya muhtaçtı.”

ANALİZ – CNN Türk’te ‘yüksek analiz’ fırtınası

Dün gece (22 Temmuz) CNN Türk’teki ‘Ne oluyor’ programında tam bir ‘yüksek analiz’ fırtınası yaşandı. Türkiye’nin Afganistan misyonunu tartışan uzmanlara göre TSK orada olmalıydı, aksi takdirde Afganistan’dan Türkiye’ye göç engellenemezdi; kararı Dışişlerinin tecrübeli bürokratlarının yaptığı çalışma doğrultusunda Cumhurbaşkanı vermişti; mutlaka Türkiye’nin büyük maddi ve manevi çıkarları vardır fakat bunları biz bilmiyor olabilirdik!

HABER YORUM | Erdoğan, ‘Azerbaycan KKTC’yi tanıyacak’ müjdesini neden veremedi?

Cumhurbaşkanı Erdoğan, onca beklentiye rağmen Azerbaycan’ın KKTC’yi tanıyacağı müjdesini neden açıklamamıştı Kıbrıs’ta? Kıbrıslı tecrübeli gazeteci Reşat Akar’a göre, bunun cevabı bugünkü (20 Temmuz) Rum gazetelerinde vardı. Rum gazetelerinin verdiği habere göre, AP Başkanı Erdoğan’ın Kıbrıs ziyaretinden bir gün önce Bakü’de Aliyev’le gizli bir görüşme yapmış, Azerbaycan’ın AB üyeliği konusunda önemli sözler vermiş, karşılığında da KKTC’nin tanınmamasını şart koşmuştu.

ANALİZ | Erdoğan’ın müjdesi: Tahammülfersâ bir nezaketsizlik

Anlaşılan, Cumhurbaşkanı ve danışmanlarının aklına, Kıbrıslıların mevcut cumhurbaşkanlığı ve parlamento binalarından memnun olmaları ihtimali hiç gelmemiş. Fakat ya öyleyse? Ya memnun oldukları halde bunu Cumhurbaşkanına söyleyemiyeceklerse?.. Tahammülfersâ bir nezaketsizlik, tahammülfersâ bir ataerkillik.

“Bu, Hulusi Paşamızın üniforması, size gönderdi…”

Eski Zaman muhabiri Ahmet Dönmez’in, Gülen Cemaati’nin “İçeriden adım adım 15 Temmuz’a sürüklenmesi”ni anlattığı yazı dizisini özetlemeye devam ediyorum. Bu süreçte, 7 Ocak 2015’te Gülen’in yanına yerleşen ve 15 Temmuz’a bir ay kalana kadar orada yaşayan Mehmet Değerli’nin kilit bir rol oynadığını görmüştük. Lakabı bile ‘Votka Mehmet’ olan birinin Gülen’i, Hulusi Akar’ın Cemaat’i kollayan bir darbeye hazırlandığına nasıl ikna ettiği bir muamma; ikna sürecinde etkili olan şeylerden biri de Hulusi Akar’ın ‘Muhterem Hocamız’a hediye olarak ‘gönderdiği’ kendi üniformasıydı.

Gülen’i, Hulusi Akar’ın Cemaat’e müzahir darbe yapacağına inandıran adam

Eski Zaman muhabiri Ahmet Dönmez, Cemaat’in 15 Temmuz darbesine nasıl ‘sürüklendiğini’ anlatıyor: Adil Öksüz’ün “Oraya birini gönderiyorum, mutlaka Hocamızla görüştürün, çok önemli bilgileri var” diyerek Türkiye’den ABD’ye yolladığı Mehmet Değerli, Ocak 2015’ten Haziran 2016’ya kadar Gülen’in yanında yaşadı ve onu Hulusi Akar’ın Cemaat’i kollayan bir darbeye hazırlandığına ikna etti.

Çözüm Süreci’nin sonbaharı iki tarafın dar çıkarlarının kazan-kazan oyunuydu

‘Çözüm Süreci’ni biz değil onlar yıktı’ tartışması, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Diyarbakır ziyareti vesilesiyle bir kez daha tazelendi. Oysa kronolojiye yakından bakınca, bu bıktırıcı nalıncı keseri tartışmasında iki tarafın da doğruyu söylemediği gün gibi çıkıyor ortaya. Gerçek şuydu: İki taraf da kendi hesabını yapıp, Çözüm Süreci’nin tamamına ermesinin kendi dar örgütsel-partisel çıkarları açısından olumsuz sonuçlar doğuracağı sonucuna vardı ve bitirmeye karar verdi.

ANALİZ – Bahçeli ne demiş oldu? Ya da: ‘Çözüm süreci’ lafını bir daha duyar mıyız?

Devlet Bahçeli’nin bugünkü (13 Temmuz) grup konuşmasından: “Bu süreçlerin ardından yapılan açıklamaların hepsi tek merkezden kaleme alınmış gibidir. Ve hedef ülke Türkiye’dir. Çözüm süreciyle ilgili asılsız ve tehlikeli söylentilerin arka planında da bunlar vardır…” Söyleyin, bu birkaç cümlenin, kadife eldiven içine gizlenmiş demir bir yumruktan farkı var mı? Bence yok. ‘Çözüm Süreci’ lafını bir daha duyar mıyız? Bence duymayız.

ANALİZ – Yarın Meclis’te Erdoğan’a Çözüm Süreci ‘ayarı’ gelebilir

Bahçeli’nin basın danışman Yıldıray Çiçek: "En iyi 'çözüm süreci' devlete-millete silah doğrultan teröristi leş haline getirmektir…" Danışmanı, Bahçeli’ye danışmadan Erdoğan’la çözüm süreci polemiğine girer mi? Bu sorunun cevabı ‘hayır’ ise, MHP Genel Başkanı’nın yarınki grup toplantısında Erdoğan’a öncekilere benzer bir ‘ayar’ vermesini beklemek yerinde olur.

ANALİZ | AK Parti’nin iki taktiği: Ademe mahkûm etme ve asla adam ‘vermeme’

Ademe (yokluğa, unutulmaya) mahkûm etme taktiği nasıl zor konular karşısında mecburi bir sığınak olarak işlevselse, neyle suçlanırlarsa suçlansınlar, hiçbir AK Partiliyi “vermeme” taktiği de yine zorunluluktan kaynaklanan ve fakat işe yarar, işlevsel bir taktik. Ama ikisinin de elde başka araç kalmadığı için zorunlu olarak tedavülde olduğu düşünüldüğünde, aynı zamanda birer çaresizlik göstergesi.

ANALİZ – AB’nin 20 Temmuz korkusu: Türkiye Kıbrıs’ta bağımsız devlet ilanına mı hazırlanıyor?

20 Temmuz yaklaştıkça Türkiye ve Avrupa Birliği’nden gelen mesajlar ilginç bir hal almaya başladı. Türkiye tarafı bu 20 Temmuz’daki kutlamaların öncekilerle kıyaslanmayacak kadar görkemli olacağını, Erdoğan’ın o gün Kıbrıs’ta yapacağı konuşmanın önemli olduğunu duyururken, AB bunu “iki devletli Kıbrıs” ilanının peşrevleri olarak algılıyor ve ‘asla kabul etmeyiz’ diyor.

Benim 50 haneli Esenyurt’um: 1950’lerin sonu 1960’ların başı

Olayların beldesi, bir milyonu aşkın nüfusuyla İstanbul’un en büyük ilçesi Esenyurt, Sedat Peker’in son tweetlerinin konusunu oluşturunca her zamankinden daha popüler bir hale geldi. Ben bu satırları yazarken (8 Temmuz, gece), Sedat Peker de 15 Temmuz’dan birkaç hafta sonra Süleyman Soylu’ya ait olduğunu iddia ettiği Kalaşnikofların Esenyurt-Balat arasındaki yolculuğunu anlatıyordu. Bu kavgacı ve huzursuz ilçe bir zamanlar durgun bir göl kadar sakin ve huzurluydu. Çocukluğumun 5-9 yaş arası orada geçti. Nedense şimdi -ilk defa- anlatma ihtiyacı duyuyorum.

ANALİZ – Orhan İnandı olayı öncekilere benzemiyor: Türkiye bir yabancı ülke vatandaşını kaçırmış oldu

1990’ların ortasından beri Kırgızistan’da yaşayan, 2001’den itibaren bu ülkedeki Gülencilerin kurduğu okulların başında bulunan Orhan İnandı’nın MİT tarafından kaçırılıp Türkiye’ye getirilmesi, öncekilere benzemeyen sorunlu bir durum yarattı. Çünkü İnandı, 2012’den beri Kırgız vatandaşı. O kadar da değil: Türkiye’nin Kırgızistan Büyükelçiliğinden bir yetkili BBC’ye İnandı’nın Türk vatandaşlığından çıktığını söylemişti.

ANALİZ – Gerçek Erdoğan’a söylenmiyor mu söylenemiyor mu?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, aşının Avrupa’da paralı olduğunu söyledikten birkaç gün sonra bu ‘bilgi’yi tekrar dile getirmesini nasıl açıklamalı? Akla gelen iki ihtimal var. Aslında bir ihtimal daha var ama…

20. yüzyılın ırkçılık ve ulusçuluk günahları: Yüzleşenler – ikiyüzlüler

Batı’nın geçmiş ırkçılık-ulusçuluk günahlarını “İşte Batı bu” diye manşetlere çekenler, orada olup da burada olmayana, yani onların kendi günahlarıyla yüzleşme cesaretine bir sütunu bile çok görüyor. Bu ikiyüzlülüğün yeni vesilesi, Kanada’da, 1890-1970 arasında ‘medenileştirilmek’ üzere ailelerinden kopartılıp Kilise okullarında eğitilen yerli çocukların cesetlerinin fışkırmaya başladığı kilise bahçeleri.

ANALİZ – Türkiye’nin Libya’dan çıkmama gerekçesi İncirlik’te kendi kalesine gol olur

Türkiye, Libya hükümetinin bütün yabancı güçlerin Libya’dan çekilmesi talebini “ben hariç” diyerek onaylıyor. Gerekçesi, “zamanında Libya’nın meşru hükümeti tarafından davet edilmiş olması…” Bu öyle bir gerekçe ki, geçerliyse, gelecekte mesela Türkiye ABD’nin İncirlik’ten çekilmesini talep edemez. Bu komik gerekçeye, gayri milli ilan edilme korkusuyla paralize olmuş muhalefetin trajik görüntüsü eşlik ediyor.

Balyoz davasının ‘başladığı yere dönmesi’ ne anlama geliyor?

DW Türkçe, Yargıtay’ın Balyoz davasıyla ilgili geçtiğimiz günlerde verdiği kararı “Balyoz davası başladığı yere döndü” başlığıyla duyurdu. Biraz abartılı ama esasen doğru. Çünkü Yargıtay bu kararıyla sadece yedi askere verilen beraat kararını bozmadı, derece mahkemesinin "güvenilir bulmadığı” dijital delillerin yeniden incelenmesini de istedi. Kararı, iktidarın bu davayı birilerinin başının üstünde demoklesin kılıcı gibi tutma isteğinin uzantısı olarak görmek yanlış olmaz.

TC Büyükelçisinin Yalçın Ayaslı’yı ziyareti şimdi anlam kazandı: Mesele Ekim Alptekin’miş

Ben, TC Washington Büyükelçisi Murat Mercan’ın, iktidar medyasının “FETÖ’cüsün” suçlamalarıyla dünyayı dar ettiği Yalçın Ayaslı’yı ziyaret sebebinin özür dilemek olduğunu düşünmüştüm. Geçtiğimiz günlerde kamuoyu bilgisi haline gelen bir gelişme oldu da o sayede bende de jeton düştü: Yalçın Ayaslı, Sezgin Baran Korkmaz’ın da dahil edildiği ABD’deki kara para aklama davasına sunduğu dilekçedeki suçlamalardan Ekim Alptekin’le ilgili olanını geri çekmişti.

ANALİZ – HDP iddianamesinin iktidarı huzursuz edecek delilleri

Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu, HDP’nin kapatılması istemiyle yeniden açılan davada iddianamenin oy birliğiyle kabulüne karar verdi. 844 sayfalık iddianamede suç delili olarak gösterilen bazı fotoğraflar, tutanaklar, notlar iktidar partisinin onayı ve teşvikiyle yaşanan olaylarla ilgili. Bunlar suçsa, iktidar da zan altında demektir.

Artık “yerli ve millî” yetmiyor; “daha yerli daha millî…”

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 7 Haziran (2015) seçimlerinden sonra ilan ettiği “yerli ve millî” virajının üzerinden 6 yıl geçti. Bu altı yılda “Allah’ın bir lütfu” olan 15 Temmuz darbesinin de yardımıyla iktidar ulaşmak istediği yere ulaştı. Fakat ekonomik zorluklar, eşitsizlikler ve siyasi skandallar nedeniyle artık “yerli ve millî” yetmiyor, “daha yerli, daha millî” bir toplumsal ruh haline ihtiyaç duyuluyor. İktidarın ihtiyacı: Göstereceği ölümle sıtmaya razı bir toplum yaratmak.

ANALİZ – Çok şey söyleyen bir hukuk kronolojisi

Kimi olaylar birbirinden kopuk gibi görünür, fakat kronolojik bir sırayla peşpeşe dizildiklerinde, ortaya muhtelif yorumlara açık bir dizi senaryo çıkar. Bize anlamlı gelen bu senaryolar, senaryodaki aktörlerin şu ya da bu nedenle “susmaları” durumunda gözümüze daha “gerçekçi” görünür; Sezgin Baran Korkmaz’ın iki aya sığan a) başının hukukla belaya girmesi, b) sonra hukukun ‘yok bi şey’ demesi, c) ardından ‘pardon suçluymuşsun, gel bakalım’da karar kılması kronolojisinde olduğu gibi…

ANALİZ – Hürriyet ve ‘iktidarın tevilcibaşılığı’ misyonu

Son iki günün favori sosyal medya konusu “hamdolsun görüşmede 24 Nisan gündeme gelmedi” hakkında Hürriyet gazetesi yazarı Abdulkadir Selvi’nin bugünkü (16 Haziran) yazısında yer alan satırlar, ‘tevil’ için güzel bir örnek teşkil ediyor. Fakat başka örnekler de var; kamuoyunda “Hürriyet, iktidarın sıkıştığı noktalarda tevil için gönüllü oluyor” algısının oluşması gayet normal.

2015’teki ‘yerli ve millî’nin anlamını neden ıskaladık: Kişisel muhasebe

Dizinin bu üçüncü bölümünde 2015’teki “yerli ve millî” çağrısının anlamını ve hedefini ıskalama faslında kendi muhasebemi yapmak istiyorum… Çağrıdan (Eylül, 2015) dört ay kadar sonra (Ocak, 2016), bunun anlamını ve hedefini doğru bir biçimde analiz ettiğimi düşündüğüm peş peşe üç yazı kaleme almıştım. Bugün o yazılara baktığımda gördüğüm şey şu: Yaptığım temel tespit yanlış değil fakat yazılar o kadar büyük, o kadar önemli bir şeyi ıskalıyor ki içerdiği ‘doğru’nun fazla bir önemi kalmıyor.

‘Yerli ve millî’ ilanının peşrevleri: Gezi ve 17-25 Aralık

Gezi ve 17-25 Aralık’tan sonraki sertleşme dönemleri siyasi alanın daraltılması hedefini imâ ediyordu; mevcut koşullar daha fazlasına izin vermiyordu. 2015’te iki seçim arasındaki kanlı geçiş döneminde ilan edilen “yerli ve millî” ise muhalif siyaseti şeytanlaştırma hedefinin ilanıydı; içinde bulunduğumuz rejime geçişin karar ânıydı. Fakat bu hedefin kuvveden fiile geçirilebilmesi için ‘15 Temmuz’ gerekiyordu.

10 yıl önce Şenol Güneş’e neler etmiştik?

Bakmayın şimdi her yerde karşınıza çıkan Şenol Güneş güzellemelerine… Şöyle bir 10 yıl öncesine gittiğinizde, Güneş’in toplumun geniş bir kesiminin gözünde neredeyse bir ‘nefret objesi’ olduğunu görürsünüz. Bu size inanılmaz gelebilir, inanmayan Google’a baş vursun. Aşağıdaki Şenol Güneş portresi o günleri anlatıyor, bundan 12 yıl öncesini… Türkiye’deki “Şenol Güneş nefreti”ni “taşra nefreti”nin futbol alanındaki tezahürü olarak tanımladığım “’Taşra nefreti’nin paratoneri” başlıklı portreyi hatırlamanın ve utanmanın zamanıdır. (Aktüel, 23 Mayıs 2009).

Bugünlere gelişin karar ânı: ‘Yerli ve millî’ ilanı

Artık seçim istemenin (bile) komploculukla eş tutulduğu bir vasattayız. İktidar ve yandaşları bir süredir siyasi parti siyasetinin meşruiyetini dahi tartışma konusu yapabiliyor. Çok sevdikleri kelimeyle söylersek, “algı yaratmaya” sokakta her türlü ifade açıklamasının fenalıklarını anlatarak başlamışlardı, şimdi buraya geldik. Kanımca bu sürecin bir karar ânı var ve o an ne Gezi, ne 17-25 Aralık ne de 15 Temmuz. Karar ânı ilk ikisinden sonraya, üçüncüden önceye tekabül ediyor: ‘Yerli ve millî’ ilanı…

ANALİZ – Sızdırma habercilik: Hem yararlı hem tehlikeli

Sedat Peker’in videolarının tetiklediği yeni süreçte gazetecilere pek çok haberin ‘fısıldanacağını’ anlıyoruz. Devlet içindeki güç mücadelesinden bilgi sızıyor, sızdırılıyor. “Sızdırma” haber, kamuoyunda yaygınlaştırılan pejoratif anlamına rağmen gazetecilerin burun kıvıracağı bir imkân değil, utanılacak bir şey hiç değil. Fakat gazeteci, güç odağı içinde çatışan güçlerden birinin cephe yoldaşı haline gelirse, iş değişir.