Ana SayfaYazarlarTürk-İran işbirliği, taşları yerinden oynatır

Türk-İran işbirliği, taşları yerinden oynatır

 

Nasıl da etekleri tutuştu! İran Genelkurmay Başkanı Muhammed Hüseyin Bagıri’nin üç günlük Ankara temaslarında, iki ülkenin Suriye ve KCK bağlamında güvenlik alanında, askeri alanda ve operasyonel düzeyde işbirliğine gideceğinin anlaşılması üzerine, ABD Savunma Bakanı James Mattis iki ay aradan sonra yine ve alelacele Türkiye’ye geliyor.

 

Mattis muhtemelen İran ile ilişki geliştirmekten vazgeçin demeye geliyor. Bir de aba altından sopa gösterirse, şaşırmayalım. Zaten Türkiye ile İran’ın anlaştığı gün Almanya Başbakanı Merkel’in 100 milyar euroluk gümrük güncellemesine gitmeyeceklerini açıklaması, bu işbirliğinden Batı’nın duyduğu memnuniyetsizliği yansıtıyor.

 

Çünkü herkes iyi biliyor ki, Ortadoğu’da bir Türk-İran işbirliği taşları yerinden oynatır.

 

Yeni eylem ve oyun planı

 

Başından beri şu tezi savunuyorum: Türkiye’nin Amerika’nın Ortadoğu’daki amaçlarına peşinen teslim olma döneminin sonuna gelinmiştir. Çünkü Amerika'nın yeni Ortadoğu perspektifi, Türkiye'nin iç istikrarını etkileyecek çok vahim boyutlara varmıştır. Türkiye’nin dış politikasını ciddi bir şekilde çeşitlendirmesi gerekmektedir.

 

ABD vesayetinden çıkmak anlamına gelen bu dış politika nasıl mümkün olacak? Hiç kuşkusuz, yeni oyun ve eylem planları geliştirerek mümkün olabilecek. Yeni oyun ve eylem planları nasıl, kiminle kurulabilecek diye bir arayışa girdiğimizde ise, karşımıza en etkili ve belirleyici aktör olarak Rusya'dan sonra İran çıkıyor.

 

Bugüne kadar Ortadoğu üzerinde hesapları olan küresel güçler, Türkiye ile İran’ın işbirliği yapması yerine “karşı karşıya gelmesini” sağlayacak bir ortamı teşvik ettiler. Başarılı olmadıkları da söylenemez. Eğer iki ülke bir araya gelebilse ve işbirliğini geliştirebilseydi, hiçbir küresel güç Ortadoğu’da hegemonya için elverişli ortamı bu kadar kolay bulamayacaktı.

 

O yüzden, Türkiye ile İran’ın Suriye ve KCK bağlamında güvenlik sorunlarında ve operasyonel düzeyde  mutabakata varması önemli bir gelişme. Ancak yetmez. Türkiye ile İran, Ortadoğu’nun iki önemli stratejik aktörü olarak bölgenin yeniden yapılandırılması, sorunları ve geleceği konusunda da ortak bir vizyon aramalı, entegre bir yaklaşım geliştirmelidir.

 

Sekiz belirleyici faktör

 

Türk-İran ilişkilerinde bugüne kadar etkili ve belirleyici olan tarihi kırılma 16. yüzyılda gerçekleşti. İran’ın 1500’lerde Şiiliği devlet dini olarak kabul etmesiyle birlikte, Osmanlı ile arasına ideolojik bir soğukluk girdi.

 

Bu soğukluk kanlı bir mücadeleye de neden oldu; Çaldıran seferi ve muharebesini, ardından bir dizi Osmanlı-İran savaşını beraberinde getirdi. Ancak müzminleşen bu çatışma, aynı zamanda ihtiyatlı bir “birlikte var olma” duygusunu da geliştirdi. İki ülke aşağı yukarı aynı sıralarda yukarıdan aşağı modernleşme ve Batılılaşma arayışlarına girdi. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra çiçeği burnunda Türkiye Cumhuriyeti ile İran’ın Pehlevi hanedanı arasında iyi ilişkiler kuruldu. 1932’de bu ilişkiler sayesinde yeni bir sınır anlaşması imzalandı.

 

1979 İran Devrimi’nden sonra İran’ın Batı ile bozulan ilişkilerine paralel olarak Türk-İran ilişkileri de bozuldu, ancak birbirleri ile savaşmama ilkesi hep sürdü.

 

Özellikle 2003-2004 tarihlerinde İran’ın Batı ile yaşadığı nükleer krizde, Türkiye’nin İran ile Batı arasında arabuluculuk misyonunu üstlenmesi, 1979 sonrası soğuyan ilişkilerin yeniden ısınması ve canlanması sürecini başlattı.

 

Bugün İran ile ilişkileri genelde şu faktörler belirlemekte:

  • Sünni-Şia mücadelesi bağlamında ideolojik gerginlik;
  • Tahran’ın radikal dış politikasından Türkiye’nin duyduğu rahatsızlık;
  • Jeopolitik rekabet;
  • Kürt sorunu;
  • ABD’nin İran’ın enerji sunumunu sınırlandırma stratejisi;
  • Pan Türkist motivasyonun günün birinde İran Azerbaycanı’nda Türkiye’nin etkisine açık bir kapı aralaması ihtimali;
  • Suriye’de ayrışan bakış açıları;
  • İran’ın istikrarsızlaştırılması ve bölünmesinin yaratacağı kaos.

 

Yeni işbirliği ne olabilir?

 

Eğer Türkiye, Ortadoğu’da bölge halkları ve ülkeleri lehine yeni bir oyun planı amaçlıyorsa, İran ile birlikte şu konularda ortak mutabakat ve işbirliği yaratmak zorundadır:

 

(1) “İkinci Abdülhamit bakış açısı”na geri dönülmelidir. II. Abdülhamit Osmanlı’nın son dönemlerinde Avrupa’nın emperyal planlarına dur demek için tüm Müslümanlara çağrıda bulunmuş; bu bağlamda İran’a da ortak hareket etme çağrısı yapmıştı. Unutulmamalı ki Sünni-Şii farklılıkları teolojik açıdan marjinaldir; ortak jeopolitik çıkarlar daha önemlidir.

 

(2) Türkiye ve İran kendilerini istikrarsızlaştırmak isteyen her türlü şiddet hareketi ve eylemine karşı birlikte hareket etmeyi ortak vizyon haline getirmeli; bu konuda siyasal, ekonomik, kültürel, güvenliğe yönelik ve operasyonel işbirlikleri yaratmalıdır.

 

(3) İki ülke birbirlerini zayıflatmak yerine birbirini güçlendiren birliktelikler inşa etmelidir. Bu kapsamda iki ülke arasındaki ticaret hacmi geliştirilmelidir. Mevcut ticaret hacmi potansiyelin çok çok altındadır.

 

(4) Türkiye, İran enerjisinin uluslararası piyasalara ulaşmasında kolaylaştırıcı bir rol oynamalıdır. Bu kapsamda, 2007 tarihinde mevcut İran enerjisinin Akdeniz’deki Ceyhan terminaline aktarılması, buradan da Avrupa’ya iletilmesi konusunda ortak bir girişim başlatılmıştı. Bu girişim sonuçlandırılmalıdır. Türkiye, İran petrolünün Türkiye üzerinden Avrupa’ya aktarılmasına şiddetle karşı çıkan Amerika’nın vesayetinden kurtulmalıdır. Bu konuda geçtiğimiz günlerde Türkiye, Rusya ve İran arasında imzalanan anlaşma yerinde bir anlaşmadır.

 

(5) Türkiye Irak’ta İran ile anlamsız bir rekabete girme çabasından vazgeçmelidir. Türkiye ile İran, Irak’ta birbirlerine zarar vermeye çalışmak yerine Irak’ı istikrarlaştırma konusunda işbirliği yapmalıdır. Unutulmamalıdır ki Türkiye’nin Irak’ta İran’dan daha etkili olma ihtimali yoktur. Irak Sünnileri üzerinden İran ile karşı karşıya gelmek, bir ABD stratejisidir. Kesinlikle bu oyuna gelinmemelidir. İstikrarlı bir Irak, İran’dan çok Türkiye’ye yarar. Çünkü böyle bir Irak ile ticaret daha fazla gelişir. Ve ticari ilişkilerde İran’ın Türkiye ile rekabet etmesi söz konusu dahi değildir. Türkiye Irak ile siyasi ilişkisini geliştirip, iç işlerine karışmak yerine bu ülke ile ekonomik ilişkiler kurmayı daha fazla önemsemelidir.

 

(6) Türkiye, Irak’ta uyguladığı yanlış stratejiyi artık Suriye’de de tekrar etmemelidir. Eğer Suriye’nin Türkiye’ye yönelik çok ciddi bir ulusal güvenlik sorununa dönüşmesi istenmiyorsa, Türkiye Esad, İran ve Rusya ile işbirliğine gitmelidir. “Esad gitsin” politikasının Türkiye’ye yarar değil zarar getirdiği artık yeterince anlaşılmış ve kanıtlanmıştır. Bu konuda ısrarcı davranmak daha fazla maliyetten başka bir sonuç doğurmayacak, en çok da ABD-PYD’ye yarayacaktır.

 

(7) Türkiye, 1937’de İran, Afganistan ve Irak’la Sadabad Paktı’nı imzalamıştı. Sadabad Paktı birbirlerinin iç işlerine karışmama, saldırmazlık ve ortak sorunlarda danışarak hareket etme prensibine dayalıydı. Ama işlevli ve uzun süreli olamadı. Benzer şekilde Irak, Suriye ve İran’la Sadabad Paktı’na benzer yeni bir pakt imzalanmalı, İran ile yeni ve yakın ilişki bölgeselleştirilmelidir.

 

(8) Batılı medyanın hegemonyası ve bakış açısının etkisi altında olmayan, objektif, bağımsız bölgesel bir medya yaratılmalı ve güçlendirilmeli, sivil toplum örgütleri arasında da her türlü ilişki teşvik edilmelidir.

 

Türkiye adım adım kuşatılır; ulusal güvenliğine ve ekonomik çıkarlarına zarar verecek adımlar atılırken, hiç bir şey yokmuş gibi davranamaz. Bölgedeki çıkarlarını artık hamasetle değil somut projeler ve işbirliği modelleriyle savunmalıdır. Dış politikasında Amerikan vesayetinden kurtulmak için de bu küresel devi doğrudan karşısına almadan, cesur ve akılcı adımlar atmalıdır.

 

- Advertisment -