Alper Görmüş
ANALİZ | Türkiye’nin Taliban’ı ikna argümanı belli oldu: “İzole olursunuz…”
Hulusi Akar açıkladı: “Kabil’deki büyükelçiliklerin kapatılmasının Afgan kardeşlerimiz için arzu edilen bir durum olmadığını hepimiz biliyoruz…” Buradaki “Afgan kardeşlerimiz”den kasıtın Taliban olduğunu hemen belirtelim. Cümlenin mefhum-ı muhalifinden çıkartıyoruz bunu. “Afgan kardeşler”in iktidarda bulunan bölümü Türkiye’nin Kabil Havalimanını işletmesini zaten istediğine göre, ikna süreci Taliban’la yürütülüyor demektir.
AK Parti’deki, Suriyelileri istemeyen ‘saklı kamuoyu’ ve ilk seçimler
Suriyeli karşıtlığının AK Parti içinde de hatırı sayılı bir karşılığının olduğu genel olarak biliniyor. Fakat AK Parti -tabii gerçekçi bir tablo görmek istiyorsa- toplam sayının bu kadar olduğuna inanırsa hata eder. Mevcut kutuplaşma koşullarında, muhalefetin partilerini en fazla sıkıştırdıkları bir konuda ‘tercihlerini çarpıtıp’ Suriyelilerle hiçbir sorunlarının olmadığını beyan edenlerin sayısı büyük bir ihtimalle Suriyeli karşıtlığını açıkça bildiren AK Partililerden daha fazladır.
ANALİZ | Filmlerden etkilenip aşı olmayanlar: Kurgu, gerçek ve kurgu-gerçek
Aşıdan kaçınanların bir bölümü, ‘nesil tüketen tehlikeli aşıları’ konu edinen filmlerden etkilendikleri için aşı olmuyormuş. Şaşırmamak lazım. Gerçek hayatımızda artık gerçekten çok kurgu tüketiyoruz. Eskiden sadece sinema vardı; üstüne televizyon geldi, üstüne internet geldi, üstüne sosyal medya geldi. Bu çarpıklığın, insanların gerçekle kurgu arasında ayrım yapabilme yeteneklerini zayıflatması gayet normal.
Popülist-otoriter liderlerin kurumsal soytarı ihtiyacı
“Dalkavuklar, şaklabanlar bir devlet, bir toplum ve bir hüküm sahibi için, kanser hücresi gibidirler. Yedikleriyle hızla büyüyüp yayılırken, toplumu, devleti veya muktediri kaçınılmaz tükenişe sürüklerler. İşte bu nedenle kadim zamanlarda, bilge kralın yüzüne çıplak gerçekleri söyleyecek soytarısı olurdu, dar görüşlü ahmak kralın ise sadece duymak istediklerini konuşan dalkavuğu ve şakşakçıları…”
Davutoğlu’nun ‘parti içi darbe’ sürecini ayrıntılarıyla anlatmasının zorlukları
Erdoğan’la Davutoğlu arasında 2014’ün sonbaharından itibaren başlayan çatışmanın karakteri hakkında o zaman da şimdi de inandığım şey doğruysa, Davutoğlu’nun ‘parti içi darbe’ sürecini ayrıntılarıyla anlatması çok zor. Çünkü Erdoğan süreci, her büyük olayda -Davutoğlu’na- önce yol verip yolda kazaya (dolayısıyla istiskale) uğratma ‘tekniğiyle’ yönetti. Ayrıntılı bir anlatım, bunların hatırlanmasını da gerektirir. Davutoğlu’nun anlatma hevesinin bu nedenle zayıf olduğunu düşünüyorum; yanılmış olmayı isterim, anlatırsa öğreniriz.
ANALİZ | ‘Soru soran bir gazeteci’: Helen Thomas ve bizimkiler
“Eğer bir başkana soru sorulamıyorsa, o başkanın bir kral veya diktatöre dönüşmesi işten bile değildir. Gazetecilik de başkana gerçekten soru sorabilecek, hesap sorabilecek tek kurumdur…” Artık yaşamayan, 90’lı yıllarında bile başta ABD başkanları, dünyanın bütün kudretli siyasetçilerine kök söktüren ünlü Amerikalı gazeteci Helen Thomas dün gece A Haber’deki yayını izleseydi ve gazetecilerin gûya sorularını dinleseydi, herhalde utanmanın baş edilmesi en zor biçimlerinden birine gark olurdu: Başkası adına utanmak.
ANALİZ | Kiloyla öfke taneyle sağduyu
Başlangıçtaki “aynı anda bu kadar yangın çıkmaz, öyleyse PKK işi” diyenleri, bizzat yangının sonraki seyrinin ortaya koyduğu gerçekler de ikna edemiyor… Hadi, başlangıçta, PKK gaflette yakaladı, ortada hiçbir tedbir yokken örgütlenip birçok yerde aynı anda yangınları başlattı… Peki sonra, yani devletin ve herkesin alarm durumuna geçmesinden, nöbetler tutmaya başlamasından sonra nasıl yine aynı anda orada burada bir sürü yangın çıkabiliyor?
ANALİZ | Gülümseten itiraz: “KKTC’nin iradesi hiçe sayılamaz”
Birinin iradesine saygı isteyenin her şeyden önce kendisinin o iradeye saygılı olması gerekmez mi? Kendi apaçık saygısızlığı ortada dururken böyle bir talepte bulunanın davranışı gülüşmelere yol açmaz mı? Mesela Çin, Uygurlarla ilgili uluslararası bir tasarrufu “Uygurların iradesine saygısızlık” itirazıyla karşılasa gülümsemez misiniz?
Belalı bir iş: Mahalleye rağmen gazetecilik
Mahalle dışının öfkesi, mahallenin öfkesinin yanında leblebi çekirdek gibi kalır. O nedenle kendi mahallesinin öfkesine maruz kalmayı göze alarak kuşku duymaya, merak etmeye devam eden birinin cesareti, arkasına kendi mahallesinin alkışını alarak başka mahallelerin kirinin pasının peşine düşen birinin cesaretinden çok daha kıymetlidir. Bugün size bu cesareti gösterebilmiş bir gazeteciyi anlatacağım.
ANALİZ | Asiltürk’ün ‘itaat et, talepkâr olma’ çağrısı
‘Doğru’yu bilen ve bu özelliğiyle itaat talep etmeye hakkı olan bir insanla karşı karşıyayız… İnancı siyasi amaç uğruna sömürmenin ziyadesiyle açık sözlü bir ifadesiyle karşı karşıyayız… Dindar gençlerin dinden neden soğudukları sorusuna cevap verirken ilk sıraya neden “dindar siyasetçiler”i koyduklarını mükemmel biçimde izah eden bir yazıyla karşı karşıyayız.
ANALİZ | İşin aslı: “Bizim takım dökülüyor, siz de oynamayın…”
Eski Doğu Bloku ülkelerinde ordunun futbol takımları vardı, o takımlarda işler kötü gitmeye başlayıp da gidişin önü alınamayınca generaller uygun kanallarla öbür takımlar üzerinde baskı kurar, bu baskılar bazen “madem bizim takım dökülüyor, sizi de oynatmayız”a kadar varırdı. Tıpkı bizim sivil generallerin kendi medyalarının dışında kalanlara uyguladıkları baskı gibi…
Gülen, bir darbenin geleceğine ve ‘hayırlı’ olacağına nasıl ve neden inandı?
“İnanmıştı, çünkü inanmaya ihtiyacı vardı. İnanmak istemişti. Bir tahta kulübeden başlayıp bu noktalara getirdiği 40 yıllık bir yapılanmanın liste liste, duvar duvar yıkıldığını; vücudundan parça parça et koparıldığını görüyordu. Bu kâbusu bitirecek, devlet destekli bu fırtınayı dindirecek bir muştuya muhtaçtı.”
ANALİZ – CNN Türk’te ‘yüksek analiz’ fırtınası
Dün gece (22 Temmuz) CNN Türk’teki ‘Ne oluyor’ programında tam bir ‘yüksek analiz’ fırtınası yaşandı. Türkiye’nin Afganistan misyonunu tartışan uzmanlara göre TSK orada olmalıydı, aksi takdirde Afganistan’dan Türkiye’ye göç engellenemezdi; kararı Dışişlerinin tecrübeli bürokratlarının yaptığı çalışma doğrultusunda Cumhurbaşkanı vermişti; mutlaka Türkiye’nin büyük maddi ve manevi çıkarları vardır fakat bunları biz bilmiyor olabilirdik!
HABER YORUM | Erdoğan, ‘Azerbaycan KKTC’yi tanıyacak’ müjdesini neden veremedi?
Cumhurbaşkanı Erdoğan, onca beklentiye rağmen Azerbaycan’ın KKTC’yi tanıyacağı müjdesini neden açıklamamıştı Kıbrıs’ta? Kıbrıslı tecrübeli gazeteci Reşat Akar’a göre, bunun cevabı bugünkü (20 Temmuz) Rum gazetelerinde vardı. Rum gazetelerinin verdiği habere göre, AP Başkanı Erdoğan’ın Kıbrıs ziyaretinden bir gün önce Bakü’de Aliyev’le gizli bir görüşme yapmış, Azerbaycan’ın AB üyeliği konusunda önemli sözler vermiş, karşılığında da KKTC’nin tanınmamasını şart koşmuştu.
ANALİZ | Erdoğan’ın müjdesi: Tahammülfersâ bir nezaketsizlik
Anlaşılan, Cumhurbaşkanı ve danışmanlarının aklına, Kıbrıslıların mevcut cumhurbaşkanlığı ve parlamento binalarından memnun olmaları ihtimali hiç gelmemiş. Fakat ya öyleyse? Ya memnun oldukları halde bunu Cumhurbaşkanına söyleyemiyeceklerse?.. Tahammülfersâ bir nezaketsizlik, tahammülfersâ bir ataerkillik.
“Bu, Hulusi Paşamızın üniforması, size gönderdi…”
Eski Zaman muhabiri Ahmet Dönmez’in, Gülen Cemaati’nin “İçeriden adım adım 15 Temmuz’a sürüklenmesi”ni anlattığı yazı dizisini özetlemeye devam ediyorum. Bu süreçte, 7 Ocak 2015’te Gülen’in yanına yerleşen ve 15 Temmuz’a bir ay kalana kadar orada yaşayan Mehmet Değerli’nin kilit bir rol oynadığını görmüştük. Lakabı bile ‘Votka Mehmet’ olan birinin Gülen’i, Hulusi Akar’ın Cemaat’i kollayan bir darbeye hazırlandığına nasıl ikna ettiği bir muamma; ikna sürecinde etkili olan şeylerden biri de Hulusi Akar’ın ‘Muhterem Hocamız’a hediye olarak ‘gönderdiği’ kendi üniformasıydı.
Gülen’i, Hulusi Akar’ın Cemaat’e müzahir darbe yapacağına inandıran adam
Eski Zaman muhabiri Ahmet Dönmez, Cemaat’in 15 Temmuz darbesine nasıl ‘sürüklendiğini’ anlatıyor: Adil Öksüz’ün “Oraya birini gönderiyorum, mutlaka Hocamızla görüştürün, çok önemli bilgileri var” diyerek Türkiye’den ABD’ye yolladığı Mehmet Değerli, Ocak 2015’ten Haziran 2016’ya kadar Gülen’in yanında yaşadı ve onu Hulusi Akar’ın Cemaat’i kollayan bir darbeye hazırlandığına ikna etti.
Çözüm Süreci’nin sonbaharı iki tarafın dar çıkarlarının kazan-kazan oyunuydu
‘Çözüm Süreci’ni biz değil onlar yıktı’ tartışması, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Diyarbakır ziyareti vesilesiyle bir kez daha tazelendi. Oysa kronolojiye yakından bakınca, bu bıktırıcı nalıncı keseri tartışmasında iki tarafın da doğruyu söylemediği gün gibi çıkıyor ortaya. Gerçek şuydu: İki taraf da kendi hesabını yapıp, Çözüm Süreci’nin tamamına ermesinin kendi dar örgütsel-partisel çıkarları açısından olumsuz sonuçlar doğuracağı sonucuna vardı ve bitirmeye karar verdi.
ANALİZ – Bahçeli ne demiş oldu? Ya da: ‘Çözüm süreci’ lafını bir daha duyar mıyız?
Devlet Bahçeli’nin bugünkü (13 Temmuz) grup konuşmasından: “Bu süreçlerin ardından yapılan açıklamaların hepsi tek merkezden kaleme alınmış gibidir. Ve hedef ülke Türkiye’dir. Çözüm süreciyle ilgili asılsız ve tehlikeli söylentilerin arka planında da bunlar vardır…” Söyleyin, bu birkaç cümlenin, kadife eldiven içine gizlenmiş demir bir yumruktan farkı var mı? Bence yok. ‘Çözüm Süreci’ lafını bir daha duyar mıyız? Bence duymayız.
ANALİZ – Yarın Meclis’te Erdoğan’a Çözüm Süreci ‘ayarı’ gelebilir
Bahçeli’nin basın danışman Yıldıray Çiçek: "En iyi 'çözüm süreci' devlete-millete silah doğrultan teröristi leş haline getirmektir…" Danışmanı, Bahçeli’ye danışmadan Erdoğan’la çözüm süreci polemiğine girer mi? Bu sorunun cevabı ‘hayır’ ise, MHP Genel Başkanı’nın yarınki grup toplantısında Erdoğan’a öncekilere benzer bir ‘ayar’ vermesini beklemek yerinde olur.
ANALİZ | AK Parti’nin iki taktiği: Ademe mahkûm etme ve asla adam ‘vermeme’
Ademe (yokluğa, unutulmaya) mahkûm etme taktiği nasıl zor konular karşısında mecburi bir sığınak olarak işlevselse, neyle suçlanırlarsa suçlansınlar, hiçbir AK Partiliyi “vermeme” taktiği de yine zorunluluktan kaynaklanan ve fakat işe yarar, işlevsel bir taktik. Ama ikisinin de elde başka araç kalmadığı için zorunlu olarak tedavülde olduğu düşünüldüğünde, aynı zamanda birer çaresizlik göstergesi.
ANALİZ – AB’nin 20 Temmuz korkusu: Türkiye Kıbrıs’ta bağımsız devlet ilanına mı hazırlanıyor?
20 Temmuz yaklaştıkça Türkiye ve Avrupa Birliği’nden gelen mesajlar ilginç bir hal almaya başladı. Türkiye tarafı bu 20 Temmuz’daki kutlamaların öncekilerle kıyaslanmayacak kadar görkemli olacağını, Erdoğan’ın o gün Kıbrıs’ta yapacağı konuşmanın önemli olduğunu duyururken, AB bunu “iki devletli Kıbrıs” ilanının peşrevleri olarak algılıyor ve ‘asla kabul etmeyiz’ diyor.
Benim 50 haneli Esenyurt’um: 1950’lerin sonu 1960’ların başı
Olayların beldesi, bir milyonu aşkın nüfusuyla İstanbul’un en büyük ilçesi Esenyurt, Sedat Peker’in son tweetlerinin konusunu oluşturunca her zamankinden daha popüler bir hale geldi. Ben bu satırları yazarken (8 Temmuz, gece), Sedat Peker de 15 Temmuz’dan birkaç hafta sonra Süleyman Soylu’ya ait olduğunu iddia ettiği Kalaşnikofların Esenyurt-Balat arasındaki yolculuğunu anlatıyordu. Bu kavgacı ve huzursuz ilçe bir zamanlar durgun bir göl kadar sakin ve huzurluydu. Çocukluğumun 5-9 yaş arası orada geçti. Nedense şimdi -ilk defa- anlatma ihtiyacı duyuyorum.
ANALİZ – Orhan İnandı olayı öncekilere benzemiyor: Türkiye bir yabancı ülke vatandaşını kaçırmış oldu
1990’ların ortasından beri Kırgızistan’da yaşayan, 2001’den itibaren bu ülkedeki Gülencilerin kurduğu okulların başında bulunan Orhan İnandı’nın MİT tarafından kaçırılıp Türkiye’ye getirilmesi, öncekilere benzemeyen sorunlu bir durum yarattı. Çünkü İnandı, 2012’den beri Kırgız vatandaşı. O kadar da değil: Türkiye’nin Kırgızistan Büyükelçiliğinden bir yetkili BBC’ye İnandı’nın Türk vatandaşlığından çıktığını söylemişti.
ANALİZ – Gerçek Erdoğan’a söylenmiyor mu söylenemiyor mu?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, aşının Avrupa’da paralı olduğunu söyledikten birkaç gün sonra bu ‘bilgi’yi tekrar dile getirmesini nasıl açıklamalı? Akla gelen iki ihtimal var. Aslında bir ihtimal daha var ama…
20. yüzyılın ırkçılık ve ulusçuluk günahları: Yüzleşenler – ikiyüzlüler
Batı’nın geçmiş ırkçılık-ulusçuluk günahlarını “İşte Batı bu” diye manşetlere çekenler, orada olup da burada olmayana, yani onların kendi günahlarıyla yüzleşme cesaretine bir sütunu bile çok görüyor. Bu ikiyüzlülüğün yeni vesilesi, Kanada’da, 1890-1970 arasında ‘medenileştirilmek’ üzere ailelerinden kopartılıp Kilise okullarında eğitilen yerli çocukların cesetlerinin fışkırmaya başladığı kilise bahçeleri.
ANALİZ – Türkiye’nin Libya’dan çıkmama gerekçesi İncirlik’te kendi kalesine gol olur
Türkiye, Libya hükümetinin bütün yabancı güçlerin Libya’dan çekilmesi talebini “ben hariç” diyerek onaylıyor. Gerekçesi, “zamanında Libya’nın meşru hükümeti tarafından davet edilmiş olması…” Bu öyle bir gerekçe ki, geçerliyse, gelecekte mesela Türkiye ABD’nin İncirlik’ten çekilmesini talep edemez. Bu komik gerekçeye, gayri milli ilan edilme korkusuyla paralize olmuş muhalefetin trajik görüntüsü eşlik ediyor.
Balyoz davasının ‘başladığı yere dönmesi’ ne anlama geliyor?
DW Türkçe, Yargıtay’ın Balyoz davasıyla ilgili geçtiğimiz günlerde verdiği kararı “Balyoz davası başladığı yere döndü” başlığıyla duyurdu. Biraz abartılı ama esasen doğru. Çünkü Yargıtay bu kararıyla sadece yedi askere verilen beraat kararını bozmadı, derece mahkemesinin "güvenilir bulmadığı” dijital delillerin yeniden incelenmesini de istedi. Kararı, iktidarın bu davayı birilerinin başının üstünde demoklesin kılıcı gibi tutma isteğinin uzantısı olarak görmek yanlış olmaz.
TC Büyükelçisinin Yalçın Ayaslı’yı ziyareti şimdi anlam kazandı: Mesele Ekim Alptekin’miş
Ben, TC Washington Büyükelçisi Murat Mercan’ın, iktidar medyasının “FETÖ’cüsün” suçlamalarıyla dünyayı dar ettiği Yalçın Ayaslı’yı ziyaret sebebinin özür dilemek olduğunu düşünmüştüm. Geçtiğimiz günlerde kamuoyu bilgisi haline gelen bir gelişme oldu da o sayede bende de jeton düştü: Yalçın Ayaslı, Sezgin Baran Korkmaz’ın da dahil edildiği ABD’deki kara para aklama davasına sunduğu dilekçedeki suçlamalardan Ekim Alptekin’le ilgili olanını geri çekmişti.
ANALİZ – HDP iddianamesinin iktidarı huzursuz edecek delilleri
Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu, HDP’nin kapatılması istemiyle yeniden açılan davada iddianamenin oy birliğiyle kabulüne karar verdi. 844 sayfalık iddianamede suç delili olarak gösterilen bazı fotoğraflar, tutanaklar, notlar iktidar partisinin onayı ve teşvikiyle yaşanan olaylarla ilgili. Bunlar suçsa, iktidar da zan altında demektir.