Etyen Mahçupyan

ANALİZ – Mahçupyan: ‘Toplumun devlet ve özgürlük algısı Türkiye’ye salgınla mücadelede avantaj sağlıyor’

“Bu süreçte Batı sadece korona ile değil, özgürlüğün patolojik bir anlayışla ele alınmasıyla da mücadele etmek zorunda kaldı. Türkiye gibi ülkeler bu açıdan avantajlı, çünkü bizler devletin bize söylediğini doğru kabul etme ve onun direktiflerine uyma konusunda uygun bir zihniyete sahibiz.”

Trump: Sistemin suistimali mi, yozlaşması mı?

Kişi yaşadığı ‘haksızlığı’ kimliğine ve kişiliğine yapılmış bir hakaret gibi algıladığı ölçüde, onu telafi edecek daha geniş kapsamlı, siyasi nitelikte bir ‘kazanma’ ihtiyacı geliştiriyor. Ve o zaman bu duygulara tercüman olan bir megalomanı beğenip benimseyebiliyor.

Özgürlükçülüğün sınavı: Peygamber karikatürleri

Esas mesele iki tarafın da gerçekte diğeriyle birlikte ortak hayat kurma isteği taşımaması, ötekini bir külfet, hatta açığa çıkmamış bir düşman olarak görmesidir. Her iki taraf da kendi bilgisinden, kültüründen, medeniyetinden fazla emin… Oysa her iki tarafın zihniyeti de haddini aşan bir gerçeklik varsayımı üzerine inşa edilmiş durumda.

Farklı bir özgürlükçülük mümkün mü?

Kendi özgürlüğüm için ötekinin varlığına ve aramızdaki ilişkiye muhtacım. Çünkü ancak bu ilişki içinde kendimin ve karşımdakinin özgürlüğünü aynı anda (ve birlikte) oluşturabilirim. Aksi halde özgürlük sandığım şey, karşımdaki için gayrımeşru bir imtiyaz, giderek zorlayıcılık, kibirlilik ve nihayette gayrı-insanilik olarak yaşanacaktır.

ANALİZ – İktidarın AİHM sertliği ve MB uysallığı: Uyumlu mu çelişkili mi?

İktidarın, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Selahattin Demirtaş kararı karşısındaki ‘şahin’ ataklığı ile Merkez Bankası’nın faiz kararı karşısındaki ‘güvercin’ uysallığı aynı günlere denk geldi. Aradaki ilişkiyi Etyen Mahçupyan’a sorduk.

Bireyci özgürlükçülüğün sonu mu?

Bireyci özgürlükçülük günümüz dünyasında sorun çözme kapasitesini kaybetti mi? ‘Hayati’ addedilen bazı durumlara çare üretemiyor, hattâ sorun yaratıyor olabilir mi? Oturup düşünme zamanı… Küresel dünyanın farklı bir epistemolojik çıkış noktasına ihtiyacı var.

Kendini kandırma karakterimiz midir?

Veba gibi görmezlikten gelinmesi mümkün olmayan, yaşanmışlığı herhangi bir soru işareti taşımayan, ya da tartışma konusu olmaması gereken bir olguyu bile ideolojik olarak yok sayıyorsak, acaba yakın tarihteki İttihatçılık, Abdülhamit, Ermeni meselesi, Mustafa Kemal ve benzeri birçok kişi ve meseleyle ilgili bilgimiz gerçeğe ne derece uygun?

Gönlümüzde bir Sultan yatar

Keyfiliğe dayanan bir düzenin ancak bu keyfiliğin farkında olup onu sınırlayan bir liderlikle akılcı sonuçlar üreteceğinin farkındayız. Ne var ki bu tutumumuz ‘bilinç’ gerektiriyor. Oysa zihniyetimiz bilinçdışından besleniyor ve derin istek ve endişelerimize yaslanıyor.

Batı ve biz: Niye onlar kazandı?

Avrupa ile olan rekabetimizi ‘onlar’ kazandı. Çünkü belirsizliğe, bilmeme haline ve değişime razı oldular. Biz hala razı değiliz… O nedenle de zihniyetimiz değişmediği sürece Batı’nın kültürel ve bilimsel hegemonyası altında kalmaya mahkumuz.

ANALİZ – ‘Reform’ ihtiyacı Erdoğan’ın vizyonunu mu gösteriyor, vizyonsuzluğunu mu?

Böylesine ani bir dönüşün tek bir açıklaması olabilir: Daha önceki strateji tümüyle cahilce ve akılsızcaymış… Nitekim bizle aynı kategorideki ülkelerde bu türden bir döviz rezervi kaybı yaşanmadı ve ulusal paraları da dolara karşı düşmedi. Şimdi bizdeki tutumun yanlışlığı itiraf edilmiş oluyor ama yeniden ambalajlanıp liderlik mahareti olarak sunuluyor. Yandaş kalemlere bakılırsa Erdoğan zamanın ruhunu çok iyi okuyan, benzersiz bir vizyoner…

Kendini tanımak istiyorsan ‘değişmeyene’ bak!

İnsanlığın bunca yıllık deneyimini yansıtan bilimsel bakış bize değişimin önemini hatırlatır. Değişimin bir kural olduğunu, her şeyin her an değişim içinde olduğunu biliriz… Nitekim ‘değişmeyen tek şeyin değişim’ olduğu klişesini de her gerektiğinde hatırlatmaktan hoşlanırız ama ne yazık ki bu önermenin hiçbir açıklayıcı gücü yoktur. Çünkü mesele hızlı değişenler ile yavaş değişenler arasındaki dinamikte, daha doğrusu gerilimde yatıyor…

Damat-Kayınpeder ilişkisinin zihniyeti

Damat-Kayınpeder ilişkisi hem ailesel hem siyasi olma hasebiyle ataerkilliğin en yoğun halini yansıtıyor. Kendinden mülhem hikmetiyle Kayınpeder, kendince bir başka hikmete sahip olduğuna inanan Damat, etraflarında oportünist kuşatma, yanlışların görülmemesi ve hatta etrafça teşvik edilmesi, gerçeklerin ortaya çıkması ile birlikte kopuş, had bildirme, küsme ve kaçış… Bu olay hem Damat, hem Kayınpeder için tüm hayatları boyunca alt edemeyecekleri bir utanç ve travma olarak kalacak. Çünkü ataerkil anlamlandırma çerçevesi içinde böyle bir olayın yeri yok…

Bilmek kolay, anlamak zor…

Berktay eleştiri olarak Osmanlı’da o dönem görünen davranış kalıplarının Batılı ülkelerde de olduğunu söylüyor. Tarihle ilgili herhangi bir meraklı ve düzgün okuyucunun haliyle bildiği basmakalıp bir tespit. Ben Osmanlı’da olan başkalarında yok demiyorum ki… Beş yüz yıl önce Osmanlı’da olan nasıl bizde hala değişmeden var oluyor diye soruyorum.

ANALİZ – “İktidarın yeniden ‘başarılı’ gözükeceği bir sürece girilebilir”

Son gelişmelerle birlikte ortaya çıkan ekonomide rasyonel adımlar beklentisi 19 Kasım’daki Para Politikası Kurulu kararıyla test edilecek. Fakat şu ana kadar bazı somut gelişmeler de oldu. Bunlar ne anlama geliyor? Neler yapılırsa viraj alınır, yoldan çıkılmaz? Etyen Mahçupyan, ‘doğru’ları yapar ve virajı alırsa, iktidarın yeniden ‘başarılı’ gözükeceği bir sürece girebileceğini ve oyunu artırabileceğini düşünüyor.

Beş yüz yıldır değişmeyen ‘şey’

Kültürel hegemonyanın asıl rahatsız edici yanı ‘başkalarının’, çoğunlukla ‘ötekilerin’ değerlerine ve kültürüne maruz kalmak, onların etkisinden kurtulamamak, mücadele edememek ve giderek manevi bir eziklik içinde yaşamak. Doğal olarak bu durumun kalıcı olmadığına inanmak istiyoruz.

Mahçupyan: Trump’a gösterilen teveccüh bir özeleştiri fırsatı olmalı

Serbestiyet: ABD seçimleri henüz kesinleşmedi. Bunca skandala rağmen 69 milyondan fazla Amerikalı Trump’a oy verdi. Pek çok insanı hayal kırıklığına uğratan bu durum popülizmin geleceği hakkında ne söylüyor?

Kültürel hegemonya: Kökü nerede?

Tarih olmuş olanla, yaşanan ve gözlemlenen olgularla, onların nedenleriyle ilgilenir, zihniyet çalışmaları ise anlamlandırmayla ve bunun neden olduğu zihinsel arayışlarla… Bu, zihniyet çalışmalarının ‘olmuş olan’dan bağımsız olduğunu ima etmez. Ama söz konusu olayların gerçekleşmesinin ardında genellikle çok uzun bir zihinsel dönüşümün yatma ihtimaline dikkat çeker.

Büyük yenilgi: kültürel hegemonya

“Nasıl oluyor da en üstün ve doğru din olan İslamiyete biz sahipken, Hristiyan Batı bizi her alanda geçebiliyor?” Bu soru halen Muhafazakar-Milliyetçi anlam dünyasının temel sorunsalını oluşturuyor. (…) Sadece İslam değil Türklük de ‘bizdeydi’ ama yine de Batı’nın kültürel ve fikri hegemonyası karşısında acizdik…

Muhalefetin önündeki bahis

İktidar her şeyi doğru yapsaydı bile kendine has bir varlık nedeni olan ve farklılık taşıyan bir muhalefet gerekiyor. Maharet iktidarı farklı davranmaya itecek bir karşı strateji geliştirebilmekte. Türkiye’nin bunu becerebilecek ve belirli kıstaslar dahilinde yan yana durup birlikte davranabilecek bir muhalefete ihtiyacı var. Bunun gerçekleşme olanağı mevcut olsa da ‘millilik’ kıskacı olasılığı düşürüyor.

Şu malum ‘bilge kral’ meselesi

Yaşadığımız zamanların katı olan her şeyi buharlaştırdığı söylenir, ama belki de bazı buharımsı şeyler katılaşıyor. Geçmişin saf ilke, norm ve idealleri bugünün dünyasında kabalıklara dönüşebiliyor. ‘Bilge kral’ın da başına bu gelmiş gibi… Nitekim günümüzde de ‘krallar’ var, ama bunların bilgelikle pek ilişkisi yok. Ne var ki hem kendileri hem çevreleri onlara bilge muamelesi yapmaktan yorulmuyor ve bu tutumun bizatihi yozlaşma olduğunu anlamıyor.

Yeni bir nefes için…

Cumhurbaşkanlığı seçiminde ise Muharrem İnce’ye oy vereceğim… Çarpıcı meziyetlere sahip olduğunu varsaydığımdan veya ülkeyi bir anda rasyonel yönetime geçireceğinden emin olduğum için değil… Siyasetin dilini rahatlatan bir rakibin güçlenmesi ve belki de kazanmasının bu akıl dışı zorlama gidişatı, insanların ruhi dengesini bozan atmosferi normalleştirebileceğini umduğum için.

Büyüme fetişi

Teknik açıdan bakıldığında, büyüme ile enflasyon arasında hedeflere ulaşma zorluğu açısından pek fark olmasa da, bizim hükümetlerin enflasyonu düşürdüğü için göreceği takdir, yüksek büyüme sağladığında göreceğinin yanında çok sönük kalıyor. Anlaşılan o ki ‘büyüme’ bizim için fazlasıyla ideolojik bir konu. Kimliğimizi besleyen ve ötekiler karşısında sağlamlaştıran bir kıvanç vesilesi…

Dönüşü gözükmeyen yolda…

Son iki yılda parti açısından geriye dönüşü kolay olmayan bir değişim yaşandı. Kısa süre içinde AK Partililik yerini Reisçiliğe bıraktı… Her alanda kendi kararını hayata geçiren ve o kararı tek doğru olarak sunup biat isteyen Erdoğan’ın etrafına, buna razı gelip buradan kariyer, maddi imkan ve siyasi nüfuz devşiren bir dizi hizip toplandı. Karar mekanizması keyfileşirken, bilgi, uzmanlık ve liyakat işlevini yitirdi. Reise bağlılık içeriği belirsiz bir ‘davayı’ sahiplenme anlamına gelirken, o davanın üzerindeki tehditlere inanılır hale gelindi.

İslam’da niye meşrutiyet oluşmadı?

Devlet köklerini toplumda aramayan, toplumun tepesine yerleşmiş bir olguya dönüştü ve siyasi gelişmenin önü de böylece kesilmiş oldu. Hanedanlar gelip gittiler ama durum değişmedi… Mücadeleyi ulema kazandı ama bunun maliyeti yüksek oldu…

Dindarların arayışları

Aslında dinde çoğulculuk olumlu ve dindarı özgürleştirici bir unsur… Ancak görünen o ki, bir dinin gündelik hayatı bire bir belirlediğine ne kadar inanılırsa, kalıplaşma ve yüzeyselleşme tehlikesi de o denli artıyor ve çare olarak düşünülen ‘dine dönüş’ de, dindarları aynı ikileme sürüklediği ölçüde, çare olmayabiliyor.

‘Dip dalga’ var mı?

Şunu da unutmamak gerek ki, her seçimde kendisini alternatifsiz hisseden seçmen de birbirinden farklı olabilir. Ancak eğer geçmişte sandığa gitmeyen seçmenleri apayrı bir kategori olarak telakki etmeyeceksek, örneğin Kasım 2015 seçimlerinde oy vermediği halde şimdi vermeyi düşünenlerin siyaseten nasıl dağıldığı, muhtemel ‘dip dalga’ açısından bize anlamlı bir ipucu verebilir.

AK Partililerin draması

Bugün de AK Partililerin samimi arzusunu sorsak, muhtemelen Erdoğan lider olarak kalsın ama ‘doğru’ davransın diyeceklerdir. Ne var ki siyasette ihtiraslar çarpışıyor ve daha keskin ve sebatkar olan kazanıyor. AK Parti içinde de Erdoğan ‘bu yolu yürüdüğü’ kendi arkadaşlarını siyasetin kenarına iterek tek başına yönetmek istediğinde karşısına direnç çıkmadı. Ve AK Parti kısa sürede bütün iç kurumsallaşmasını işlevsiz hale getirecek bir tek adam idaresine kaydı.

Sarmalın son halkası

Ekonomide doğrular yapılabilseydi, belki Türkiye halkı adalet ve özgürlük eksikliğine razı gelebilir, ülkenin birçok alanda gerilemesi ve yalnızlaşmasını ‘dış güçlerin fıtratına’ havale ederek iktidara ihtiyaç duyduğu desteği verebilirdi. Ama hükümet inanılmaz bir biçimde kendi ayağına sıktı… En teknik alanda ısrarlı ve istikrarlı biçimde yanlış tutumu sürdürmekle kalmadı, bunu açıkça seslendirdi…

Erken seçim istemeyip ne yapsaydı?

Büyümeyen bir ekonomide sürekli artan işgücünün istihdamı, hele seçim derdiniz varsa palyatif tedbirler ve uygulamaları ima eder. Bugünkü iktidar da aynı mantıkla davranmaya devam ediyor ve sonuçta enflasyonun, faizin ve dövizin artmasının nedeni de bu. Özel sektör üzerinden gerçek bir kalkınma modelinin koşullarını yaratamaz, buna karşılık ekonomiyi yapay bir büyüme haddine zorlarsanız, kamu eliyle dengeleri bozma noktasına sürüklenebilirsiniz.

Suriye’de niçin seyirciyiz?

Sünni muhalefetin etkisiz kaldığı, hiçbir yarar sağlayamadığı, aksine gelecekte daha zayıflamasına neden olacak bir sürecin içindeyiz. Türkiye’nin bir an önce bu anlaşmanın daha geniş bir zemine oturtulması ve güçler arasındaki dengeleri muhalefet aleyhine bozmayacak şekilde kotarılması için ağırlığını koyması lazım. Bu ise şu anki konjonktürde ABD’yi ikna ederek birlikte davranmayı gerektiriyor. Ama aynı ABD PYD’yi desteklediğine göre, bu tür bir hamle genişlemesi yapıldığında PYD’nin de meşrulaşmasını istemesi şaşırtıcı olmayacaktır.