Atilla Yayla

Türkiye, Rohingya Müslümanlarına sahip çıkmalı

Türkiye’nin Myanmar ile ortak sınırı yok. Dolayısıyla, Arakan Müslümanlarını Suriyeli göçmenler gibi kolayca ülkeye kabul edemez. Ama Türkiye ekonomik gücü ve uluslararası sistem içindeki yeriyle, işletebileceği ağlarla Arakan Müslümanlarına sahip çıkabilecek durumda.

Flört etmenin ekonomisi

İktisat insan davranışlarını inceler. Her davranış hem benimsenen bir tercihi yansıtır, hem de daha fazla sayıda tercihten vazgeçildiğini gösterir. Her tercihin bir alternatif maliyeti vardır. Bir tercihi yapmak, yapılabilecek diğer tercihlerden vazgeçmek anlamına gelir. Diğer tercihleri kaçırmayı göze almak için, yöneldiğimiz tercihin faydasının, kaçırılan tercihlerin faydalarından daha fazla olması gerekir.

“Teröre Dur De!”

Geçtiğimiz günlerde Türkiye’den teröre karşı cesur ve vicdanlı bir ses yükseldi. Çok sayıda aydın, akademisyen ve sivil toplum aktivisti bir bildiriyle PKK terörüne dur dedi. Bu bildiriye baştan sona katılıyorum. Teröre gerçekten karşı olanlar terörün tüm boyutlarını görmeli ve ayrım yapmadan her tür teröre yüksek sesle karşı çıkmalı. Bu hem bir insanlık görevi hem de bir demokratlık testidir.

Büyükada toplantısı

Siyasilerin bu tür konulardaki yorumlarında ihtiyatlı olması, yargı organlarının ise gözaltı, tutuklama, dâvâ açma kararlarında somut delillere dayanması lâzım. Büyükada vakasında bunlar olmadı. En somut delil olduğu söylenen katılımcılardan birinin telefonunda ByLock programının yüklü olduğu ve programın aktif şekilde kullanıldığı iddiasının da asılsız olduğu ortaya çıktı. Başka bir somut delil ise zaten mevcut değil. Bu durumda Büyükada toplantısına ilişkin yanlış tutumlarda ısrar etmenin bir anlamı ve yararı yok.

FETÖ’nün siyasî ayağı var mı?

FETÖ’nün organik parçası olan bir siyasî parti yok. Yani FETÖ’nün bu anlamda siyasi ayağı mevcut değil. Ama CHP ve HDP FETÖ’nün manipülasyonlarına açık, hattâ onlardan çok etkilenmiş görünüyor.

Bireysel menfaat mi, toplumsal menfaat mi?

Bireysel çıkar ile toplumsal çıkar arasında meşru ve anlamlı bir karşılaştırma yapma ve bundan kamu politikası için sonuçlar çıkarma imkânı yoktur. Peki, hem entelektüel hem sosyal hayatta böyle anlamsız bir karşılaştırma sorusu niçin ve nasıl sorulabiliyor? Bunun sebebi, kişisel çıkar arayışının daima başkalarının pahasına yapılmak zorunda olduğu yolundaki yaygın -- ve yaygın olduğu ölçüde yanlış -- inançtır.

Yargı ve toplumun eli

Hukukçuya göre hukukun görevi adaleti tesis etmektir. Ancak bu da fazla bir şey söylemiş olmak anlamına gelmez, zira adaletin ne olduğunun da açıklanması gerekir. Bu konuyla ilintili bir diğer problem, adaleti kimin tanımlayacağı/tayin edeceğidir. En iyi hukuka giriş kitaplarında bile işin bu kısmı es geçilir. Sanki adaletin hem ne olduğu hem de nasıl tesis edileceği biliniyormuş gibi yapılır.

Özel mülkiyete karşı devrim yapılabilir mi?

Nasıl oluyor da devrimlerin tüm veya en büyük kötülüklerin köküne kibrit suyu dökülmesini sağlayacağına inanılıyor? Nasıl oluyor da devrimci hareketlerde şahsî problemlerin çözümü bile kolayca devrim yapılmasına bağlanabiliyor, devrim sonrasına ertelenebiliyor? Devrim fikri ve idealini savunan düşünürlerin hepsi değilse bile önemlice bir bölümü, özel mülkiyetin ilgasını devrimin çok önemli bir parçası, hattâ özü olarak gördü. Bunun sebebi, mülkiyetin neredeyse tüm beşerî problemlerin, toplumda karşılaşılan kötülüklerin ana kaynağı olarak görülmesiydi.

Müfredat tartışmalarının boşluğu

Devlet en azından değer eğitiminden tamamen çekilmeli. Değer eğitimini topluma iade etmeli. Toplum kesimlerinin vereceği değer eğitimini zorlaştırıcı değil kolaylaştırıcı olmalı. Değer gruplarından, insan haklarına saygının ve beraber yaşama kurallarına riayetin de öğretilmesi dışında bir şey talep etmemeli. Ne var ki bunun mümkün olabilmesi için, önce tüm toplum kesimleri toplumsal çoğulluğu ve kendisinin çoğulluk unsurlarından yalnızca biri olduğunu kabul etmeye hazır ve yatkın olmalı.

Özel mülkiyetin haklılaştırılmaya ihtiyacı var mı?

Daha iyi toplum tasavvurlarımızda onun namevcut olduğu ütopyalarla uğraşmak yerine onu veri alıp sonra arayışa başlamak daha mantıklı ve yararlı. Bazı yazarların (Rousseau ve Marx gibi) hayatı ıskalayan tezlere imza atarken başka bazılarının (Locke ve Hayek gibi) hayata dokunan tezler üretebilmesinin sebebini onların özel mülkiyet karşısında takındıkları tavırda aramak yanlış olmaz.

28 Şubat ile 15 Temmuz birbirine benzetilebilir mi?

28 Şubat ile 15 Temmuz’u birbirine benzetmek, eğer korkunç bir kötü niyetlilik değilse, açık bir akıl tutulması. Bereket versin bu akıl tutulması toplumun sade insanlarını etkilemiyor. Onlar neyin ne olduğunun farkındalar. Problem her zaman olduğu gibi fildişi kulelerde oturup ahkâm kesen ve etrafa ahlâk ve adalet dersi vermeye kalkışan “aydınlarda” tezahür ediyor.

FETÖ ile mücadelede bylock

Sanırım FETÖ’ye ilişkin en doğru adlandırma, en iyi tanım şu: “Terör yönü de bulunan, totaliter, ezoterik (batıni) hareket.” Bu adlandırmanın asıl sahibi kamu yöneticisi Yusuf Ziya Çelikkaya. Tanım FETÖ’nün nirengi noktalarına işaret ediyor. Bazıları gerçekten ya çok saf ya da kötü niyetli. FETÖ’cüler için FETÖ’den üye kayıt bilgisi alınması gerektiğinı sanıyor. O zaman şunu söyleyeyim: Bylock kayıtları FETÖ’nün bir nevi üye kayıt defterini oluşturuyor.

TÜSİAD 15 Temmuz hakkında ne düşünüyor?

TÜSİAD ile AK Parti arasında doku uyuşmazlığı var. TÜSİAD CHP çizgisinde ve tipik CHP reflekslerine sahip. Bu yüzden hükümetin bir şekilde gitmesini istiyor. Bunu bazen ihtiyatlı şekilde bazen kendini kaybetmişçesine dışa vuruyor. TÜSİAD’ın bu tavrında etkili olan bir diğer faktör Batı hükümetleri ve sermaye gruplarıyla girdiği yakın ekonomik ilişkiler ve zihniyet ortaklığı.

15 Temmuz’un birinci yıldönümünden izlenimler

Bütün bu insanlarda bilinçli ve gönüllü bir katılma azmi gözlemledim. Bir kere daha anladım ki 15 Temmuz direnişinin kahramanları bu sade, mütevazı insanlar. Ölüm makinalarıyla donanmış asker kılıklı çeteleri bu insanlar çıplak elleriyle durdurdu. Sokağa, bir nevi savaşa koşmakta zerre kadar tereddüt etmediler. “Ev kira ama memleket bizim... Evlatsız olur ama vatansız olmaz” dediler.

15 Temmuz direnişi: Bir demokrasi destanı

15 Temmuz direnişi sadece 15 Temmuz darbesine değil, tüm darbelere, darbecilere, darbe sevdalarına ve sevdalılarına verilen bir cevaptı. 15 Temmuz darbe teşebbüsünü saatler içinde püskürten halk kelimenin tam anlamıyla bir destan yazdı. Bu destanın literatüre girmiş benzer -- Amerikan Devrimi, Fransız Devrimi vb -- destanlardan eksiği yok fazlası var.

CHP’nin “adalet yürüyüşü”nün izleri

Miting konuşması Kılçdaroğlu’nun adaletin ne olduğunu ne olmadığını bilip bilmediği konusunda soru işaretleri yarattı. Sokak vurgusu tamamen yanlıştı. Adalet talebi sokaklarda dile getirilebilir, ama adalet sokaklarda tecelli etmez ve tesis edilemez. Adalet hem usulle hem esasla ilgili kurallara bağlı olarak işleyen kurumsallaşmış yapılarda -- yani mahkemelerde -- gerçekleşir. İnsanlığın adalet mücadelesi sokaklardan mahkeme salonlarına doğru ilerlemiştir.

CHP’nin yürüyüşü noktalanırken

Mitingin Maltepe Cezaevine yürüme kısmının iptal edilmesi ve son durağın miting meydanı olması kararı gayet yerinde. Can Dündar gibi tipler Maltepe Cezaevine yürümeyi daha şimdiden Fransız İhtilali’ndeki Bastille baskınına benzetmişti. Bu elbette temelsiz bir benzetme. Aç tavuğun kendini darı ambarında görmesi gibi bir şey.

Kontrollü darbenin siyasî ayağı

Darbenin bilindiği hâlde önlenmediği de saçma bir iddia. Ok yaydan çıkmıştı. FETÖ’nün ordudaki çapının boyutları tam olarak bilinmiyordu. Kaldı ki, GK bazı tedbirler aldı. Tüm uçuşları yasakladı. Mekanize birliklerin kışla dışına çıkmaması talimatını verdi. Buna rağmen olan oldu, çünkü FETÖ mensupları TSK hiyerarşisine değil kendi hiyerarşisine uymaktaydı.

Kılıçdaroğlu’nun parti içi muhalefete karşı yürüyüşü

Geleneğinde şiddet olan grupların şiddet kullanmaktansa yürümesi daha iyidir. Demokraside önemli olan, görüş ve taleplerin ne kadar uçuk, marjinal ve rahatsız edici görünürse görünsün dile getirilebilmesidir. Bu, demokrasinin olgunluğuna, ifade özgürlüğünün genişliğine delalet eder.

Ali Sunal’ın “Güldür Güldür Show”daki müdahaleciliği

“Güldür Güldür Show” birkaç meziyeti sayesinde insanların yoğun ilgisini çekiyor ve gelişerek yoluna devam ediyor. En başta vurgulanması gereken, senaristlerin hayatı gözleme, insan davranışlarını tespit etme, halk arasındaki her tür dili belleme yeteneği. Bir diğer özellikleri, siyasetin, günlük polemiklerin baştan çıkartıcı cazibesine kapılmamaları; illâ da ideolojik propaganda yapma saplantısından uzak durmaları; skeçleri siyasî ve ideolojik mücadelelerin aracı kılmamaları.

Fransa seçimleri ve demokrasi

Hemen her demokraside çeşitli rahatsızlıklar kolayca değişik çapta isyanlara dönüşebiliyor. Şiddeti azaltması beklenen demokrasiler ciddî şiddet tablolarına sahne oluyor. Bunun sebebi ne? Bana öyle geliyor ki siyasetin esas itibarıyla ülke ölçekli olması ve ulusal hükümetlerin hem toplumsal hayatı işgal, hem her şeye müdahale edici olması, sistemi geriyor. İnsanları karşılanması imkânsız beklentilere itiyor.

CHP’nin yürüyüşü ve adalet

Ülkenin ana sorununun ve en acil, en büyük adalet talebinin özellikle CHP tarafından gözden kaçırılmaması da gerekir. Daha bir yıl önce resmî ve sivil ayakları, uluslararası bağlantıları olan, dinî görünümlü totaliter bir hareket, meşru siyasî iktidarı silah zoruyla devirmeye kalktı. Faillerinin bulunması ve en ağır şekilde cezalandırılması lâzım. Bunu yapmazsak sadece adaletten bahsedememekle kalmayız; aynı zamanda demokrasimizi gelecekte benzer risklere daha açık hâle getiririz.

Fakirlik bir erdem midir?

Fakirliği övme ve zenginlik yollarını kapama tavrı sadece İslâm kültüründe karşımıza çıkmıyor. Bir zamanlar Hıristiyanlık kültüründe daha ağır bir tablo vardı. Hazreti İsa ticaretten ve zenginlikten habersiz bir hayat yaşadı. Onun ardından havarileri tarafından inşa edilen Hıristiyanlık dininde varlıklı olmak da, zenginliğe imrenmek de kınandı, âdetâ aforoz edildi. Hıristiyanlığın bu kültürün üstesinden gelmesi asırlar aldı.

Katar krizi ve dış politikamız

“Radikalizmi teşvik etmek ve teröre destek vermek” gerekçesi hiç inandırıcı görünmüyor. Anlaşılıyor ki, asıl sebep Katar’ın Arap dünyasındaki anti-demokratik ve anti-özgürlükçü statükoyu bozabilecek -- Arap Baharı, Müslüman Kardeşler hareketi gibi -- oluşum ve hareketlere sempati duyması. Bu çerçevede, Sisi darbesini de hoş karşılamamış olması. Buna karşılık, Suudi hanedanı mutlak monarşisini ve Arap dünyasındaki durumunu korumak istiyor.

Emek, değer belirleyen midir, değeri belirlenen midir?

Avusturya İktisat Okulu mensuplarına -- sübjektivistlere -- göre değer objektif değil sübjektiftir. Bir malın değeri, emek de dâhil olmak üzere, onun üretimine katkı sağlayan fiziksel girdilerle belirlenemez. Her mal insan için bir araçtır. İnsanlar malları amaçlarına ulaşmak için kullanırlar. Bir malın bir insan için değeri o malın o insanın amaçlarına ulaşmada oynayacağı role bağlıdır.

FETÖ’cüler mağdur mu, mağdur eden mi?

Uşak Üniversitesi Rektörü Sait Çelik 15 Temmuz darbe teşebbüsüne sosyal medyada ilk anda tepki veren ve bunu yapmak için kimin kazanacağını beklemeyen az sayıdaki rektörden biri. Hakkında hazırlanan dosyada da hiçbir somut delil yok. Sadece dedikodular var. Buna rağmen hapiste tutuluyor ve tutukluluk süresi beraat etse dahi rektörlüğünü kaybetmesi için kasıtlı olarak uzatılıyor.

Hukuk ve güç

Esasen güçlünün genel, soyut ve eşit kurallara -- yani kanunlara -- ihtiyacı yoktur. Güç ona istediğini yapma imkânı verir. Asıl zayıfın hukuka ihtiyacı vardır. Zayıf, gücün keyfî kullanımına karşı hukukla korunabilir.

Eğitim kimin hakkı, kimin işi?

Eğitim alanındaki birçok kavganın ana sebebi, kendi doğrularının tek doğru olduğuna inanan toplum kesimlerinin siyaset aracılığıyla onları eğitim sistemine egemen kılmak istemesi. Farklı kesimler, eğitimin patronunun devlet olması, eğitimin tümüyle devlet tarafından finanse edilmesi, eğitim çalışanlarının devlet memuru, okulların devlet binası (yani dairesi) olması hususunda ittifak ediyor. Tersinin mümkün olabileceğini düşünemiyor. Sağ-sol, dindar-seküler ayrımı bu noktaya varınca sona eriyor.

İktisatçının aşk şiiri

“Maliyecinin aşkı” başlıklı yazımın hoş ve ilginç yankıları oldu. Aşırı politikleşmiş olan ve her şeyin bir şekilde siyasetle ilişkilendirildiği bu yorucu memlekette zaman zaman sıcak gündemin esiri olmaktan kaçıp insanî hayatın kısa vadede önemsiz görünen ama uzun vadede çok önemli olan yüzlerine bakmakta yarar olduğu kanaatim bu yankılarla iyice güçlendi.

AK Parti’nin ve Türkiye’nin istikameti

Orta demokrasi kavramı da yerine çok iyi oturdu. Türkiye demokratik bir ülke ama demokrasisi ideal olana yeterince yaklaşmış olmaktan uzak. Türkiye demokrasisini bütün kural ve kurumlarıyla geliştirmek, iyileştirmek zorunda. Türkiye bunu kendi demokrasi sicili gittikçe kirlenmekte olan AB hatırına değil, uygarlık ve insanlık adına, kendi insanının refah ve mutluluğu uğruna yapmalıdır.