Ayşe Kilimci

Sevgili Ezrail Aleyhisselam,

İçerdeki dışarıdaki, satılmışı, satılmaya can atanıyla, ölümle tehdit edeni, dağdaki bölücüsüyle, vatandaşı vuranı, jetlerle ülkeyi, meclisi bombalayanıyla hepsinin ayrı bir yerinden tutup destek verdiği ihtiyara, darbe anayasasına mı, yoksa yenisine, kim iktidar olmuş ise onun her organıyla ülkeyi yönetmesine, gençliğe, umuda, doğruya ve haklıya mı destek olacağına elbet hakkıyla karar verecek, insanlar…

Tornistan kuşlar

Uçun kuşlar uçun, burda vefa yok / Hepsi genel başkan, bize biat yok / Feryadıma karşı aks-i sada yok / Bu yangın yerinde soğuk kül vardır

Sevgili Tez…

Ya, her yokluğun bi safası varmış, iyi ki yoksun, tez’im, iyi ki sakıncalı bulunup semt-i meçhule yollamışlar seni, hiç değilse düşman işgalini yaşamadın, görmedin, biz gibi…İşgale alkış tutanlara tanık olmadın…At izinin it izine karıştığını görmedin, iyi ki…Neyse ki artık dünya başka bi dünya, her şey kayıt altında, silmek, sürmek, yok etmek zor.

‘Yerimiz mi dar; yoksa yen’imiz mi dar, ne var, ne var?’

Doğru tavır; namuslu, halka yarar, yeni, sivil, esaslı bir anayasadan yana olmak mı; yoksa yerimiz de yen’imiz de dar. Ne var, ne var, ne var, demek mi?

Sevgili Müzeyyen Senar,

Taganniye başladığınızdan, sustuğunuz ana kadar: ‘Anasını satayım, hayat mucizelerle dolu’ deyip kader yoluna ağdığınız, kendiniz bir mucize olduğunuz için…

Sınırlar silinirken…

En güzel kızın yumurta hücresiyle üst zeka grubundaki akıllı, yakışıklı erkek tohumları satılık, parayı basan alır, hatta zahmet buyurup doğurmaz kadın, taşıyıcı anne kiralar, seçkin ve pahalı bebekler doğar, peki ya sonra?Sonrası hukuk ve tıp açısından kaos olabilir mi?Ümit teknolojileri kaos çiçeği açarsa ne olur?

Sevgili hekim şair ve yazarlarımız…

Sizleri tanıdığını, okuduğunu varsaydığımız günümüz insanının ille şu referandum arefesinde kimilerinini çinde bocaladığı ruh durumu ve nezaketsizlik, apaçık düşmanlık ve küfürbazlığına oralardan teşhis koyup, esaslı bir reçete yazıp iletebilseniz, buradakilere...

Kurtuluşun, düşünmek ve dayanışmakta…

Her yıl ‘günün mana ve ehemmiyetine’ dair hamasi nutuklar atılır, karanfil dağıtılır, vitrinler anneler/sevgililer günündeki gibi ‘al, ölümü gör, al' afişleri ve mallarla donatılır. 8 Mart bu değil, bilincine varılacak gün, amenna ama bayrammış gibi kutlama günü değil, kadının kapitalizm ve erkek egemen sisteme, yakıştırılan kimliğe başkaldırma, sorunları söyleyip çare arama ve "şiddete hayır" deme günü.

Sevgili Cemre’ler

Ömre düşen rahmet damlaları gibisiniz, karanlık gecede açan gökkuşağı, hani onu gören tüm derdinden tasasından kurtulurmuş ya…

Dönderebejlere geldik .asan abi!

4 Şubat günü Sincan tank sesiyle uyandı. Bir tank konvoyu, sözümona tatbikata giderken ve niyeyse rotası ilçenin ana caddesiyken geçmişti Sincan içinden.’Normal motorlu yürüyüş’tü bu, ne ‘dönderebejlere geldik Asan abi’si, ney ney?

Sevgili Arsa,

Akşamdan akşama senin konuklar değişirdi…Önümüz uçurumdu, baya bir yar vardı, kayalık zeminden, aşağı semte, Yağhaneler’e inen.

Darbeleri, savaşları söyleyen kitaplar…

Darbeler, muhtıralar, işgaller vurur geçer, deler geçer, edebiyat siler geçer, üfler geçer, daha doğrusu öylesine dokur, dokunur ki, geçmez… Yaranın kabuğu düşse de izi kalır. Geçmesin zaten, ne acısı, ne de izi…

Sevgili Red Kit,

Meksika’ya duvar çekiyor, sonradan olma vatandaşları ülkeye sokmuyor, çakma bir Red Kit bu ve sanırım Düldül’e atlayıp onun kasabası Washington’a, oturduğu Beyaz Saray’a gitmenizin vakti.Herkesi Daltonlar çetesinden sanıyor, bütün medya yalancı diyor, alafucuruk bozduman bir siz, bu adam,haklısınız siz olamaz…

‘İlle akıl, ille edep’

Referandumda oyum evet olduğu için, bazı hayır’cılar tarafından İkinci Dünya Savaşı öncesi ve sırasında Nazilerle işbirliği yapan Norveçli malum yazara benzetildim. MİT için çalıştığım söylendi. ticari kaygılarla (kitap satışı gibi) hareket ettiğim iddia edildi. Şahsi aşağılamalar da gırlaydı. Ben kimseye hayır oyu vereceği için tek bir kelime eleştiri yazmadım. Hayır oyu da evet oyu kadar saygındır.Profesyoneller hariç, algı yönetiminin kurbanı olan kardeşlerimin bu davranışlarını müsamahayla karşılıyorum.

Sevgili Eros,

Ben sanırdım ki, dünyamızda aşk var diyedir bunca şarkı, şiir, gök dolusu yıldızlar, Samanyolu… Aşk var diyedir gülün usul açması, gül kokması, bülbülün gülden sebep feryadı. Gecenin solup rüzgarın esmesi, denizlerin dalgalanması, kuşların göğü çizmesi, tohumun çimlenmesi, şimşek çakması.Yerin bağrındaki ateş bile aşktandır, sanırdım. Yaşadıkça, yazdıkça bildim, aşk çoğul yazılsa da tekil yaşanan müşkül iş imiş.

Ruh pare pare müzikte çare…

Eski Türklerin müzikle iyileştirdiğini biliyoruz, su sesini enstrüman olarak kullanmak bunun içinde… Kam denen sihirbaz hekimler gökle yer Tanrı ve ruhlar arasında ilişki kurduklarına inandıkları ayini yürütürken, hastayı adak, içecek, dağlama, bazı hareketler ve oyun, müzik, büyü , bitkisel ilaçlarla iyileştirirdi. Salt zevk, neş’e, aşk, hüzün, eğlence unsuru olmayıp, savaşın, barışın, ulusça kenetlenmenin sesi ve ritmi de olmuş, müzik.

Sevgili Hekimeler…

Belgeli belgesiz, kadın iyi ediyor, hastayı .Hijyeni, beslenmeyi, aşkı o var kılıyor, savaşta ve barışta. Mum dibine kör yansa da, toplum kadın eliyle toplum oluyor. Kimileri bu örnekte olduğu gibi diploma ve unvan savaşı verip, kazanarak çıkıyor bu savaştan, kimi, bizimkiler gibi taşı öğütüp un ediyor, ekmek ediyor, acıyı bal eyliyor, karpuz kabuğunu kurutup kışın et niyetine yemeğe katıyor, savaşlarda acından ölerek, özgürlük için çarpışıyor. Yeri geliyor, ebe kadınlar, o ümmi ve eğitimsiz denenler, halk ilaçları yapıp yaraya çalıyor, doğurtuyor, hastalananı iyileştiriyor, doğayla kadın elele vererek…

Mahalle’cağzım, sen bilesin hal’cağızım…

Mahallelerimiz, mahalle kültürümüz bize geçmişin emaneti. Bu konuda düşünmüş, çile çekmiş, örnekler sunmuş üstadların hayalleri de hepimizin mirası, en çok yerel yönetimlerin, ilgili bakanlıkların…

Sevgili Elhaç Mehmet Efendi

Osmanlı değilsek biz ne miyiz? Bilmem ki, benziyor gibiyiz ama tam o değiliz. Söylesem çare olmaz, sussam gönül razı değil. Desem şey’ederler. En iyisi yaşasın Cumhuriyet!

Büyükanne ve torun…

Diyeceğim o ki, çalışan kadının çocuk sahibi olması, birkaç eve birden ateş düşürür, çocuklar gene de yarım buçuk bakılır, yani bakılamaz, annenin eli işte gönlü evdeki küçük çocuktadır, verim kalitesi tartışılır, hastalanması durumunda bu mağdurlara bebek de katılır.

Sevgili Ümit Yaşar Oğuzcan,

Kekemesiniz. Söylediniz zaten, ‘Gözlerimiz kapalı olduğumuzdan başka/Ömür boyu işimiz körebelik değil mi?/Şimdi fazla üzmüyor beni kekemeliğim/Yaşamak da bir çeşit kekemelik değil mi?’

Sokakta kalmak

Kış günleri valilikler ve belediyeler kapalı spor salonları yahut misafirhanelerde evsizleri barındırıyor olsa da sağlıklı bir veri tabanı olmadığından, izlenemediklerinden, aksaklık kaçınılmaz.

Sevgili öncü kadınlar

Bizim öncü, farklı kadınlarımızın günahı neydi? Eli yazıya düştü diye baba, koca evinden kovulanların, aç kalınca çamaşıra, ütüye giden, tığ işi yapanların, çevirdiği kitaba adını, kocası adıyla bile değil, ‘bir kadın’ diye yazan, misal?

Gösterip de vermemek gürleyip de yağmamak…

Ne geçen hafta gene İzmir adliyesi şehidi üstünden saç ekim reklamı yapan bir firmanın gazetelere verdiği taziye ilanı, ne kırk günlük yardımla dünya kurtardım sanan sadakacıların gösterisi… Onların acı çekenlere muhtaçlığı gerçek, ancak acı çekenlerin böylelerine hiç ihtiyacı yok.

Sevgili Hazreti Adem babamız,

Yeryüzünün ilk iki kişisi olarak bağışlansanız da ebedilik vasfınızı yitirdiniz artık. Allah size Kabe’yi yapmanızı buyurmuş, Cebrail de Hac merasimini öğretmiş. Burada yerleşip, toprağı işleyip, doğurup dokumuş, insan soyunu buradan türetmişsiniz…İnsanlık şimdi oraların ve Mezopotamya’nın bombalanmasına tanıklık ediyor. Dünyayı bir pula satacak ecinniler insanlığı yok edecek gözünü kan bürümüşlük ve zulümkarlıkta.

Akıllı yorumcular ve terör sosyal politikası

Belki yeni bir vicdan yapımı sahiden gerekli bu günlerde… Kendini ötekinin yerine koyabilmek, çekilen acılara bigane kalmamak, vicdanın, acımanın devreye girmesine gayret etmek, bu yaralı günlerimizde ötekileri fark edip anlayabilmek, kısaca insan olabilmektir, şart olan…

Sevgili Nazım Hikmet

Piraye Hanım’ a 1930’da tutulmuştunuz değil mi? Siz yirmi yıl aşık kalabildiniz, 13 yılı mapusluk zaten kalır geriye 7 yıl. Mapusken yeni bir aşka yelken açtınız. Piraye hanım ömür boyu sevdi sizi, ölümüne sevdi…

Gülmeye derman, umuda ferman

Başınızın üstünde çatı duruyorsa, yıldızlarla bakışıyor, kayan yıldızla dilek tutabiliyorsanız, daha ne? Kapınızın önünde nar kırın yılın ilk günü, berekettir… Piyango çıkmazsa da dert etmeyin, size bahşedilmiş ömür zaten büyük ikramiye…

Sevgili Kemal Tahir…

Öldünüz, pek erken öldünüz. Bizi kendinize ve görüşlerinize hasret bıraktınız en gerekli zamanlarda. Yaşayaydınız ne vardı? Olmadı…Biz, sizi kavramaya, esaslı anlamaya hâlâ çabalayanlar yaşadık, kaç darbe gördük, kaç zulüm, sormayın, demeye varmaz dilim.

Nesini söyleyeyim

Neredesiniz ey insanlar? Ortadoğuda insanlar kürem kürem öldürülürken, aç açıkta ve yaralıyken, bütün doktorları ve savaşçıları ölmüşken, çocuklar bombalanırken, analar evladlarını toprağa koyarken, umut etmek için hiçbir şey kalmamışken, ey insanlık sen neredesin?