Cengiz Kapmaz

Modernleşmenin değil Batılılaşmanın sonu

Türkiye’nin 200 yıllık Batılılaşma serüveni, hem zihinsel hem siyasal alanda yeni bir Türk-Batı ilişki formunu kaçınılmaz kılmakta. Aydın despotizmine bağlı olarak geliştirilen “Batılılaşarak modernleşme”nin sonuna gelindi. Artık halkın arzusuna ve toplumsal dokuya bağlı olarak gelişen bir evrimsel modernleşme dönemi başlamış bulunuyor.

Türk-İran işbirliği, taşları yerinden oynatır

Türkiye’nin İran’a yaklaşımında, “İkinci Abdülhamit bakış açısı”na geri dönülmelidir. II. Abdülhamit Osmanlı’nın son dönemlerinde Avrupa’nın emperyal planlarına dur demek için tüm Müslümanlara çağrıda bulunmuş; bu bağlamda İran’la da ortak hareket etmek istemişti. Sünni-Şii farklılıkları teolojik açıdan marjinaldir; ortak jeopolitik çıkarlar daha önemlidir.

Kutuplaşma fay hatlarını harekete geçirir mi?

Medya artık toplumsal ve siyasal kutuplaşma açısından çok ciddi sosyal mesafe ve çözülme yaratan boyutlara evrilmiş bulunuyor. Medyanın sadece iki kesimli bir Türkiye üzerinden yayın yapması, karşı tarafı marjinalleştirerek ve düşmanlaştırarak sunması, önyargıların pekiştirilmesine yol açmakta. Bu da kutuplaşmayı doğuran iklimi besleyip duruyor.

MGK’ya eleştirilerim var!

MGK’yı sivilleştirdik. Kompozisyonunu ve sistem içindeki rolünü de değiştirdik. Ama kabul etmeliyiz ki yine de işlevli kılamadık. MGK, kurulduğu tarihten itibaren esas aldığı toplantı düzenini hiç değiştirmeden olduğu gibi bugüne taşıdı. Katılan aktörler dışında, toplantı düzeni, şekli, prosedürü, işleyişi konusunda hiçbir değişikliğe gidilmedi. Bir kere bu toplantı düzeni, yaratıcılık ve verimlilik oluşturmayan, farklı bakış açılarını önleyen bir düzen.

Yeni devlet

Ben tepeden tırnağa yeni bir devlet düzeninden yanayım. Çünkü TC devletinin resmi ideolojisi tekçi ve ayırımcıdır. Bu mantığı olduğu gibi bırakıp içini “bizden yana olanlarla” doldurmak hiçbir şeyi değiştirmeyecektir. Ama yeni bir toplum sözleşmesi yaratılmadan da yeni bir devlet düzeni inşa edilemez. Bu toplum sözleşmesi ne sadece güvenliğe (devlete) öncelik veren Hobbes’cu, ne de toplumsal rızayı sadece genel irade karşısında itaate indirgeyen Rousseau’cu bir sözleşme olmalıdır.

HDP neden siyasal özne olamıyor?

HDP, ters dönüp başı üzerinde durmaya başlayan gelişmeyi düzeltip ayakları üzerine dikebilirdi. PKK karşısındaki konumunu yeniden tanımlayabilirdi. PKK’nin değil kitlenin sözcülüğünü üstlenebilirdi. Ama etken değil edilgen davrandı. Bu arada, bünyesine giren, Kürt hareketinin “değerlerine ve iç dinamiklerine” yabancı Sırrı Süreyya Önder gibi “solcular,” lümpen, populist bir siyaset diliyle hem parti içini hem parti yönetimini etkiledi.

Hoşgörü, zararlı katılım ve HDP

HDP, demokratik eylemlerin içine şiddeti makul ve muhatap gösteren bir perspektifi yerleştiriyor. “Sırtımızı YPG ve Kandil’e dayadık” diyerek şiddeti normalleştiriyor. “Yaşasın 15 Ağustos” derken (PKK’nin silahlı mücadele başlattığı tarih) şiddeti yüceleştiriyor. Çatışmalarda yaşamını yitiren örgüt üyelerine taziye ziyaretinde bulunarak şiddeti besleyen iklimi sürdürüyor. Hiçbir demokrasi bu tabloya hoşgörü gösteremez.

Demokrasi sınırlandırılamaz mı?

Anti-demokratlar da dahil herkesin demokratik karar alma mekanizmalarına eşit katılım hakkı vardır. Bir kişi veya grup sırf anti-demokratik olduğu için katılım hakkından mahrum tutulamaz. Demokrasi eşit hak tanır. O yüzden eşitliğe makullük kriteri (kimin hak kullanabileceği gibi) getiremeyiz. O yüzden makul olmayanları (anti-demokratlar) özgürlüklerinden mahrum bırakamayız.

Amerika PKK’yi nasıl dönüştürdü?

ABD, IŞİD’i gayet planlı ve kasıtlı olarak önce Şengal’e, ardından Kobani’ye saldırttı. Sonra da Hızır Aleyhisselâm gibi kurtarıcı pozunda sahneye çıktı. PKK’yı dönüştürdü; kendine dost ve müttefik aldı. Türkiye’nin çözüm sürecini ise yerle bir etti. Suriye’nin Han Şeyhun’a yaptığı kimyasal silâh saldırısına ABD’nin bu kadar kızmasının da asıl nedeni, bombalanan cihatçı toplantısında üst düzey bir Mossad veya CIA muhbirinin de bulunmasıydı.

IŞİD bitecek mi, kalacak mı?

Yeni dönemde IŞİD daha çok bir “vatansız İslam Devleti” B planına yönelebilir. Batılı istihbarat kaynakları, IŞİD’in Irak ve Suriye’deki militanlarını Libya, Yemen, Nijerya ve Horasan bölgesi gibi yeni cihat alanlarına sevk etmeye başlamasının bu B planını yansıttığı kanısında. Bazı gruplar da Mısır’ın kuzeyindeki Sina’ya çekiliyor. Yine Batılı istihbarat kaynaklarına göre, bazı IŞİD üyeleri de Afganistan ve Yemen’e gitmeye hazırlanıyor.

ABD ile ilişkilerde ezber bozmak mümkün mü?

Suriye’nin istikrarsızlaştırılması ne tür sonuçlar doğurduysa, İran’ın istikrarsızlaştırılması da bire bir aynı sonuçları doğurur. Ülke en az dört ayrı parçaya (Rojhilat, Azeristan, Belucistan, Parsistan) bölünür. Bu ise Türkiye’nin üniter yapısını geri dönüşü olmayacak şekilde tehlikeye sokar. İstikrarsız ve dörde bölünmüş bir İran’da, Rojhilat bölgesi PKK-PJAK denetimine geçer. Suriye’den sonra Rojhilat’ta da güç sahibi olan PKK, Barzani rejimini etkilemek, düşürmek ve dönüştürmek için çok güçlü bir psikolojik ve sosyolojik zemin kazanır.

FETÖ neden CHP’nin de problemi olmalı?

CHP, FETÖ ile mücadeleyi sahiplenmeden muhafazakâr kesime seslenemez. AK Parti tabanını da ancak etkili bir FETÖ teşhiri ve eleştirisi ile kazanabilir. Kuşkusuz AK Parti ve devlet FETÖ ile mücadele ederken her şeyi kusursuz yapmıyor. Pek çok hatâ ve eksik sergileniyor. CHP bu yüzden AK Parti’ye ve devlete küsmek yerine yapıcı eleştiri geliştirmeli, yön göstermelidir. CHP, FETÖ meselesine zoraki değil “tehlikenin muazzamlığını” görerek el atmalıdır.

Asıl AK Parti yürüyüşten kazançlı çıktı

Türkiye’nin bir rehabilitasyon ve normalleşmeye ihtiyacı var. Önümüzdeki dönemde bu siyaseti iyi belirleyen ve hayata geçiren siyasi çizgi, normalleşmeye susamış kitlelerde karşılık bulur. CHP yürüyüşle bu siyasete giriş yaptı. Şimdi sıra rehabilitasyon için ideolojik ikna araçları yaratabilmekte. Eğer CHP ideolojik iknayı bir siyasi programla buluşturabilirse ciddi bir alternatif haline gelir. Ama birilerinin CHP’ye, bunun yolunun bedel ödeyen FETÖ militanlarına gözyaşı dökmekten geçmediğini anlatması gerekiyor.

“Ordu darbe yapar(mış)”

2007-2011 TSK operasyonları ile birlikte orduda Kemalist duyarlılığı olanların yüzde 10’u “kendilerine de dokunulmaması” için saf değiştirdi, FETÖ tarafına geçti. Yüzde 90’ı ise “gözlerimi yumarım, vazifemi yaparım, kendimi ancak böyle koruyabilirim” tutumu takınmaya başladı. Buna karşılık Kemalist kadrolar, askeri darbeden sonra kendilerini tekrar görünür kıldı. Çünkü darbeyi durdurmaya katkıları oldu.

Türkiye’nin protesto eylemleri bir dönüm noktasında mı?

Türkiye’de sokağa Solun ve Kürtlerin “protesto bilgisi” damgasını vurur. Bu durum aynı zamanda ciddi bir handikap yaratır. Çünkü Türkiye için sokakta siyaset, şiddeti bir hak arama yöntemi olarak kullanan örgütlerin politik gündemlerini kamuoyuna duyurma repertuvarıdır. Bu eylem formlarının hâlâ yasal meşruiyet sınırları içinde yer alması, onların şiddeti meşrulaştırma ve olağanlaştırma fonksiyonunu göz ardı etmeye yol açabiliyor.

Yürüyüş

AK Parti’nin karşısında Gezi direnişi yok. Tersine, değişen bir toplumsal muhalefet mantalitesi var. AK Parti doğru yöntemlerle ilerleyen, barışçıl eylemlerle kendisini ifade eden, şiddeti ve provokasyonu dışlayan, hak hukuk adalet diyen bir dinamiğin karşısına kamusal zoru ve lümpenleşen medya elitlerini çıkartırsa, karşıtlarına aradıkları fırsatı kendi elleriyle teslim etmiş, hattâ toplumsal kutuplaşmayı artık sürdürülemez hale getirmiş olur.

Aydın kılavuzluğunda Rojava’da çözüm aramak

Suriye’nin kuzeyinde yarı-bağımsız bir devlet statüsüne kavuşmuş bir KCK, barış masasında maksimalist davranır. Tâviz vermeye de yanaşmaz. Suriye’de istediğini alan bir örgüt, çözüm müzakerelerinde barışı imkânsız kılan bir fenomene dönüşür. Ben devletin belirlediği stratejinin en gerçekçi, Türkler ve Kürtler açısından en faydalı formül olduğu kanısındayım.

Tekillik ile evrensellik arasında AK Parti

AK Parti evrenselleşmeye kurtuluş olarak katılmaya itiraz ediyor, ama evrenselleşmeyi özgürleşme olarak yaşamaya da gücü yetmiyor. Dolayısıyla da yerelleşme daha çok kurtuluş olarak yaşanıyor; bir özgürleşme olarak yaşanamıyor.

Devlet aydınlardan bir adım önde

HPG “bağımsız Kürdistan” topraklarını kullanarak Türkiye’ye yönelik şiddet eylemleri gerçekleştiriyor. Bağımsız Kürdistan’ın kuruluşuna onay ve destek vermek, Barzani’nin bu konuda üstleneceği sorumluluğu görmezden gelmeye sebep olmalı mı? Barzani bu konuda Türkiye ile çok stratejik bir işbirliği ve yardımlaşmaya girecek mi?

Ümitsizliğin saflığı

MİT tırları operasyonu, bu ülkenin oyun kurma yeteneğini çökertmeye yönelik bir girişimdi. Bu ülke insanının daha iyi bir gelecekte, daha güvenli bir ortamda, bombaların patlamadığı, insanların kurşuna dizilmediği kentlerde yaşaması için yürütülen çalışmanın darbelenmesiydi. O yüzden adalet arayışının, toplumsal merkezde vicdan oluşturmanın çıkış noktası yapamazsınız. O vicdan etrafında sosyoloji halkaları inşa edemezsiniz.

Çözümün sınırının sınırı

Varsayalım ki devletin (Korsika modeli) veya PKK’nin (bölgesel devlet) taleplerinde uzlaşmaya varıldı. Bu “çözümün sınırının sınırı”nda durulacak mı? Uzlaşılan konularla yetinilecek mi? Yoksa mutabakata varılan çözüm formülü de mi esnetilecek? Örneğin devletin önerisi olabilecek yerel özerklik, “bölgesel devlet” örgütlenmesine evrilir mi? Bir adım ötede, PKK’nin önerdiği “bölgesel devlet” kabul edilirse, bu sefer bu yapılanma bağımsız bir devlet karakterine bürünür mü?

Bu da sol popülist dalga

 Dünya daha üç gün öncesine kadar İngiltere’deki seçimlere karşı ilgisizdi. O kadar ilgisizdi ki ülkedeki seçimleri sanal manipülasyonlarla etkileyip etkilemeyeceği merak konusu olan Ruslar...

Ortadoğu

Günümüzde Ortadoğu, MÖ 1300-600 arasında iki dönem hegemon güç haline gelen Asur vahşeti ve yıkımına benzer bir dönem geçiriyor. Asur zulmü insanlık vicdanında büyük yaralar açtı. Hikmetler çağına (MÖ 600 - MÖ 300) yol açtı. Bugün ise, “yeni Asur vahşeti”ne paralel iki çizgi daha gelişiyor. Biri, Batı hegemonyası için ajan-figüran rolü oynayan bölge hegemonlarının otoriter yönetim arayışı. Diğeri, bölgeyi sivil demokratik dinamikler doğrultusunda yeniden şekillendirmek isteyen halkçı bir çizgi arayışı.

Dokunmayın efendiler!

Kabul etmek gerekir ki şu “zeytinlikler” tasarısıyla birlikte toplumda büyük bir hassasiyet, kamu vicdanında da yara oluştu. AK Parti bu hassasiyeti ve vicdanı göz ardı edemez. Ederse üç şey olur. “Büyük kentlerde yeşil alanlar bitti. Sıra, Ege kıyılarındaki yeşil alanlardan elde edilecek rantlarda” söylentisi kulaktan kulağa yayılır. Halka kulak verilmediği izlenimi doğar. “Ben yaptım, oldu bitti” şeklindeki Kemalist kodların AK Parti üzerinden geri döndüğü algısı oluşur.

“Pes” ile “yuh” arasında sıkışmak!

Mahkeme ve mağdur avukatları, duruşmalarda Akıncı üssünü dışarıdan bilgilendiren, yönlendiren gücün peşine düşmeli. Bende bu kuşkuyu komutanların Akar’la dışarıda, önceden aldıkları notlar üzerinden konuşmaları doğurdu. Tuğgeneral Ömer Faruk Harmancı, Akar’ın bulunduğu odaya yanında iki kişiyle giriyor. Elindeki yazılı bir kağıda bakıp “Beraber bunu (askere karşı çıkan polisleri kastediyor) durdurabiliriz” diyor. Mehmet Partigöç, Mehmet Dişli, Akar’ın huzuruna çıkarken darbecilerin taleplerini ellerindeki kağıda bakarak okuyorlar. Komutanlara bu yazılı direktifleri veren güç neresi ve kimlerden oluşuyor?

MİT ve demistifikasyon

Genelkurmay Başkanı, bilginin teyit edilmemesine rağmen bilgi ile orantılı önlemler alıyor; ancak gene de darbenin önüne geçemiyor. Bazıları “asker kışladan çıkmayacak” talimatı verilseydi darbe engellenirdi tezini öne sürüyor. Ama Genelkurmay Başkanı’nın aldığı son derece ciddi önlemleri görmezden geliyorlar. Ordu komutanının net talimatına rağmen uçuşlar da oluyor, hareketlilik de oluyor. Ancak erken alarm sayesinde darbenin başarılı olmasının önüne geçiliyor.

İran krizinden PKK’ye silâh bıraktırma çıkar mı?

ABD, İngiltere, İsrail ve Suudi Arabistan, Türkiye’den İran’a karşı kurulacak koalisyona katılmasını isteyebilir. Türkiye itiraz ederse çok ciddi siyasal, ekonomik ve “ideolojik teşhir” baskılarına maruz kalabilir. Şartlar Türkiye’yi bu koalisyon içinde yer almaya mecbur ederse, Türkiye’nin bazı “olmazsa olmaz”ları olmalı. Kürt sorunu çözülmeden İran’da bir devlet boşluğu oluşmamalı. YPG Rojava gibi Rojhilat’a da egemen kılınmamalı.

Ruhani İran’ın Erdoğan’ı olabilir mi?

Ruhani ile dini lider Hamaney, Yargı Gücü Başkanı Laricani, Devrim Muhafızları ve ordu arasındaki güç ilişkisinin nereye evrileceği, Trump’ın ve İsrail’in İran politikalarına da yakından bağlı. Eğer Trump ve İsrail İran’ı izole ve destabilize etmeye ağırlık verirlerse, savunmacı refleksler ön plana çıkacak ve milliyetçi duygular dikey olarak tüm farklılıkları ortadan kaldıracak. Ama dış dinamikler etkili olmamayı tercih ederse, iç dinamikler arasındaki mücadele daha belirleyici hale gelecek.

HDP’de “sol muhasebe” zamanı

Sırrı Süreya Önder, devlet heyetinin uyarılarına rağmen İmralı’da barışı; Ertuğrul Kürkçü sol yapılara yaranma, sol yapılarda nüfuz kazanma ihtirasıyla siyaseti; Figen Yüksekdağ, ülkeye beslediği öfke ve sol militarizme duyduğu özlemle meydanları zehirledi. Savaş tüm acımasızlığıyla geri döndü. Bedeli, maliyeti Kürtlere çok ağır oldu.

PKK’de iki yeni çizgi: Serbixweciler, Bindestçiler

Ankara’daki karar vericiler uzun süredir şu soruyu soruyor: Rojava mı PKK’yi yönetiyor, PKK mi Rojava’yı yönetiyor? Biz bu soruyu şu şekilde de tercüme edebiliriz: Serbixweciler mi Bindestçileri yönetiyor, Bindestçiler mi Serbixweciler-Serxwebûnêcileri yönetiyor?