Atilla Aytemur
Kullanım süresi geçmiş suçlama
“Türkiye’de darbeler dönemi kapanmıştır. Kimse darbe yapmayı aklından geçirmesin. Erdoğan, bir darbeyle oradan inmeyecek. Böyle bir şeye tevessül edilirse, önce CHP o girişim karşısında görevini yapar, göğsünü siper eder.”
Vebadan sonra Avrupa’da ne oldu?
“Kırk gün” anlamına gelen “quarantena”dan türeyen karantina önlemi, ilk kez 1377’de ve “trentino” (otuz gün) şeklinde, Adriyatik’in kuzeyindeki Ragüza Cumhuriyeti’nde (bugünkü Hırvatistan’ın Dubrovnik limanında) gerçekleştirildi.
Salgınla mücadelenin üzerine düşen gölge
İktidar seçim sonuçlarını halen içine sindiremediğini, büyük kentleri kaybetmenin onun için dayanılması zor bir durum olduğunu kendi tavırlarıyla teyit ediyor. O gün bu gündür muhalefet belediyelerine, siyasal jargonla ifade edersek sürekli obstrüksiyon (engelleme) uygulamaktan kendini alamıyor.
Korona ve siyaset
Hiç umulmayan bir şey oldu; Türkiye Covid-19 salgınına karşı gerekli tedbirleri zamanında alan ve açıklık ilkesi gereği halkı sürekli bilgilendiren bir ülke olarak dikkatleri üzerine çekti. Olur olmaz her konuyu sansüre bağlayan, yazanı çizeni sık sık cezaevine yollayan bir ülke için bu durum çoğuna haklı olarak şaşırtıcı geldi.
Ömer Faruk’tan Aşk ve Ereksiyon “Aşk”ı
“İnsanlık binlerce yıl süren uzun yürüyüşünde uzaya gitti, uçak gemileri yaptı, görüntülü cep telefonları kullanmaya başladı, devâsâ gökdelenler dikti, nükleer bombalar tasarladı, üç boyutlu filmler çekti; peki Aşk’ta ne yaptı? Teknolojide ulaştığı gelişmelere Aşk’ta da ulaştı mı? İnsanlık kadar köklü bir geçmişi olan Aşk ne durumda?”
Kavala şimdi de FETÖ’nün beyni ve finansörü mü oldu?
İktidarın zayıfladığı ve güç kaybettiği bir dönemdeyiz. FETÖ bağlantılı ordu, polis ve kamu mensuplarına yönelik yaygın ve kitlesel gözaltı ve tutuklamalar yeniden hız kazandığı gibi, kamuoyuna iktidara yönelik yeni komplolar varmış gibi bir propagandayla takdim ediliyor. Bir tehlike ve risk algısı yaratılmak istendiği ve Kavala’nın kurban seçildiği anlaşılıyor.
Vesayet ve darbe tehlikesi hortladı mı?
Vesayet ve darbe tehlikesinin iktidar çevrelerince işlenmeye başlanması, demokratik hassasiyeti olan çevrelerin yeniden iktidarın etrafında kümelemesini sağlama çabası olarak görülebilir. Bunca hayal kırıklığından sonra bu mümkün olabilir mi derseniz, bana göre çok zor.
Kanal İstanbul (3) Risk bombası (*)
Proje gerçekleşirse, Kanal İstanbul ile İstanbul Boğazı arasında büyük bir İstanbul adası yaratılmış olacak. Bunun Trakya tarafıyla bağlantısı 6 köprü ile kurulacak. İstanbul Boğazı’ndaki 3 köprüyü de ilave edersek, çevresiyle ilişkisini 9 köprüyle kuran, deprem fayının kıyısında bir İstanbul adası söz konusu. Şiddetli bir deprem ve 2 metreyi aşması beklenen tsunami dalgaları burada nelere yol açabilir?
Kanal İstanbul (2) Türkiye, ücretli geçişe zorlayabilir mi? (*)
Montrö Sözleşmesi’yle Türkiye, herkes için Boğaz’dan geçiş hakkını tanımakta. Savaş hali hariç, kimsenin savaş veya ticaret gemilerine Boğazları tek taraflı olarak kapatamıyor. Üstüne üstelik, BM Üçüncü Deniz Hukuku Sözleşmesi gemilerin Boğazlardan herhangi bir ücret ödemeden transit geçiş hakkını tanımış durumda.
Kanal İstanbul (1) Hakiki bir ihtiyaç mı? (*)
Pusuya yatmış, İstanbul ve Trakya’yı vurmayı bekleyen Marmara depremlerinin bu projeye taşıyacağı riskleri, Türkiye nüfusunu olduğu gibi bu bölgeye boca edecek rant güdümlü kentleşme hamlemizin Kanal İstanbul bölgesinde nelere yol açacağını bir kez daha gözden geçirsek mi acaba?
Okuyucuya not: Kanal İstanbul ısrarı ve gerçekler
İki ucuna birer milyonluk iki butik şehir kondurulmuş, rant amaçlı bir kanal projesine İstanbul’un tarım arazilerinin, temiz su kaynaklarının, göl ve sulak bölgelerinin, orman, bitki ve canlı hayatının kurban edilmesi, önemli bir yurttaş kesimince benimsenmiyor.
Kamu yetkililerinin sorunlu zihniyeti
Günlerdir Ordu’da genç balerin Ceren Özdemir’i vahşice bıçaklayıp öldüren katilin kabarık suç dosyasıyla nasıl açık cezaevine gönderilip oradan da elini kolunu sallayarak kaçabildiğini tartışıyoruz. Bu sırada Düzce İl Milli Eğitim Müdürü Murat Yiğit ortaya atılıp “Ama olayın da çok değişik boyutları var. Dolayısıyla yani bizim çocuklarımızı her yönüyle iyi yetiştirmemiz gerekiyor” deyiveriyor.
Bunu da gördük: Üniversiteye haciz!
Kamuoyunda yaygın kanaat, Bilim ve Sanat Vakfı’nın kurucuları arasında eski başbakan Ahmet Davutoğlu’nun bulunmasının ve üniversitenin mütevelli heyet mensuplarından bazılarının ona yakın olmasının iktidar çevrelerinde hoş karşılanmadığı; bu nedenle olağan bir ticari sorunun bir kamu bankası tarafından akıl almaz noktaya taşındığı yönünde.
Dipsiz Göl’ün ölümü
Müze müdürlüğü görevlisinin nezaretinde göl delik deşik edilip de hazine filan bulunamayınca, taş, toprak, çerçöp, çamur balçık doldurulup, üzerinde bir güzel de iş makinaları gezdirilerek göl tamamen kapatılıyor. Çalışmanın seri şekilde yapılıp en kısa zamanda “gölün eski haline döndürüldüğü” de Valilik tarafından bir açıklamayla kamuoyuna duyuruluyor.
Otizmli çocuklara ayrımcılık
Bir gerçek de otizmin giderek büyük bir toplumsal sorun haline gelmesidir. Uzmanlar, Türkiye’deki otizmlilerin oranının 1/59’dan 1/40’a yükseldiğini ifade ediyor. Türkiye’nin bu alanlarda henüz çok mesafe aldığı söylenemez. Bir milletvekili, “Aslında ailelerin eğitime ihtiyacı olduğu apaçık ortada” demiş. Yetmez; toplum olarak hepimizin eğitilmeye ihtiyacı var.
Zor denklem!
ABD, Rusya, Esad ve İran, PYD/YPG'ye Türkiye'nin baktığı gibi bakmıyorlar. Bölgedeki ve Suriye’deki Kürtlere "dost" yaklaşımlarını her adımda gösteriyorlar. Türkiye, örgüte yönelik sert tutumunu sürdürürken, onlar örgütü kalıcı sayılacak şekilde bölgeye entegre etmeye çalışıyorlar.
Yargı ve adalet krizi
Düşünce ve hak arama özgürlüğünü güvence altına alacak; olur olmaz her şeyi terör propagandası veya terör örgütüne destek olarak yorumlamayacak; delil ve ispata dayanmayan “iltisak” suçlamalarına meydan vermeyecek; medya özgürlüğünü keyfi tavırlarla sınırlamaya karşı duracak… ciddi hukuksal ve yasal önlemler, pakette pek görünmüyor.
Bütün anneler birleşin!
Bu şartlara rağmen, tökezleyen sürecin dersleri ışığında yeniden bir barış süreci başlatılması için alttan alta süren çabalar olduğunu duyuyoruz. PKK’nın katı tavrına rağmen, HDP’nin Diyarbakır Anneleri’ne ılımlı yaklaşımı ve sorunun çözümü için hem parlamento düzleminde, hem de sivil girişimlerde bulunulmasını önermesi, ortak çalışma teklifi yapması dikkat çekiyor.
Reşat Çalışlar’dan sosyal medya ve Gariplikler (*)
Eskiden cesur ve atak girişimcilerin veya zekice buluşlarıyla piyasayı altüst eden dahilerin, mevcut düzen içinde yırtıp inanılmaz bir hayat düzeyi yakalamalarına ve imrendirici başarılarına dair hikâyeleri dinlerdik. Şimdi, bunun ne yapıp edip kendilerini takip eden bir topluluk yaratan sosyal medya versiyonlarıyla yüz yüze gelmeye başlıyoruz.
İstanbul Belediyesi meğer kimleri finanse etmiş!
Uzun zamandır belediyeler yasa gereği hiçbir kuruluşa nakdi yardım ve destek veremiyor. Vermemeleri gerekiyor. Bu nedenle, belediye herhangi bir alanda bir vakfa destek verecekse ihale açıyor, işler belediye adına satın alınıyor veya yaptırılıyor; mekân veya hizmet desteği yine usulüne uygun olarak söz konusu vakfın emrine sunuluyor. Peki ama bunlar adalete, İstanbul seçmenlerinin hak ve hukukuna, eşitliğe ve siyasi ahlâka uyuyor mu?
Yine mi kayyım!
AK Parti iktidarının üç büyükşehir belediye başkanını görevden almak suretiyle, milliyetçiliği tekrar köpürtmeyi hesapladığı da anlaşılıyor. Zayıflayan Cumhur İttifakı’nı pekiştirmeyi, Millet İttifakı’nda ise Kürt sorunu etrafında bir çatlak yaratmayı umuyor. Muhalefet olayın vahametinin farkına varmış görünüyor. Millet İttifakı’nın iki partisi, konuya demokrasiye sadakat, milli iradeye saygı ve hukuka uygunluk zemininde yaklaşıyor.
Kaz Dağları’nda itiraz ve isyan!
“Kaz Dağları bölge insanının, bitkilerin, hayvanların, meraların, tarım alanlarının ve en önemlisi su kaynaklarının sigortasıdır. Bölgeden çıkacak olan cevheri siyanür havuzlarında işleyecekler. Kirlenme kaçınılmazdır.”
HDP’nin Diyarbakır mitinginin düşündürdükleri
HDP yeni bir sayfanın açılabileceğini düşünüyorsa, PKK’nin Kürt sorununu silâhla çözmeye yönelik politikalarının bıraktığı derin olumsuzluk izlerinin bir kalemde silinemeyeceğini hesaba katması gerekir. Anlamsız özyönetim ilânlarının, hendek ve barikat savaşlarının saçmalığı hem Kürtleri, hem de batıda yaşayan yurttaşları kötü etkiledi. Selahattin Demirtaş ve başka birkaç kişi dışında HDP’den eleştirel bir ses çıkmaması hayal kırıklığı yarattı.
Hedefteki adalet!
Mağdurların anayasal hakkı olan adalet arayışı, sokakları hıncahınç insan dolu Kadıköy gibi bir ilçede, niçin bir polis ordusuyla ve göz yaşartıcı gazla dağıtılmak istenir; anlamak mümkün değil.
AK Parti’de ayrılık rüzgârları
Bugün insiyatif CHP’nin merkezinde, İyi Parti, HDP ve Saadet Partisi’nin içinde yer aldığı bloka geçmiş durumda. Özellikle Ali Babacan’ın liderliğini yaptığı ve Abdullah Gül’ün destek verdiği girişim, işaret ettiğim muhalif bloka olumlu yaklaşırsa, Türkiye’nin çehresi süratle değişebilir. Mevcut otoriter başkanlık modelinden, demokratik kurum ve değerlerin yeniden yürürlüğe girdiği bir döneme giden yol açılabilir.
Başkanlık tartışmasının ardında dış güçler mi var?
“Daha üzerinden bir yıl bile geçmedi, biraz sabırlı olalım” yaklaşımları, durumun vahametini ıskalayan bir vurdum duymazlık gibi görünüyor. Zira her yönüyle tıkanmış bir rejim içinde yaşıyoruz. Nitekim iktidar cenahından “revizyon olabilir; rehabilitasyona gidilebilir” şeklinde yaklaşımların sergilenmesi de sorunun bir parça farkına varıldığını gösteriyor.
AK Parti’nin metamorfozu ve 23 Haziran seçimi
AK Parti “beka” yaklaşımıyla başka herkesi düşmanlaştırmada sınır tanımadı. Zillet, ihanet, terör ve terörist, hain vb. kelimelerle ağır hakaretamiz ve suçlayıcı bir dil kullandı. Yıllardır yapılan operasyonlarla medya büyük ölçüde iktidarın kontrolüne girdiğinden, fütursuzca yayın yapan bir medya zihniyeti görüldü. Hakaret, aşağılama, belden aşağı vurma, kutsal olan her şeyi kullanma bu medyada olağan hale geldi.
S-400’ler ve sol partiler
CHP’nin diplomat kökenli genel başkan yardımcısı Ünal Çeviköz, 20 Şubat 2019’da TBMM’de, “Biz de eğer NATO içindeki konumumuzu ve ulusal güvenliğimizin NATO üyesi olmaktan kaynaklanan özelliğini dikkate alacak olursak bu S-400'ler konusunda biraz daha duyarlı davranmamız gerekirdi diye düşünüyorum” sözleriyle bir uyarıda bulundu.
“KHK Uygulamaları ve Medeni Ölüm”
OHAL ve KHK uygulamalarının hukuka ve insan haklarına titizlik gösterilerek yalnızca darbeyle ilgili olanlar için işleme konması beklenirken, bu sınır fersah fersah aşıldı ve suçsuz, hattâ tümüyle ilgisiz insanları da kapsamına aldı. OHAL ve KHK iktidar tarafından bir fırsat olarak telakki edilip, her türden muhalefeti sindirmenin, susturmanın ve bastırmanın aracı haline getirildi. İnsan hakları ve adaletin yerlerde süründüğü bir dönem yaratıldı.
Türkiye Gemisi
AK Parti sözcüleri bir yandan Türkiye İttifakı’ndan dem vurup kendi memnuniyetsizlerini ve muhalefetin önemli bir kesimini yatıştırmak istiyor; diğer yandan, gelişmelerden rahatsız olduklarını ifade edenleri sert bir şekilde sindirmeye çalışıyor. Aslında kutuplaştırıcı dilden ve ötekileştirme politikalarından hiç de vazgeçilmiş gibi görünmüyor.