Ana SayfaHaberlerGündemVesayet ve darbe tehlikesi hortladı mı?

Vesayet ve darbe tehlikesi hortladı mı?

 

FETÖ'nün siyasi ayağı yeni bir konu olmadığı halde, İlker Başbuğ’un dile getirmesi fazla gürültü kopardı.

 

Asıl dikkat çeken, iktidar medyası ve yazarlarının askeri vesayet güçlerinin yeniden kıpırdanmasını ve darbe ihtimalini hararetle öne çıkarması oldu.

 

Muhalefete yakın yayın organları ise bu hususu görmeye pek yanaşmadı ve daha verimli buldukları “AK Parti’deki siyasi ayak” arayışlarını sürdürdü.

 

Peki, Türkiye gerçekten askeri vesayetin ve darbenin reel bir tehdit oluşturduğu günlerine mi dönüyor?

 

FETÖ darbesini iktidar, parlamento ve seçmen üçlüsüyle püskürtmüş bir Türkiye’de, hâlâ bu yolla iktidara gelmeyi düşünenler olabilir mi?

 

Sona eren “düşük yoğunluklu ittifak”

 

Başbuğ’un durup dururken siyasi ayak tartışmasını gündeme sokması, kafaların karışmasına, soru ve kuşkuların ortalığa saçılmasına neden oldu.

 

Hatırlayacaksınız, Erdoğan “İnternet Andıçı Davası”ndan dolayı İlker Başbuğ’un tutuklanmasına ve Silivri’de yargılanmasına karşı çıkmıştı. Genelkurmay başkanları ve kuvvet komutanlarının hiç değilse tutuksuz olarak Yüce Divan’da yargılanması gerektiğini ifade etmiş, hoşnutsuzluğunu ve üzüntüsünü bariz bir şekilde hissettirmişti.

 

İşte bu olaydan itibaren, FETÖ’nün dâvâlar yoluyla tasfiye etmeye çalıştığı Kemalist eğilimli askerlerin bir bölümüyle AK Parti iktidarı arasında, adı konmamış bir ittifak yavaş yavaş gelişmeye başlamıştı.

 

Hele Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ve Ankara Milletvekili Yalçın Akdoğan’ın, 31 Aralık 2013’te “milli orduya kumpas kuruldu” sözleriyle doğrudan FETÖ’yü ve darbe dâvâlarını hedef almasıyla başlayan gelişmeler, bu ilişkiyi bir hayli pekiştirdi. Ardından darbe dâvâları birer birer çökmeye ve Silivri tutukluları tahliye olmaya başladı.

 

O zamandan beri AK Parti ile bu Kemalist kesimler arasındaki ilişki, konjonktüre göre bazı iniş çıkışlardan geçse bile, hep olumlu bir seyir izledi. O gün bugündür, dikkat çekici bir çatışma yaşanmadı. Kürt sorununa yaklaşım, FETÖ’ye karşı mücadele, Suriye ve Doğu Akdeniz politikası, ittifakın sürmesi için uygun iklimi sağladı.

 

İlker Başbuğ’un sert çıkışı düşük yoğunluklu olarak sürmekte olan bu ittifakın sona erdiği yönünde düşüncelerin doğmasına yol açtı.

 

Başbuğ’un tercihi kişisel gibi…

 

Anlaşılmaya muhtaç olan konu, İlker Başbuğ’un bu konuşmayı niye yaptığı. 

 

Olgulara bakılırsa Başbuğ, niyeti bir yana, söz konusu Kemalistler adına konuşabilecek kadar güçlü bir konuma sahip değil. “Arkadaşlarının tutuklanmasına karşı çıkmadığı,” onları “sahiplenmediği” ve Kozmik Oda’ya girilmesine “seyirci kaldığı” eleştirileri, o camia içinde halen sürüyor.

 

Şüphesiz, iktidara karşı mevzilenme anlamında Başbuğ’un söz ve eylemine değer biçen, onda belirli bir motivasyon unsuru bulan kimi emekli, kimi muvazzaf Kemalist askerler de olabilir. Ancak bugüne kadar, kamuoyuna yansımış, siyasal analizlerde yer edinmiş böyle bir grubun varlığına işaret edilmedi.  

 

Başbuğ çeşitli vesilelerle (yazdığı kitaplarla, verdiği konferanslar ve röportajlarla, katıldığı toplantılarla vb) kamuoyu önüne çıksa bile, liderlik eğilimi içinde olduğunu gösteren somut ve güçlü bir belirti de yok.

 

Bütün bunlar dikkate alınınca, yolları ayırmasının kişisel tercihi olması ihtimali ağır basıyor.

 

Ama tam zamanında…

 

Bu çıkışın zamanlamasına biraz daha yakından bakalım.

 

İktidar hayli zamandır içeride ve dışarıda ciddi güçlükler yaşıyor. Dikkat çeken bir yalnızlık ve zayıflama trendi içinde. Cumhur İttifakı gevşeme belirtileri gösteriyor.

 

İki günde bir orada burada patlayan yolsuzlukların, hukuksuzlukların, eş dost kayırma vakalarının yorgun AK Parti tabanında belli bir kaçış eğilimi yarattığı aşikâr. Yerel seçimlerdeki yenilgi sonrasında AK Parti’nin kan kaybetmesi durmuş gibi görünmüyor.

 

Ahmet Davutoğlu kopardığı seçmenle partisini kurdu. Ali Babacan daha genişini ve etkilisini kurmak için gün sayıyor.

 

İktidarın Rusya ve İran’la birlikte çözmeye çalıştığı Suriye sorunu, İdlib’de ciddi tıkanma yaşıyor. Türkiye büyük bir savaşın içine yuvarlandı – yuvarlanacak. Rusya’yla sürdürülen yakın ilişki çıkmazda ve birçok yönüyle sorgulanmaya başladı.

 

Büyük bir sığınmacı nüfusu barındıran ülkenin, iktidarın izlediği politika nedeniyle yeni bir sığınmacı akınıyla karşı karşıya kalması tehlikesi, muhalefetin ciddi eleştirilerine yol açıyor.

 

Türkiye’nin güney sınırlarının güvenliği, toprak bütünlüğü, PKK ve PYD/YPG’ye karşı mücadele, Libya ve Doğu Akdeniz nedeniyle ciddi anlaşmazlıklar yaşanan ABD ile İdlib dolayısıyla yakınlaşma belirtileri, dış politika tutarsızlıkları olarak değerlendiriliyor.

 

Kürtlerde görülen gönül kırgınlığı, adalet ve yargı alanında yaşanan problemler, demokrasi yoksunluğu, basın özgürlüğünün kısıtlanması bütün çıplaklığıyla ortada duruyor. Günü kurtarma ekonomisini süsleme, istikrarlı işsizlik ve hayat pahalılığını perdeleme, rakamlarla oynama, toplumsal memnuniyetsizlikteki artışı gizleyemiyor.

 

“Başkanlık rejimi" otoriter tek adam rejimine dönüştü ve bu iktidar çevrelerinde de huzursuzluk yarattı. TBMM törensel bir kuruma dönüştü.

 

Bütün bunların Başbuğ’un çıkışında etkili olmadığı söylenemez.

 

Amerikalı “orta kademe” diyor ama…

 

Tesadüf müdür bilinmez, Pentagon’u fikren besleyen düşünce kuruluşlarından Rand Corporation’ın 278 sayfalık Türkiye Raporu’nu yayınlaması tam da bu döneme rastladı.

 

Kuruluş, “Orduda orta kademe subaylar arasında darbe fikrinin giderek taraftar bulduğu” iddiasını ileri sürüyor. Daha ileri gidip, uzak olmayan bir vâde içerisinde darbe olabileceğini ortaya atıyor.

 

Malûm, yüksek rütbeli subayların çoğu darbe dâvâları, emeklilik ve FETÖ iltisakı iddialarıyla tasfiye oldu. Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar şu anda eski orta kademeden güvendiklerini üst kademeye çıkartarak durumu götürüyor. Yeni orta kademe subayların vesayetçi ve darbeci geleneğe nasıl ve neden yeniden sarılmış olabilecekleri, epey kurcalanması gereken bir durum.

 

Ancak, ortada son darbe girişimini ezen bir iktidar varken, milli savunmanın başında eski bir genelkurmay başkanı ve ekibi varken, bu “orta kademe subayların” kıpırdanması mümkün olsa dahi darbe hattına girmesi kolay görünmüyor.

 

Değişen dengeler iktidarın lehine değil

 

2023 seçimlerine doğru gidiyoruz. Belki öne alınmış bir seçimle yüz yüze geleceğiz. Bu durum siyasal dizilişleri de ister istemez etkiliyor.

 

Mevcut dengeler AK Parti iktidarının işini zorlaştıracak bir seyir izliyor. Saadet Partisi’nin Kudüs Mitingi bu yönden dikkat çekiciydi. Cumhur İttifakı hariç herkes oradaydı.

 

Önümüzdeki seçimden aynı iktidar kombinasyonu çıkar mı, hayli şüpheli.

 

Vesayet ve darbe tehlikesinin iktidar çevrelerince işlenmeye başlanması, demokratik hassasiyeti olan çevrelerin yeniden iktidarın etrafında kümelemesini sağlama çabası olarak görülebilir. Bunca hayal kırıklığından sonra bu mümkün olabilir mi derseniz, bana göre çok zor.

 

Buna karşılık, demokrasi temelli buluşma olarak tanımlanan Millet İttifakı gücünü korumaya ve hattâ biraz artırmaya devam ediyor.

 

Bu arada, bazıları merkez sağ ve liberal eğilimli üçüncü bir odağın doğma ihtimalinden söz etse de henüz ortada bir şey yok.

 

Seçimle gelen seçimle gitmeli

 

Büyük kentlerde yerel yönetimleri kaybeden AK Parti’nin onları muhalefete teslim etmekte gösterdiği gönülsüzlük, yapılacak ilk cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimini kaybetmesi halinde iktidarı vermeye hiç yanaşmayacağı şeklinde tuhaf varsayımlara yol açmaya devam ediyor. Bunun bazı mahfillerde çok işlendiği söylenebilir.

 

AK Parti’nin böyle bir yola başvuracağına hiç ihtimal vermiyorum. Türkiye böyle bir tavrı taşıyabilecek bir ülke değil ve bunu yapanların bir gün bile iktidarda kalabileceğini sanmam. Ancak böyle bir varsayımdan kendine rol biçen uslanmaz askeri vesayet ve darbe meraklıları çıkmaz mı derseniz, çıkabilir de…

 

Darbeye nice canlar pahasına geçit vermeyen bir halka, “Bu iktidar çok kötüydü. İktidarı vermeyecekti. O nedenle devirdik” demeye kalkacakların işinin hiç de kolay olmayacağını söylemek isterim.  

 

- Advertisment -