Ana SayfaYazarlarOkuyucuya not: Kanal İstanbul ısrarı ve gerçekler

Okuyucuya not: Kanal İstanbul ısrarı ve gerçekler

 

Uzunca bir süredir sessizliğe terk edilen Kanal İstanbul konusu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamaları nedeniyle son birkaç haftadır yeniden alevlendi.

 

Bazı muhalif çevreler iktidarın bu konuyu gündeme getirmesinde politik bir ciddiyet ve kararlılık görmüyor. Ama proje hakkındaki sert tartışmalar ve toplumsal bölünme almış başını gidiyor.

 

Bunu dikkate alarak, 2018 yılının ortalarında Serbestiyet’te yayımlanan Kanal İstanbul hakkındaki üç bölümlük yazımı yeniden yayınlamanın yararlı olacağını düşündüm. Fakat önce, son günlerde öne çıkan bazı hususlara kısaca değinmek istiyorum.

 

Öncelikle belirtmek istediğim şu: projenin nihai ÇED raporu 23 Aralık 2019’da açıklandı. Bu rapor Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü’nce on gün süreyle görüş, eleştiri ve önerilere açıldı.

 

Ekrem İmamoğlu projeyi doğru ve yararlı bulmadıklarını; 2017 yılında ilgili kurumlarla yapılan Kanal İstanbul İşbirliği Protokolü’ne İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin yasa ve teamüllere aykırı şekilde, bir nevi zorla dahil edildiğini ileri sürerek, imzalarını çekip ayrıldıklarını ve durumu ilgili kurumlara yazıyla bildirdiklerini duyurdu. Ayrıca, projenin kent halkına anlatılmadığına ve görüşünün alınmadığına dikkat çekip, referanduma sunulması gerektiğini belirtti.

 

Projeye karşı olanlardan, ana muhalefet partisinin lideri Kemal Kılıçdaroğlu ise farklı bir yol izleyerek ihaleye katılma ihtimali olan müteahhitlere seslendi; iktidarın gidici olduğunu ve şayet kendileri gelirlerse projeyi durdurup kimseye ödeme yapmayacaklarını söyledi.

 

Kanal İstanbul hakkında en kapsamlı ve kritik tartışma, yabancı ticari ve askeri gemilerin Çanakkale ve İstanbul boğazlarından geçiş ve Karadeniz’de kalış rejimini ve Türkiye’nin egemenlik haklarını belirleyen 1936 tarihli Montrö Sözleşmesi üzerinde cereyan ediyor.

 

Geniş bir kesim, sözleşmede meydana gelebilecek değişikliklerin mevcut koşullarda Türkiye’nin aleyhine olması ihtimalini paylaşıyor.

 

Kanalın yapımına gerekçe olarak Boğaz’daki tanker trafiği gösterilse de, asıl amacın rant yaratmak olduğu ileri sürülüyor. İktidarın Independenta tankerinde 40 yıl önce çıkan yangını ileri sürerek aslında bir algı operasyonu yaptığına; petrol ve doğalgaz boru hatlarının devreye girmesiyle geçen tanker sayısında ciddi azalmaların yaşandığına dikkat çekiliyor.

 

Arazilerde görülen fiyat artışı, hızlı el değiştirmeler, bölgede eski toprak sahiplerinden kimsenin kalmaması, hemen herkesin üzerinde durduğu noktalar. Katar Emiri’nin annesinin başka yer yokmuş gibi kanal güzergâhından 44 dönüm arazi alması da bu rant iddialarına iyice haklılık kazandırmış durumda.

 

İki ucuna birer milyonluk iki butik şehir kondurulmuş, rant amaçlı bir kanal projesine İstanbul’un tarım arazilerinin, temiz su kaynaklarının, göl ve sulak bölgelerinin, orman, bitki ve canlı hayatının kurban edilmesi, önemli bir yurttaş kesimince benimsenmiyor.

 

Kanal İstanbul’un Türkiye’nin öncelikli ihtiyaçları arasında olmadığını belirten bu kesimler, kapıya dayanan Marmara depremine ve artan nüfus karşısında yetersiz kalan ulaşıma dikkat çekiyorlar. Acilen geniş çaplı kentsel dönüşüme girişilmesi, kara ve deniz ulaşımında yeni hatların yapılması üzerinde duruyorlar.

 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “yap-işlet-devret” ihalesine yeterli katılım olmazsa projenin milli bütçeden ayrılacak kaynakla hayata geçirileceği yolundaki açıklaması da ilâve bir tartışma konusu oldu. Muhalefet çevreleri yurttaşların alınterinden alınan vergilerle oluşan kaynakların bu şekilde çarçur edilmesini kabul etmeyeceklerini ifade ediyor.

 

Doğrusu bu projenin gerekli olduğuna dair anlamlı ve ikna edici bir tezi proje sahiplerinden şimdiye kadar işitmiş değilim. Riskleri bulunduğunu ve gereksiz olduğunu ileri sürenlerin dayandıkları gerekçeler ise gücünü korumaya devam ediyor.

 

Bu girişten sonra, 2018’deki yazımı yarından itibaren ve üç gün süreyle tekrar Serbestiyet okurlarına sunacağım.

 

- Advertisment -