Ana SayfaYazarlarSevgili Ümit Yaşar Oğuzcan,

Sevgili Ümit Yaşar Oğuzcan,

 

Sizinle tanışmadık, söyleşmedik, ömürlerimiz hep teğet geçti, ama, ardınızsıra mekanlarınızın konuğu oldum hep.

 

Tarsus, Adana, Istanbul ve aşk.

 

Herkesin Ümit Yaşar’ı kendine.

 

Kimi aşk şiirlerinizi sevdi, kimi güftelerinizi, kimi siyasi taşlamalarınızı, heccav yanınızı, kimi dergicilik ve yayıncılığınızı, kimi çalışkanlığınızı, kimi deliliğinizi, kimi kadına/çocuğa/sanata saygınızı.

 

Sevilen sayılan bir şairdiniz, bana sorarsanız değeriniz hakkıyla bilinmedi.

 

Belki şiir burcunun arş-ı alada olduğu dönemlerde, en güçlü şairler cümbür cemaat yaşadığınız için. Belki memleketin en şıngırdaklı zamanlarında olduğunuzdan.

 

Kekemesiniz. Söylediniz zaten, ‘Gözlerimiz kapalı olduğumuzdan başka/Ömür boyu işimiz körebelik değil mi?/Şimdi fazla üzmüyor beni kekemeliğim/Yaşamak da bir çeşit kekemelik değil mi?’

 

Tarsus 22 Ağustos 1926 doğumlusunuz, sorsanız Tarsus’lu bilmez, bilenler de kabileden Oğuzcanlardan sebep bilir. Yahut eli şiire düşenler, yahut okurunuz olanlar, ki onlar da hızla eksilmekte.

 

Şehirlerin kendi evladı şairlere bivefa duruşu içimi sızlatır hep.

 

‘Faruk Nafiz duyarlığındaki aşk, ayrılık,özlem,hayatın boşluğu, ölüm ve acının şairi’ demezler mi, sizden için, illet olurum.

 

Ben olsam, aşkı, hasreti, kadını, yaşamak zevkini, çalışmayı , siyaseten latifeyi iyi bilen, incelikler toplamı adam, derdim. Ne ilgisi var şiirlerinizin, Çamlıbel’in duyarlığıyla?

 

Siz kendi adınıza başka duyarlısınız, diğerleri bambaşka.

 

Biraz kül, biraz duman, o sizsiniz işte…’Canımız çekince sözlükten üç söz alabilsek, örneğin aydınlık, şölen ve mutlu…’ Keşke üstadım, ah, keşke…’İsyan eden çekirdekse, çatlayan kabuk’ elbet.

 

Ve elbet, ‘bir büyük karanlık geçiyor çağımızdan/Belki çok olduğumuz hiç olmadığımızdan…’

 

Şiir denende matematiğin mührü olmazsa olmaz, ondan Ticaret lisesini bitirmiş olmalısınız, Eskişehir’de.Şiir her zaman eşittir matematik.

 

Bu akıldan fikirden, sağduyu ve sayılardan nasıl çıkıyor o aşk denen meret, anlayan beri gelsin.En sağlam sağduyu eşittir en büyük dellenmek aşk…

 

Belki aşkın beş bilinmeyenli denklemini iyi kuruyor, beşini birden çözüyorsunuz, ondan.

 

Yok canım, ne yüze gelen büyük şairler, ki çoğu ya matematik zekalı ya maliyeci/ darphaneci, ne de matematiğin şaşmaz mantığı, onların tamamının en büyük delirmeklerle, aşkla yanıp, sıfırı tüketmesine ve şiir denen derin suda yanmasına engel değil.

 

Ergen yaşlarda ezber edilen dizeleriniz, ‘Unut diyorum, unutacaksın, unutmalısın/ Ölmek de yalan bir yerde doğmak gibi/En gerçek yaşadığımız/Ve belki/

 

Aldanışlarımız hiç değişmeyen/’Öyleyse kim aldatıyor bizi?’ diyeceksin/Biliyorum/İçinde bir mabet yıkılmış/Anlıyorum/Yine de kendini aldanmışlığın hazzına bırak/Düşün ki yıllar geçiyor, umutlar değil/Ağlayan Tanrıdır, bulutlar değil/

 

Anlasana/Kolay değil/Bunca insanın Tanrısı olmak…’

 

Siz ne akıllar fikirlerle yazmıştınız, biz kendi ağıdımız yetişmez gibi bi de Tanrı’ya ağlıyorduk, bunca insandan ne çektin Yarabbicim, diye…

 

Sahafta iki kitabınıza rastladım, bende olmayan iki kitap, Taşlar ve Başlar (ama bir ek var, üstelik aşk kelimesi kırmızıyla yazılmış, ötesi siyah beyazken, yeni AŞK şiirleri ile, şerh düşülmüş.Minnetoğlu yayını ve imzalı üstelik, tarih 1974, öleceğinize on yıl var, bunu bilmeden yazmışsınız ithafı, tükenmezle.

 

Ama diğer kitap, dördüncü baskıdaki Bir Gün Anlarsın, o kesik uçlu dolmakalemle, imzalanmış, ‘Tatlı oğlum Mustafa’ya’ diye. Kitabın sonuna reklam alınmış , İş Bankası ve Gripin markasından,’Şiddetli baş ağrılarına Gripin’ diye. Arka kapakta sizin bazı kitaplarınızın adları , beyaz ve mavi üstüne kırmızı ve beyaz yazılmış: Biraz Kül Biraz Duman, Halktan Yana, Hüzün Şarkıları, Üstüme Varma Istanbul, Sen Aşk Nedir Bilmezdin, Seninle Ölmek İstiyorum, Sahibini Arayan Mektuplar, Sevenler Ölmez, Mihriban’a Şiirler, Mektuplar, Birgün Anlarsın…

 

Ederleri beşer lira, son eşiniz Ulufer hanımın dediğine göre hem Ayten hem Mihriban hanımefendiler sahiden varmış, ne yakmışlar, nasıl mühür basmışlar…Belki hanımefendiler birer elçidir yalnızca, aşka elçi, kalbinizi kızgın mühürle dağlayan aşkın ta kendisidir.

 

Yurdunuz Şiiristan sizin, Tarsus falan hikaye…Tarsus zaten orası burası kırpılmış bir destan, o da sizin gibi ne hakkıyla bilinmiş, ne burçlara taşınmış.Siz gene hep varsınız, gün günden daha sahi ve daha haklı, garibim Tarsus giderek daha silik, altı görkem, üstü sefalet…Benim orada yaşadığım uzun yıllar boyunca, siz yoktunuz, ne adınız, ne adınızın taçlandıracağı bir okul, şimdi varmıştır belki, bilmiyorum, vardıysa da geç kalmıştır.Tarsus’ta ha var ha yoksunuz, neyse ki, ordaki herkeŞ şair, yazar ve gasteci, yumurtaya can veren Allahım…

 

İş Bankası çalışanısınız, Adana, Ankara, Istanbul, en son halkla ilişkiler müdür yardımcısısınız, 977’de emekli olup, bir sanat galerisi açıyorsunuz.

 

Kırklı yıllarda Yedigün şairleri arasındasınız.Ve her daim, asıl yurdunuz şiiristandasınız, hani o ‘evler Yunus’un evleri/Yollar Emrah’ın yolları/ve Hayyam’dan birer rubai gemiler limanda/Deniz bildiğin gibi Orhan Veli’den kalma/Mevsimler Yahya Kemal’ın sonbaharı/Nedim’dir seyreylediğin bir elde mey, bir elde gül/Çeşmeler Karacoğlan’ın/Dağlar Köroğlu’nun dağları/Tarancı’nın kuşları havada dönen/ Kadınlar Haşim’in kadınları görüyor musun?/Yeter bir nabız gibi vurduğun bende/Bana bir şiir ver güzelliğinden/Bütün şiirler senin olsun.’

 

İyiymiş bu Şiiristan…Onun da şairine vefası kıtmış, ömürsüz kılmış, yoluna baş koyan şairlerini.

 

Sahaf kitabın içinde bir kağıttan ok, Lorgue des Parfums yazıyor, beyaz üzre siyah italikle ve misler gibi kokuyor…Ne hoş, bu da sizle gelen bir incelik olmalı, evet bilet, Saatli Maarif takvim yaprağı, kuru çiçek bulmaya alışığız eski kitap içlerinde, ama, böylesi…Kaç yıl geçmiş, parfümün ıtırı şiirin balına karışmış, kitaba sinmiş.

 

İlk 7 kitabınızın mevcudu kalmayınca, İnsanoğlu, Deniz Musikisi, Dillere Destan, Dolmuş, Aşkımızın Son Çarşambası, Bir Daha Ölmek ve Kör Ayna adlı bu kitaplardan seçmeler, Beni Unutma adlı kitabınızda toplanmış, ölümünüze on yıl kala, imzaladığınız bu sahafiye kitaptan öğrendiğimize göre, ilk yedisi dışındaki 33 şiir kitabınız, ki hepsi pek çok baskı yapmış, o zamanın baskıları da, şiirde bile, şimdiki gibi 250 falan değil, en az üç bin…

 

6 taşlama, 4 düzyazı , 13 antoloji /biyografi/derleme. Elliyi bulan kitap, kayda üçü geçen beş büyük aşk, iki oğul, biri Galata kulesinden kendini bırakan Vedat, sizi hicranlara garkeden…

 

Bu ne çalışkanlık?…Dur durak bilmeden aşık nasıl bir kalp bu?

 

İlginç, döküme göre, taşlamalar dışında hepsi birkaç baskı görmüş, yalnız taşlama şiirleriniz,ilk hiciv kitabınız 1960’da yayınlandıktan sonra, o ve peşisıra gelenler , Akıllı Maymunlar, Sadrazamın Sol Kulağı, Taşlar ve Başlar, İnşallahla Maşallahla, Göbek Davası, Halktan Yana tek baskıda kalmış.

 

Oysa taşlamalarınız en az aşk şiirleriniz kadar, çoğu kere daha güzel.

 

Koltukname’de ne güzel söylersiniz: ‘Her koltuğu ebedi mülkleri bilir onlar/ Çöplükte doğarlar da koltukta ölür onlar/ Bir gün huzuruna da koltukla gelir onlar/Bütün istedikleri tam maaşla yolluktur/Oturanlar kalkmıyor, Yarab bu ne koltuktur?/İnanmışlık onlarca satılmışlık, kulluktur/Oturanlar kalkmıyor Yarab bu ne koltuktur?’

 

Öyle bir zamana erişti devran, üstadım, ne heccavlar heccav ne yergiler yergi.

 

Şimdi siz olaydınız ne döktürürtünüz kimbilir.Ama siz aşk şehidisiniz.Memleket evlatları günümüzde kahpe savaşlarda vatan uğruna şehid.Sanırım aynı cennette dizdizesiniz onlarla. Bakın o yıllarda, ortanın solunda bir aday için nutuk örneği bile yazmışsınız, ‘Vatandaşlar/biz iktidara gelirsek/Gelirsek değil, muhakkak geleceğiz/Ama laf atarak,/Yan yatarak/Çamura batarak geleceğiz/Geleceğiz ya/Ve geldiğimiz zaman/Parolamız/Her köye deniz/Her denize bir liman/İşsize iş/Dişsize diş/Aklı olmayana akıl/Böylece iktidarda kalacağımız dört yıl/Bütün kanunları çıkaracağız/Rahat ölmek kanunu/Mutlu yaşamak kanunu/bu sayede/Her evde bulgur pilavı pişecek/İktidara getirirseniz bizi/Herkese bir karış top

 

rak/İkişer metre kefenlik kaputbezi…’( Taşlar Başlar, Minnetoğlu yayını, S.36/kısaltılarak…)

 

İntiharla ülfetiniz de şiirle ülfetiniz kadar eski olsa gerek…

 

‘Biraz insaf ederek söyleyin, bir insanı/ öldürmez de ne yapar bunca kahır, bu cefa?/ İntihara teşebbüs ettim, elbet doğrudur/ Ama çok fazla değil, topu 40 def’a…’

 

CHP ve Paşa’ya serzeniş ve takılmalarınız bütün taşlama kitaplarınızda…

 

Bekir Sıtkı’nın ünlü Hancı şiirini benzetme yoluyla İsmet Paşa’ya ne hoş uyarlamıştınız: ‘İhtilaldan çıktık, yorgunuz Paşam/Şuraya bir yatak ser yavaş yavaş/

 

Aman seçimleri görmesin gözüm/Gizli perdeleri ger yavaş yavaş/Başkente bir bilet aldım gişeden/Felaket başladı İsmet Paşa’dan/Paşam n’olur, kalbindeki neş’eden/Bir yudum da bize ver yavaş yavaş/Biz yıllarca hem ağladık, hem içtik/Ne ektiysen Paşam hep onu biçtik/Biraz huzur gelse refahtan geçtik/Bu hay huy sonradan kor yavaş yavaş/…/Şu bitmez geceye aydınlık getir/En fakir milletiz elli senedir/Eksiğimiz var mı, derdimiz nedir/Dolaş memleketi, sor yavaş yavaş/Hani kalkacaktı beylik, ağalık/Yoksa onlar da mı bir milli artık/Yine baş olursan eline sağlık/Her başa bir çorap ör yavaş yavaş…’

 

Yalancı ve şakacı dünya, kader katipleri de şakacı, asıl büyük heccav ve şaka Yarabbim makamında…Şakaya şiir söylemez olur musunuz, onu da söylediniz elbet:‘Pederin bir gafleti/ebenin marifeti/Verdiler emaneti/Çıka geldik dünyaya/

 

Nerde şekermiş, balmış/ Acılar bize kalmış/Var’ları eller almış/Yoka geldik dünyaya/Bugün yarın kaygusu/Yarın ölmek korkusu/Galiba en doğrusu/Şaka geldik dünyaya.’

 

İyi ki gelmişsiniz dünyamıza…Nur içinde yatınız, toprağınıza aşkla.

- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik