Alper Görmüş

ANALİZ | Susup geçmesini beklemek en doğru taktik haline gelmişse…

AK Parti yönetimi, bir dizi tecrübeden sonra zorlandıkları konularda “ademe terk etme” taktiğini benimsemeye başladı. Öğrenilmesi biraz zaman almış olsa da, bu kendi açılarından doğru bir taktikti. Şimdi, Erdoğan Bayraktar’ın açıklamalarından sonra da aynı “doğru” taktiği uygulayacakları anlaşılıyor. Fakat şu da var: Bu “doğru” taktiğe elinizden başka bir şey gelmediği için sığınıyorsanız, oturup derin derin düşünmeniz gerekmez mi?

‘Owning the libs’ (Liboşlara ayar vermek)

Zamanımızın otoriter liderlerinin iktidarda kalmada ve iktidarlarını derinleştirmede yararlandıkları iki büyük kozdan biri, toplumun seçkin sınıfı tarafından küçümsendiğini, horlandığını hisseden kesimlerin ‘seçkin liberal siyaset’e karşı geliştirdiği ve kabaca son 30 yıldan beri elle tutulur hale gelen öfke… Öbürü ise aynı kitlelerin, destekledikleri liderin ‘vatan için’ girişeceği kavgalarda ortaya çıkacak insan kayıplarını (‘şehitleri’) sorun etmemesi…

ANALİZ | Sosyal medya yasasını beklerken

Ekim’de Meclis açılır açılmaz gündeme getirileceği anlaşılan sosyal medya yasa tasarısının en kritik noktası, ‘yalan haber’ yayanlara 5 yıl hapis cezası öngörmesi. Peki ‘yalan haber’de ölçü ne ve kim koyacak? Sosyal medyada sıkça rastlanan ve ancak ‘kötülük’ diye adlandırılabilecek dümdüz yalanlar mı engellenmek isteniyor, yoksa iktidarın duymak istemediği ve ‘yalan’ diye yaftaladığı haberler, tartışmalar mı?

ANALİZ | Milli Görüş’te 80+’ların ‘lider benim’ hatırlatmaları

Milli Görüş geleneğinde genel başkanlık makamının üstünde manevi bir otorite var ve bu otorite gerektiğinde ‘liderliğini’ genel başkanlara hatırlatıyor: “Ben sana genel başkan olamazsın demedim!” Ya da: “Neticede genel başkansın, haddini bil!” Fakat şurası açık: Gerçek bir lider (ya da gerçekten de liderlik yapabilecek biri) liderliğini vurgulamaya ihtiyaç duymaz. Vurguluyorsa o tren kaçmış demektir.

ANALİZ | Türkiye’de mülteci başvuru merkezi iddiaları: Hikâyenin tamamı

BBC Türkçe, İngiltere Savunma Bakanı Ben Wallace’ın “Bazı ülkelerde Afganlar için başvuru merkezleri planlıyoruz” sözlerini bir ‘atıf hatası’yla “Türkiye dahil” diye ilave ederek haberleştirdi… Muhalefet ‘isyan’ etti… BBC, hatası için özür diledi… İktidar ve iktidar basını “Yalancı muhalefet; yalancı gayri milli, yalancı gayri yerli medya” ateşini harladı… Hikâyenin tamamında ise şu var: Evet, Wallace “Türkiye”yi telaffuz etmemişti ama başında bulunduğu bakanlık etmişti ve aradan iki gün geçmesine rağmen bu yöndeki haberleri yalanlamamıştı.

Ülkelerini kırık bir kalple sevmesini öğrenemeyenlerin başına ne gelir?

Milliyetçilik duygusu, aşka benzeyen bütün yoğun duygular gibi aklı tatile gönderir. Bir ulusun aklını tatile gönderip sarhoş olması sadece o ulus için değil bütün dünya için felaketli sonuçlar üretebilir, Nazi Almanyası örneğinde olduğu gibi. Madalyonun öbür tarafında ise kendi ülkesinin hatalarını, yanlışlarını da görebilenler; bu nedenle onu artık körü körüne değil, bilinçle ve fakat kırık bir kalple sevebilenler vardır.

Davutoğlu AK Parti-CHP koalisyonunu kurabilseydi, Gül Cumhurbaşkanı olsaydı?

Siyasette maksimalizmin ve özcülüğün muhtemel maliyetleri, ancak ortalık soğuduktan sonra anlaşılır. Varılan nokta ile maksimalizmin ve özcülüğün tuzağına düşülmeseydi ortaya çıkacak sonuç karşılaştırıldığında çekilen ‘ah vah’ların yüksekliği, düşülen tuzağın derinliğini gösterir. Türkiye, tek adam yönetimi iyice kökleşmeden önce bu ‘ateşli’ çocukluk hastalıkları yüzünden çok büyük iki fırsatı kaçırdı.

ANALİZ | Bunun adı intikam duygusuyla ceza

Bu nedir? Türkiye’nin yakın tarihinde askerlerin ellerini kollarını sallayarak darbe yapıp da hiçbir ceza almamalarının biriktirdiği öfkenin dışa vurumu mu? Ya da belki, cezayla sonuçlanan davanın muhtevasını düşündüğümüzde daha akla yatkın olmak üzere, sert laikliğe karşı bir dindar öfkesi mi? Öyle veya böyle, ortada zapt edilemeyen bir öfkenin olduğu aşikâr; yoksa 80 yaşını aşmış, cezaevinde çok büyük zorluklarla karşılaşacakları belli olan bu insanların dört duvar arasına tıkılmasının önüne geçecek bir çare mutlaka bulunurdu.

Davul zurnayla 7 Haziran – 1 Kasım 2015 arasını çağırmak!

Her şey ne kadar 2015’teki iki seçim arasını andırmaya başladı: Anketler, Erdoğan’ın karşısına çıkacak herhangi bir muhalefet aktörünün zaferinin neredeyse garanti olduğunu söylüyor; yani seçimin yeni bir 7 Haziran olması ihtimali çok yüksek. İktidar 1 Kasım olsun istiyor, fakat işte onu sağlayabilecek kadar provokasyon ve kargaşa yok; işin o tarafı benzemiyor. Ve muhalefet, göçmen ve sığınmacılara karşı geliştirdiği dille taraftarlarını delirterek bu açığı kapamak için elinden geleni yapıyor.

ANALİZ | Türkiye’nin Taliban’ı ikna argümanı belli oldu: “İzole olursunuz…”

Hulusi Akar açıkladı: “Kabil’deki büyükelçiliklerin kapatılmasının Afgan kardeşlerimiz için arzu edilen bir durum olmadığını hepimiz biliyoruz…” Buradaki “Afgan kardeşlerimiz”den kasıtın Taliban olduğunu hemen belirtelim. Cümlenin mefhum-ı muhalifinden çıkartıyoruz bunu. “Afgan kardeşler”in iktidarda bulunan bölümü Türkiye’nin Kabil Havalimanını işletmesini zaten istediğine göre, ikna süreci Taliban’la yürütülüyor demektir.

AK Parti’deki, Suriyelileri istemeyen ‘saklı kamuoyu’ ve ilk seçimler

Suriyeli karşıtlığının AK Parti içinde de hatırı sayılı bir karşılığının olduğu genel olarak biliniyor. Fakat AK Parti -tabii gerçekçi bir tablo görmek istiyorsa- toplam sayının bu kadar olduğuna inanırsa hata eder. Mevcut kutuplaşma koşullarında, muhalefetin partilerini en fazla sıkıştırdıkları bir konuda ‘tercihlerini çarpıtıp’ Suriyelilerle hiçbir sorunlarının olmadığını beyan edenlerin sayısı büyük bir ihtimalle Suriyeli karşıtlığını açıkça bildiren AK Partililerden daha fazladır.

ANALİZ | Filmlerden etkilenip aşı olmayanlar: Kurgu, gerçek ve kurgu-gerçek

Aşıdan kaçınanların bir bölümü, ‘nesil tüketen tehlikeli aşıları’ konu edinen filmlerden etkilendikleri için aşı olmuyormuş. Şaşırmamak lazım. Gerçek hayatımızda artık gerçekten çok kurgu tüketiyoruz. Eskiden sadece sinema vardı; üstüne televizyon geldi, üstüne internet geldi, üstüne sosyal medya geldi. Bu çarpıklığın, insanların gerçekle kurgu arasında ayrım yapabilme yeteneklerini zayıflatması gayet normal.

Popülist-otoriter liderlerin kurumsal soytarı ihtiyacı

“Dalkavuklar, şaklabanlar bir devlet, bir toplum ve bir hüküm sahibi için, kanser hücresi gibidirler. Yedikleriyle hızla büyüyüp yayılırken, toplumu, devleti veya muktediri kaçınılmaz tükenişe sürüklerler. İşte bu nedenle kadim zamanlarda, bilge kralın yüzüne çıplak gerçekleri söyleyecek soytarısı olurdu, dar görüşlü ahmak kralın ise sadece duymak istediklerini konuşan dalkavuğu ve şakşakçıları…”

Davutoğlu’nun ‘parti içi darbe’ sürecini ayrıntılarıyla anlatmasının zorlukları

Erdoğan’la Davutoğlu arasında 2014’ün sonbaharından itibaren başlayan çatışmanın karakteri hakkında o zaman da şimdi de inandığım şey doğruysa, Davutoğlu’nun ‘parti içi darbe’ sürecini ayrıntılarıyla anlatması çok zor. Çünkü Erdoğan süreci, her büyük olayda -Davutoğlu’na- önce yol verip yolda kazaya (dolayısıyla istiskale) uğratma ‘tekniğiyle’ yönetti. Ayrıntılı bir anlatım, bunların hatırlanmasını da gerektirir. Davutoğlu’nun anlatma hevesinin bu nedenle zayıf olduğunu düşünüyorum; yanılmış olmayı isterim, anlatırsa öğreniriz.

ANALİZ | ‘Soru soran bir gazeteci’: Helen Thomas ve bizimkiler

“Eğer bir başkana soru sorulamıyorsa, o başkanın bir kral veya diktatöre dönüşmesi işten bile değildir. Gazetecilik de başkana gerçekten soru sorabilecek, hesap sorabilecek tek kurumdur…” Artık yaşamayan, 90’lı yıllarında bile başta ABD başkanları, dünyanın bütün kudretli siyasetçilerine kök söktüren ünlü Amerikalı gazeteci Helen Thomas dün gece A Haber’deki yayını izleseydi ve gazetecilerin gûya sorularını dinleseydi, herhalde utanmanın baş edilmesi en zor biçimlerinden birine gark olurdu: Başkası adına utanmak.

ANALİZ | Kiloyla öfke taneyle sağduyu

Başlangıçtaki “aynı anda bu kadar yangın çıkmaz, öyleyse PKK işi” diyenleri, bizzat yangının sonraki seyrinin ortaya koyduğu gerçekler de ikna edemiyor… Hadi, başlangıçta, PKK gaflette yakaladı, ortada hiçbir tedbir yokken örgütlenip birçok yerde aynı anda yangınları başlattı… Peki sonra, yani devletin ve herkesin alarm durumuna geçmesinden, nöbetler tutmaya başlamasından sonra nasıl yine aynı anda orada burada bir sürü yangın çıkabiliyor?

ANALİZ | Gülümseten itiraz: “KKTC’nin iradesi hiçe sayılamaz”

Birinin iradesine saygı isteyenin her şeyden önce kendisinin o iradeye saygılı olması gerekmez mi? Kendi apaçık saygısızlığı ortada dururken böyle bir talepte bulunanın davranışı gülüşmelere yol açmaz mı? Mesela Çin, Uygurlarla ilgili uluslararası bir tasarrufu “Uygurların iradesine saygısızlık” itirazıyla karşılasa gülümsemez misiniz?

Belalı bir iş: Mahalleye rağmen gazetecilik

Mahalle dışının öfkesi, mahallenin öfkesinin yanında leblebi çekirdek gibi kalır. O nedenle kendi mahallesinin öfkesine maruz kalmayı göze alarak kuşku duymaya, merak etmeye devam eden birinin cesareti, arkasına kendi mahallesinin alkışını alarak başka mahallelerin kirinin pasının peşine düşen birinin cesaretinden çok daha kıymetlidir. Bugün size bu cesareti gösterebilmiş bir gazeteciyi anlatacağım.

ANALİZ | Asiltürk’ün ‘itaat et, talepkâr olma’ çağrısı

‘Doğru’yu bilen ve bu özelliğiyle itaat talep etmeye hakkı olan bir insanla karşı karşıyayız… İnancı siyasi amaç uğruna sömürmenin ziyadesiyle açık sözlü bir ifadesiyle karşı karşıyayız… Dindar gençlerin dinden neden soğudukları sorusuna cevap verirken ilk sıraya neden “dindar siyasetçiler”i koyduklarını mükemmel biçimde izah eden bir yazıyla karşı karşıyayız.

ANALİZ | İşin aslı: “Bizim takım dökülüyor, siz de oynamayın…”

Eski Doğu Bloku ülkelerinde ordunun futbol takımları vardı, o takımlarda işler kötü gitmeye başlayıp da gidişin önü alınamayınca generaller uygun kanallarla öbür takımlar üzerinde baskı kurar, bu baskılar bazen “madem bizim takım dökülüyor, sizi de oynatmayız”a kadar varırdı. Tıpkı bizim sivil generallerin kendi medyalarının dışında kalanlara uyguladıkları baskı gibi…

Gülen, bir darbenin geleceğine ve ‘hayırlı’ olacağına nasıl ve neden inandı?

“İnanmıştı, çünkü inanmaya ihtiyacı vardı. İnanmak istemişti. Bir tahta kulübeden başlayıp bu noktalara getirdiği 40 yıllık bir yapılanmanın liste liste, duvar duvar yıkıldığını; vücudundan parça parça et koparıldığını görüyordu. Bu kâbusu bitirecek, devlet destekli bu fırtınayı dindirecek bir muştuya muhtaçtı.”

ANALİZ – CNN Türk’te ‘yüksek analiz’ fırtınası

Dün gece (22 Temmuz) CNN Türk’teki ‘Ne oluyor’ programında tam bir ‘yüksek analiz’ fırtınası yaşandı. Türkiye’nin Afganistan misyonunu tartışan uzmanlara göre TSK orada olmalıydı, aksi takdirde Afganistan’dan Türkiye’ye göç engellenemezdi; kararı Dışişlerinin tecrübeli bürokratlarının yaptığı çalışma doğrultusunda Cumhurbaşkanı vermişti; mutlaka Türkiye’nin büyük maddi ve manevi çıkarları vardır fakat bunları biz bilmiyor olabilirdik!

HABER YORUM | Erdoğan, ‘Azerbaycan KKTC’yi tanıyacak’ müjdesini neden veremedi?

Cumhurbaşkanı Erdoğan, onca beklentiye rağmen Azerbaycan’ın KKTC’yi tanıyacağı müjdesini neden açıklamamıştı Kıbrıs’ta? Kıbrıslı tecrübeli gazeteci Reşat Akar’a göre, bunun cevabı bugünkü (20 Temmuz) Rum gazetelerinde vardı. Rum gazetelerinin verdiği habere göre, AP Başkanı Erdoğan’ın Kıbrıs ziyaretinden bir gün önce Bakü’de Aliyev’le gizli bir görüşme yapmış, Azerbaycan’ın AB üyeliği konusunda önemli sözler vermiş, karşılığında da KKTC’nin tanınmamasını şart koşmuştu.

ANALİZ | Erdoğan’ın müjdesi: Tahammülfersâ bir nezaketsizlik

Anlaşılan, Cumhurbaşkanı ve danışmanlarının aklına, Kıbrıslıların mevcut cumhurbaşkanlığı ve parlamento binalarından memnun olmaları ihtimali hiç gelmemiş. Fakat ya öyleyse? Ya memnun oldukları halde bunu Cumhurbaşkanına söyleyemiyeceklerse?.. Tahammülfersâ bir nezaketsizlik, tahammülfersâ bir ataerkillik.

“Bu, Hulusi Paşamızın üniforması, size gönderdi…”

Eski Zaman muhabiri Ahmet Dönmez’in, Gülen Cemaati’nin “İçeriden adım adım 15 Temmuz’a sürüklenmesi”ni anlattığı yazı dizisini özetlemeye devam ediyorum. Bu süreçte, 7 Ocak 2015’te Gülen’in yanına yerleşen ve 15 Temmuz’a bir ay kalana kadar orada yaşayan Mehmet Değerli’nin kilit bir rol oynadığını görmüştük. Lakabı bile ‘Votka Mehmet’ olan birinin Gülen’i, Hulusi Akar’ın Cemaat’i kollayan bir darbeye hazırlandığına nasıl ikna ettiği bir muamma; ikna sürecinde etkili olan şeylerden biri de Hulusi Akar’ın ‘Muhterem Hocamız’a hediye olarak ‘gönderdiği’ kendi üniformasıydı.

Gülen’i, Hulusi Akar’ın Cemaat’e müzahir darbe yapacağına inandıran adam

Eski Zaman muhabiri Ahmet Dönmez, Cemaat’in 15 Temmuz darbesine nasıl ‘sürüklendiğini’ anlatıyor: Adil Öksüz’ün “Oraya birini gönderiyorum, mutlaka Hocamızla görüştürün, çok önemli bilgileri var” diyerek Türkiye’den ABD’ye yolladığı Mehmet Değerli, Ocak 2015’ten Haziran 2016’ya kadar Gülen’in yanında yaşadı ve onu Hulusi Akar’ın Cemaat’i kollayan bir darbeye hazırlandığına ikna etti.

Çözüm Süreci’nin sonbaharı iki tarafın dar çıkarlarının kazan-kazan oyunuydu

‘Çözüm Süreci’ni biz değil onlar yıktı’ tartışması, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Diyarbakır ziyareti vesilesiyle bir kez daha tazelendi. Oysa kronolojiye yakından bakınca, bu bıktırıcı nalıncı keseri tartışmasında iki tarafın da doğruyu söylemediği gün gibi çıkıyor ortaya. Gerçek şuydu: İki taraf da kendi hesabını yapıp, Çözüm Süreci’nin tamamına ermesinin kendi dar örgütsel-partisel çıkarları açısından olumsuz sonuçlar doğuracağı sonucuna vardı ve bitirmeye karar verdi.

ANALİZ – Bahçeli ne demiş oldu? Ya da: ‘Çözüm süreci’ lafını bir daha duyar mıyız?

Devlet Bahçeli’nin bugünkü (13 Temmuz) grup konuşmasından: “Bu süreçlerin ardından yapılan açıklamaların hepsi tek merkezden kaleme alınmış gibidir. Ve hedef ülke Türkiye’dir. Çözüm süreciyle ilgili asılsız ve tehlikeli söylentilerin arka planında da bunlar vardır…” Söyleyin, bu birkaç cümlenin, kadife eldiven içine gizlenmiş demir bir yumruktan farkı var mı? Bence yok. ‘Çözüm Süreci’ lafını bir daha duyar mıyız? Bence duymayız.

ANALİZ – Yarın Meclis’te Erdoğan’a Çözüm Süreci ‘ayarı’ gelebilir

Bahçeli’nin basın danışman Yıldıray Çiçek: "En iyi 'çözüm süreci' devlete-millete silah doğrultan teröristi leş haline getirmektir…" Danışmanı, Bahçeli’ye danışmadan Erdoğan’la çözüm süreci polemiğine girer mi? Bu sorunun cevabı ‘hayır’ ise, MHP Genel Başkanı’nın yarınki grup toplantısında Erdoğan’a öncekilere benzer bir ‘ayar’ vermesini beklemek yerinde olur.

ANALİZ | AK Parti’nin iki taktiği: Ademe mahkûm etme ve asla adam ‘vermeme’

Ademe (yokluğa, unutulmaya) mahkûm etme taktiği nasıl zor konular karşısında mecburi bir sığınak olarak işlevselse, neyle suçlanırlarsa suçlansınlar, hiçbir AK Partiliyi “vermeme” taktiği de yine zorunluluktan kaynaklanan ve fakat işe yarar, işlevsel bir taktik. Ama ikisinin de elde başka araç kalmadığı için zorunlu olarak tedavülde olduğu düşünüldüğünde, aynı zamanda birer çaresizlik göstergesi.